Bir mucize olsun ister miydin?... Ne meselâ?... Meselâ ne olsun istersin adına mucize diyeceğin? Neye mucize dersin ya da?... Hiç düşündün mü?... Neyi görmek istersin?... Ne olsa seni mucizevî derecede mutlu eder?...
Bir hazine bulmak mı meselâ?...
Orhan Pamuk’un “Bir kitap okudum hayatım değişti” sözü, ‘idrak hali’ni anlatan ne şahane bir cümledir… Bu ifadeyi her durum için kullanamaz mıyız? Bir film izlersin hayatın değişir, bir şarkı dinlersin, bir çiçeği koklarsın, bir gülüş gördüm, bir yakıcı acı hissettim… Yani aslında bir an! Aslında olup biten o şey, bir an içinde gizli değil midir? Bir an! O bir an öyle bir anların toplandığı andır ki, her ne şekilde olursa olsun, fark etmesen de mucizeyi barındırır içinde… Ve en heyecanlı tarafı da nereden, ne zaman gelip yer bulacağıdır kendine... Yani, her an her şey olabilir...
Öyle bir an gelir ki, hayal gerçek olur. Öyle bir an olur ki, senden sana giden yol kısalır… Öyle bir an ki, sendeki sen, sana görünür... Öyle bir andır ki her şey ayân olur… O zaman, her an, bir hazineyi bahşetme olasılığıyla yüklü değil midir? Yüce Yaradan’ın tecellisi her an her yerde değil midir?
Paulo Coelho’un kaleme aldığı Simyacı… Romanın kahramanı Çoban Santiago, çalışkan, meraklı, uyumlu, okuma yazmayı çok seven bir gençtir. Tek arzusu, dünyada mutlu olmak ve dilediği gibi yaşayabilmek... Arayış içindedir… Bu düşünceyle yatar kalkar... Hatta rüyalarında bile arar… Ve bir süre görür hep aynı rüyayı… Bu rüyasını yorumlayanlar çıkar karşısına… Mısır Piramitlerine gideceği, orada hazine bulup zengin olacağı söylenir ona... O da başlar bir serüvene… Gördüğü rüyanın sürer izini… Hazinesinin düşer peşine… İspanya’dan kalkıp yol alır Mısır Piramitlerine… Düşer peşine görünmezin… Kâh sevinçle, kâh hüzünle, kâh hevesle ve de ümitle… Kâh şaşırmış bir halde kırılmış bir kalple… Peşindedir hazinesinin… Peşindedir bildiğini sandığı bilinmezinin… Bulmaya çalışırken aradığını, bulur bir de hiç beklemediklerini. Hepsinin içinde türlü türlü dersleri de… Zaman akıp gider kendi istekleri doğrultusunda verdiği kararlarla çıktığı yolda, kendi yazgısında… İnanır hazinenin yerini yüreğinin söyleyeceğine. Çünkü bu yolculuk sadece fiziksel değildir, içseldir de… Ve sonunda anlar aradığı hazinesinin yola çıkmadan öncesi bıraktıkları olduğunu…
Peki sen mucizenin kendin olduğunu düşündün mü hiç? Eşsiz olduğunu… Senden başka bir tane daha olmadığını… Kötü diye algıladığın her ne varsa mutlaka iyi bir tarafının da olduğunu ve iyiliğin için hizmet ettiğini... O seni sana gösteren bir aynadır, seni sen yapacak bir hediye…
Unutma!... Hazine her an her yerde seninle…
Bir hazine bulmak mı meselâ?...
Orhan Pamuk’un “Bir kitap okudum hayatım değişti” sözü, ‘idrak hali’ni anlatan ne şahane bir cümledir… Bu ifadeyi her durum için kullanamaz mıyız? Bir film izlersin hayatın değişir, bir şarkı dinlersin, bir çiçeği koklarsın, bir gülüş gördüm, bir yakıcı acı hissettim… Yani aslında bir an! Aslında olup biten o şey, bir an içinde gizli değil midir? Bir an! O bir an öyle bir anların toplandığı andır ki, her ne şekilde olursa olsun, fark etmesen de mucizeyi barındırır içinde… Ve en heyecanlı tarafı da nereden, ne zaman gelip yer bulacağıdır kendine... Yani, her an her şey olabilir...
Öyle bir an gelir ki, hayal gerçek olur. Öyle bir an olur ki, senden sana giden yol kısalır… Öyle bir an ki, sendeki sen, sana görünür... Öyle bir andır ki her şey ayân olur… O zaman, her an, bir hazineyi bahşetme olasılığıyla yüklü değil midir? Yüce Yaradan’ın tecellisi her an her yerde değil midir?
Paulo Coelho’un kaleme aldığı Simyacı… Romanın kahramanı Çoban Santiago, çalışkan, meraklı, uyumlu, okuma yazmayı çok seven bir gençtir. Tek arzusu, dünyada mutlu olmak ve dilediği gibi yaşayabilmek... Arayış içindedir… Bu düşünceyle yatar kalkar... Hatta rüyalarında bile arar… Ve bir süre görür hep aynı rüyayı… Bu rüyasını yorumlayanlar çıkar karşısına… Mısır Piramitlerine gideceği, orada hazine bulup zengin olacağı söylenir ona... O da başlar bir serüvene… Gördüğü rüyanın sürer izini… Hazinesinin düşer peşine… İspanya’dan kalkıp yol alır Mısır Piramitlerine… Düşer peşine görünmezin… Kâh sevinçle, kâh hüzünle, kâh hevesle ve de ümitle… Kâh şaşırmış bir halde kırılmış bir kalple… Peşindedir hazinesinin… Peşindedir bildiğini sandığı bilinmezinin… Bulmaya çalışırken aradığını, bulur bir de hiç beklemediklerini. Hepsinin içinde türlü türlü dersleri de… Zaman akıp gider kendi istekleri doğrultusunda verdiği kararlarla çıktığı yolda, kendi yazgısında… İnanır hazinenin yerini yüreğinin söyleyeceğine. Çünkü bu yolculuk sadece fiziksel değildir, içseldir de… Ve sonunda anlar aradığı hazinesinin yola çıkmadan öncesi bıraktıkları olduğunu…
Peki sen mucizenin kendin olduğunu düşündün mü hiç? Eşsiz olduğunu… Senden başka bir tane daha olmadığını… Kötü diye algıladığın her ne varsa mutlaka iyi bir tarafının da olduğunu ve iyiliğin için hizmet ettiğini... O seni sana gösteren bir aynadır, seni sen yapacak bir hediye…
Unutma!... Hazine her an her yerde seninle…