Türkiye’de 1950’lerden günümüze kırdan kente iç göçün belli başlı nedenlerinin ve sonuçlarının sosyolojik olarak değerlendirilmesi.


ÖZET


Tarım ve hayvancılığın geçim kaynağı olduğu bölgelerde, yaşam şartlarının zorluğu, feodal çatışmalar, artı değerin yönetilememesi, kentlerin avantajları eğitimsiz bireylerin bir bölgeden başka bir bölgeye göç etmelerine sebep olmuştur.

Daha iyisini yapabilirim duygusu, sahip olunan değerin değersizliği, hayal dünyasındaki kentlerin mükemmelliği bulunulan yerin terk edilmesini hızlandırmıştır. Geniş aile baskısından kaçış, çocuklar için eğitim, geleceği bireysel planlama, aile içi çatışmalar, kentlerde yüksek gelir elde edebilme arzusu, belirli bölgelerde kültürel, ideolojik çatışmalar, devletin bölgesel politikaları, can ve mal güvenliği kaygıları kırdan kente göçü teşvik eden etmenlerdir.

Göçün yoğun yaşandığı bölgelerde var olan üretim alanları da hızla azalmaya başlayınca göçü arzulamayanlar için bile kentler cazibe merkezleri olmuştur.

Bu çalışmada; sebep ve sonuç ilişkileri İsmail dayı ve ailesi özelinde değerlendirilecektir.

GİRİŞ


İsmail dayı; yüze yakın büyükbaş, en az yarısı kadar küçük baş hayvana ve bin dönüme yakın ekili alana sahip tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir çiftçidir. Bir ailenin 4. erkek çocuğu ve aynı aileden tüm abilerinin aynı kadınla sırayla evlendikleri son erkek kardeştir. Xece hanım aynı ailenin her ölümden sonra bir küçük kardeşiyle evlendirilen tek annesidir. Bu ailenin 5 erkek 4 kız olmak üzere birbirleriyle babadan amca çocukları, anneden kardeş oldukları 9 çocuğu vardır. Tamamı evlenmiştir. İsmail dayı ölmüştür. Xece hanım hayatının son zamanlarını yaşamaktadır. Halen tarım ve hayvancılıkla uğraşan evin en küçük çocuğu; 2 çocuklu 44 yaşındadır. Doğup büyüdüğü varlık içinde yaşadığı yeri terk etmek için annesinin ölümünü beklemektedir.

İsmail dayı ve Xece hanım çalışkan ve başarılı çiftçilerdir. Tüm üretimlerini hayvan sayılarını arttırarak, ekili alanları çoğaltarak ve her tarafı meyve ağaçlarıyla donatarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Nakit ihtiyaçlarını satılan canlı hayvan paralarıyla karşılamaktadırlar. Satılan süt, peynir ve diğer tarımsal ürünler üretim gücünü arttırmak için kullanılmaktadır.

Büyüyen her çocuk üretime aynı oranda katkıda bulunmaktadır. Üretim araçları hızla gelişmekte tarımsal aktiviteler makineleşmektedir. Temel araç gereçler modern tarıma uygun hale getirilmektedir. Genel bir zorluk ekonomik sıkıntı, köylü hoşnutsuzluğu söylem düzeyindedir. Aile içi ilişkiler, aile bağları feodal kabukları içinde ileri düzeydedir. Geniş ailenin büyümesi, aile bireylerinin yeni aileler kurması, çocuk sayılarının artması yaşam alanlarını aynı oranda genişletmemekte tüm bireyler aynı yaşam alanını paylaşmaktadır. Bu durum aile içi çatışmalara, yaşam alanı zorluklarını başka üretimsel gerekçeler üzerinden başka çelişkiler yaratılarak çatışmalı hale getirmektedir. Temel çelişki perde arkasında bırakılarak anlayış farklılıkları üzerinden geri dönüşü mümkün olmayan feodal inatlar yaratılarak dönüşü olmayan çatışmalar ortaya çıkarılmakta ve bu çelişkiler derinleştirilmektedir.

