Nörobilimcilerin yaptığı açıklamaya göre; sessiz kalmak, beklemek, durmak; yani sabretmek, frontal lobu geliştiriyormuş...
Uzun yıllar süren bu deneyde, 4-11 yaşları aralığındaki çocukların önüne, çok aç oldukları bir vakitte, çikolata ve bunun gibi, hayır diyemeyecekleri şeyler konulmuş… “Bunları şimdi yemez, beklerseniz, daha sonra daha güzelleri ve daha çoğu verilecek.” denmiş... Bu çocukların istedikleri şey karşısında “bekleyebilme, durabilme, sakin kalabilme; sabretme yetilerinin takibi yapılmış... Yiyen de olmuş, bekleyip yemeyen de... Bekleyip yemeyenlerin; yani sabredenlerin; yani daha iyisinin verileceğine güvenenlerin, frontal lobunun zamanla daha iyi geliştiği; daha zeki oldukları ve hatta hayat içinde diğer gruba göre daha başarılı seçimler yaptıkları tespit edilmiş.
Frontal lobu gelişmemiş insanlarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, odaklanma sorunları görülür… İleri yaşlarda alzaimera kadar giden yolu var... Bağımlılıklar da bu bölgenin gelişmemesine bağlı olarak var olmakta…
Uzun yıllar süren bu deneyde, 4-11 yaşları aralığındaki çocukların önüne, çok aç oldukları bir vakitte, çikolata ve bunun gibi, hayır diyemeyecekleri şeyler konulmuş… “Bunları şimdi yemez, beklerseniz, daha sonra daha güzelleri ve daha çoğu verilecek.” denmiş... Bu çocukların istedikleri şey karşısında “bekleyebilme, durabilme, sakin kalabilme; sabretme yetilerinin takibi yapılmış... Yiyen de olmuş, bekleyip yemeyen de... Bekleyip yemeyenlerin; yani sabredenlerin; yani daha iyisinin verileceğine güvenenlerin, frontal lobunun zamanla daha iyi geliştiği; daha zeki oldukları ve hatta hayat içinde diğer gruba göre daha başarılı seçimler yaptıkları tespit edilmiş.
Frontal lobu gelişmemiş insanlarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, odaklanma sorunları görülür… İleri yaşlarda alzaimera kadar giden yolu var... Bağımlılıklar da bu bölgenin gelişmemesine bağlı olarak var olmakta…
Sabreden derviş muradına ermiş... Tekkeyi bekleyen derviş çorbayı içermiş... Sabrın sonu selamettir... Allah sabredenlerle beraberdir... Farkında olmasak bize cevaplar çoktan verilmiş...
Sabır, beklemek demek; ama bekleyip bekleyip sonunda patlamak demek değil... Sabretmek, duygular arasında savrulmak değil... “Bekliyorum; ama göreceğiz bakalım sonunu!” beklemesi değil... Sabretmek kurban olmak değil... Kısacası, beklediğini, sabrettiğini “sanmak” hiç değil!...
Sabır “ilâhî güç” tarafından desteklendiğinin eminliğinde olmaktır… İşte tam bu yüzden “rahat olmak”tır... Sabır, teslim olmaktır bir başka ifadeyle... Sebretmek, çok arzulamana rağmen olmaması karşısında da isyan etmeden kabullenebilme sanatıdır.
Sabır, sanattır; sanatın da sabrın ürünü olması gibi...
Sabır da, sanat da ince işçiliği gerektirir... İncelik hamlıktan kurtulmaktır!... Ham mermer sanat eseri değilken; o ham mermerden yapılan Michelangelo heykeli sanattır... Ne demiştir, “Nasıl yaptınız bu heykeli?” diye sorduklarında Michelangelo: “Fazlalıklarını attım!”
Sabır da, dilinden gereksiz sözü atar, bedeninden gereksiz hareketi atar, boğazından gereksiz sesi atar… Şiddet kalmaz, kalp kırmak olmaz... Çığlık ise derine gider ve o noktada seni yakar elbette; ama olgunlaştırır... Hep demezler mi en zorlandığın yer, en çok ihtiyacın olan gelişmeyi sağlayacağın yerdir... En karanlık an, aydınlığın başlayacağı andır... Zorlandığı anda gelişmeye başlar kas... Bedenen de, zihnen de aynı durum geçerlidir; çünkü beyin kas gibi çalışır... Yeni bir şey öğrenirken zannedersin ve hissedersin ki, beynin yanar... Yandığın an, sabrın meyvesi, beklediğin tekkenin çorbasıdır... Tabii ki bu hâl, her daim ve her şeyde olmalı... Bir öğünde doyunca bir sonraki öğünde karnının yeniden açıkması gibi...
