Dünya üzerindeki tüm canlılar, hayatta kalma mücadelesi verir. Bu mücadele, onların yaşam biçimlerini ve özgürlüklerini şekillendirir. Vahşi hayvanlar, doğada serbestçe dolaşarak kendi kaynaklarını ararken, evcilleştirilmiş hayvanlar insanların sağladığı kaynaklara bağımlıdır. Bu bağımlılık, özgürlüklerin kaybına ve dışarıdan gelen bir otoriteye boyun eğmeye yol açar.
Koyunlar, sürü yaşamının en belirgin örneklerindendir. Sürünün bir üyesi harekete geçtiğinde, diğerleri düşünmeden onu takip eder. Korku ya da paniğin hızla yayıldığı anlarda, tüm sürü bir çobanın kontrolüne girer. Çoban, koyunların güvenliğini sağlıyor gibi görünse de, aslında onların hayatını kendi kararlarına bağlı hale getirir. Bu durum, koyunların bireysel farkındalıklarını tamamen bastırır ve onları çobanın yönlendirmelerine bağımlı kılar.
Bu davranış modeli, sadece hayvanlar için geçerli değildir; insan topluluklarında da benzer bir "sürü davranışı" gözlemlenir. Çoğunluğa uyum sağlama çabası, bireysel düşünceyi ve sorgulama yetisini bastırabilir. Bu noktada "Davar Zihniyeti" devreye girer: bireylerin kendi akıl ve iradelerini kullanmadan, sorgusuzca topluma itaat ettiği bir yaşam biçimi.
Korku, güvensizlik ve yoğun duygular, bireyleri bağımsız karar almaktan alıkoyar. Toplum, kolayca manipüle edilebilen bir kitleye dönüşebilir. Bu zihniyeti aşmak cesaret ister; düşünmek, sorgulamak ve bağımsız hareket etmek için bireyin toplumdan ayrışması gerekir. Ancak çoğunluk, bu sorumluluktan kaçınarak sürünün bir parçası olmayı tercih edebilir.
Toplumların sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için bireylerin özgür düşünme becerilerini koruması ve kendi değerlerine sahip çıkması gereklidir. Aksi takdirde, insanlar da koyunlar gibi güdülmeye açık bir topluluğa dönüşebilir. Gerçek özgürlük, sorgulayan ve bağımsız bir zihinle mümkündür. "Davar Zihniyeti"nden çıkış, birey olma cesaretiyle başlar.
Bu bağlamda, Sümer atasözü şöyle der:
“Çobanın kaval sesine kanıp yaylaya gittiğini zanneden koyunlar, mezbahaya gittiklerini hiçbir zaman öğrenemediler.”