EŞİTSİZLİK KAVRAMI VE EĞİTİM


Her bireyin yaşam anlayışının ve bekleyişinin eğitimle geliştiği yadsınamaz. Ülkemizde eğitim her bireye eşit şartlarda ulaşamamaktadır. Birey kendi yaşam alanında kendi yaşanmışlıkları oranında yansımalı bir geleceğe hazırlanmaktadır. Amaçsız, umutsuz birey yoktur. Kişiler çoğu zaman umut ettikleri yaşamı, hayalini kurdukları geleceği değil içinde bulundukları tarihsel gerçekliliklerini yaşarlar. Dışına çıkma mücadelesi bireyler için çoğu zaman kahramanlık girişimlerine dönüşmüştür. Dışına çıkabilen kahramanların sayısı genel sayıya oranla istatiksel değer taşımamaktadır. İçinde bulunulan yaşamın dışında yaşam kurma mücadelesinin kırsal kentsel yaşam alanlarından çok içinde bulunulan bilinçsel tatminsizlikle bağlantısı daha çoktur.

Bireylerin içinde bulundukları yaşam alanlarını geliştirme girişimleri, yaşadıkları coğrafyanın ekonomik, politik ve siyasal gelişmişlik düzeyiyle doğru orantılıdır.

Devletlerin, iktidarların ve siyasal aktörlerin insana dair değer yaklaşımlarının gelişmişliği, eşitlik, adalet ve yaşama duyulan saygı değerlerine yaklaşımları, bireylerin toplumsal bakış değerlerini oluşturmaktadır. Değerlerin eşitsizliği bireylerin bakışını ve toplumsal yaşama yansımalarını negatifleştirmektedir. İçinde yaşadığı topluma negatif yaklaşan birey yaşam içinde aradığı mutluluğu bulunduğu alanı terk etmeye bağlamaktadır. Hayallerini, umutlarını ve geleceğe dair planlarını gerçekleştirebileceği yaşam alanlarına yönelmektedir. Bu durumu bulunduğun alanı terk et politikasına dönüştüren bireyler, bireysel kurtuluş mücadelesine girişerek devletlerin ve iktidarların eşitsiz değer anlayışının da devamına sebep olmaktadırlar.

YAŞAM ALANLARINI TERKETME VE KENTLERE GÖÇ


İsmail dayının ailesindeki tüm bireyler periyodik zamanlarda ailelerini topraklarını tüm tarihsel yaşam alanlarını terk ederek cazibe merkezi olduklarını düşündükleri kentlere göç ettiler. Her birey ailesiyle göç ettiği yeni yaşam alanlarına yeniden sıfırdan başlarken vasıfsız, daha kolay yönetilebilir daha kolay yönlendirilebilir durumdaydılar. Sıfırdan artı değere dönüşen bir ailesel ekonomi politika oluşturmak bir birey için bir yaşam süresinin üçte ikisi kadar zaman dilimine mal olmuştur. Geriye kalan yaşam; emeklilik duygusuyla, geçmişe özlemle, vazgeçilen tarihsel gerçeklikle yüz yüze kalmaya dönüşmüştür. Çocuklara verilen öğüt ata topraklarının kutsallığı olmuştur. Her çocuk cazibe merkezi gibi sunulan kentlerde yeni bir yaşamın başlangıç serüveninde tek başına çaresiz, eğitimsiz, savunmasız ve korkuyla bireysel yaşam mücadelesine başlamıştır. Bu durum sadece yanlış politikalarla yönetimsel araçları elinde tutanların işini kolaylaştırmıştır.

İsmail dayının çocukları kentlerde bireysel yaşamlarına devam etmektedirler. Onların çocukları da benzer bir yaşam sürmektedir. İyi bir eğitim alan iyi bir ekonomiye sahip olan birey yoktur. Asgari geçim imkanlarına sahip bireylerin kendi çocuklarına da sunacakları cazip bir gelecek görülmemektedir. Kentsel tabirle içinde yaşadığı bir yuvası olanlar kendilerini şanslı bireyler olarak görmektedir.

İsmail dayının hala yüze yakın büyükbaş, en az yarısı kadar küçük baş hayvanı ve bin dönüme yakın ekili alana sahip tarım ve hayvancılık yapılmaya müsait toprakları var. En küçük çocuğu bu topraklara kentsel mücadelede psikolojik yenilgiyi tatmış diğer aile bireylerinin dönüş hayallerine karşı sert bir duruş sergilemekte, onların bu topraklara dönüp ölümü beklemelerine karşı mücadele etmektedir. Bilinç altında ise annesinin ölümünü beklemekte yaşlı annesinin ölümünden sonra da paraya dönüştürebileceği tarımsal arazi ve hayvanları satarak kentte yaşamayı hayal etmektedir.

SONUÇ

Türkiye’de 1950’lerden günümüze kırdan kente iç göç sadece bireylerin düştüğü bir durum değildir. İktidarların kırsal alanlara devletin imkanlarını götürmeme direnişidir. Kırsal bölgelerde yaşayan bireyler bilinçli politikalarla eğitimsiz kalmaktadır. Çünkü eğitim sistemi bireylere eşit eğitim hizmeti vermemektedir. İş imkanları sadece kentlerde mevcuttur. Bölgesel eşitsizlikler kısıtlı imkanların adaletsiz paylaşımları kentleri tercih edenler için de yetersiz iş, konut sıkıntısı veya var olan konutlardan yararlanamama durumu, çarpık kentleşme, çevresel sorunların tehlikeli duruma gelmesi, göçün ekonomik, sosyolojik, siyasal ve kültürel yönleriyle karmaşık bir olguya dönüşmesine yol açmıştır.

Göç olgusu, çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye’de de başlıca sorunlar arasında yer almaktadır. Bu sorunlar hızla kentlerin avantajlarını ve cazibesini yok ederek kentleri evrensel köylere dönüştürmektedir.

Sonuç olarak göç; hiç bir bireyin planlayarak tercih edebileceği durum değildir. Tüm dünyada mevcut olan göç olgusu, bizim ülkemizde hatta tüm dünyada mevcut imkanların kısıtlı bir kısmının paylaşımı sırasında yönetimsel araçları elinde tutanların bilerek ve planlayarak oluşturduğu bir durumdur. Bu durum tüm dünyada hedeflenen insan yönetimi biçimini kolaylaştıran unsur olarak görülmektedir.

Bilinmelidir ki; hiç bir zaman, doğru yaşam biçimleri geliştirmeye çalışan bireylerin kişiliklerini, yaşam biçimlerini zayıflatarak, çaresizleştirerek mutsuzlaştırarak sonuç elde edilemez. İstenilen yönetimsel anlayış bir süre daha devam edebilir. Unutulmamalıdır ki; hızla gelişen iletişim çağında, modern insan hak ettiği onursal yaşamı kendi topraklarından göç etmeden, akılla tüm yaptırımlara rağmen yeniden inşa etmeyi başaracaktır. Gelişen dünyayı insanlara mutluluk veren mutlu insanlar inşa edecektir.

KAYNAKLAR

Akgür, Z. (1997) Türkiye’de Kırsal Kesimden Kente Göç ve Bölgeler Arası Dengesizlik (1970-1993), 1.bs., Ankara: T.C.Kültür Bakanlığı Yayınları
Başel, H. 2010. İç göçün sonuçları ve işgücüne etkileri. Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 51:288-321.
Eraydın, Ayda. Türkiye’de 1950-1980 Döneminde İller Arası Göçlerin Genel Değerlendirilmesi, (Ankara: DPT Yayını No: 1744. 1981).
Güreşçi Ertuğrul ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ ISSN: 1308–9196 Yıl : 4 Sayı : 7 Aralık 2011 KIRSALDAN KENTE GÖÇ EDENLER ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA: KEMALPAŞA-İSPİR ÖRNEĞİ
Kemal Yaşar İnce Memed 1-2-3-4 Yapı Kredi Yayınları
Kocaman, T. ve Beyazıt S. (1993), Türkiye’de İç Göçler ve Göç Edenlerin Sosyo-Ekonomik Nitelikleri, Ankara: DPT Yayını

ÜNER, Sunday; “Kırsal Yapıda Değime ve Kırdan Kente Göçler”, Türkiye’de Nüfus Sorunu Semineri, Antalya, Nisan 1974.

YAMAK, Rahmi– Yamak, Nebiye; “Türkiye’de Gelir Dağılımı ve iç Göç”, (Çevrimiçi), izmir.sbe.deu.edu.tr/dergi/dergi01/yamak.htm, 24.03.2000.