Sabır, geliştiriyormuş insanın beynini ve de zekasını... Sadece seyretmek yorumsuzca kendini ve olan biteni...
Derler ki; ağızdan çıkmadan önce sen sözün efendisisin, ağızdan çıktıktan sonra o senin efendindir!...
Boğaz dokuz boğum... Dokuz kere yutkun onuncuda söyle!...
Bir şeyi söylemeden önce nefes al da sakin biraz bekle... İster söyle, ister bekle… Beklediğin anda açılıyor içeriden bir kapı… Söz gümüş, sukût altın… Acele edersen her şey yerle yeksan… Bakmışsın ki işe karışmış şeytan!..
Unutmamak gerekir ki en çok sabredenler de peygamberlerdir...
Peygambere ait hikâyelerde izletilir sabrın zirvesi ve bunun getirdiği olgunluk en temel derstir... Öyle bir sabırdır ki bu, en büyük kötülüğü yapana bile gönülden hidayete erişmesi için dua edebilecek kadar bir sabır...
Sabret, hiç bir beklentiye girmeden ve o beklentini kontrol etmeden sabret.... Sabrın kendine yükselen bir merdiven olduğunu hatırla!...
Sabır seni sana bağlayan bir tohum; yetiştiğinde zaten meyvesi senin; hatta bizzat sensin!...
Sabır, beklemek demek; ama bekleyip bekleyip sonunda patlamak demek değil... Sabretmek, duygular arasında savrulmak değil... “Bekliyorum; ama göreceğiz bakalım sonunu!” beklemesi değil... Sabretmek kurban olmak değil... Kısacası, beklediğini, sabrettiğini “sanmak” hiç değil!...
Sabır “ilâhî güç” tarafından desteklendiğinin eminliğinde olmaktır… İşte tam bu yüzden “rahat olmak”tır... Sabır, teslim olmaktır bir başka ifadeyle... Sebretmek, çok arzulamana rağmen olmaması karşısında da isyan etmeden kabullenebilme sanatıdır.
Sabır, sanattır; sanatın da sabrın ürünü olması gibi...
Sabır da, sanat da ince işçiliği gerektirir... İncelik hamlıktan kurtulmaktır!... Ham mermer sanat eseri değilken; o ham mermerden yapılan Michelangelo heykeli sanattır... Ne demiştir, “Nasıl yaptınız bu heykeli?” diye sorduklarında Michelangelo: “Fazlalıklarını attım!”
Sabır da, dilinden gereksiz sözü atar, bedeninden gereksiz hareketi atar, boğazından gereksiz sesi atar… Şiddet kalmaz, kalp kırmak olmaz... Çığlık ise derine gider ve o noktada seni yakar elbette; ama olgunlaştırır... Hep demezler mi en zorlandığın yer, en çok ihtiyacın olan gelişmeyi sağlayacağın yerdir... En karanlık an, aydınlığın başlayacağı andır... Zorlandığı anda gelişmeye başlar kas... Bedenen de, zihnen de aynı durum geçerlidir; çünkü beyin kas gibi çalışır... Yeni bir şey öğrenirken zannedersin ve hissedersin ki, beynin yanar... Yandığın an, sabrın meyvesi, beklediğin tekkenin çorbasıdır... Tabii ki bu hâl, her daim ve her şeyde olmalı... Bir öğünde doyunca bir sonraki öğünde karnının yeniden açıkması gibi...
Sabır, geliştiriyormuş insanın beynini ve de zekasını... Sadece seyretmek yorumsuzca kendini ve olan biteni...
Derler ki; ağızdan çıkmadan önce sen sözün efendisisin, ağızdan çıktıktan sonra o senin efendindir!...
Boğaz dokuz boğum... Dokuz kere yutkun onuncuda söyle!...
Bir şeyi söylemeden önce nefes al da sakin biraz bekle... İster söyle, ister bekle… Beklediğin anda açılıyor içeriden bir kapı… Söz gümüş, sukût altın… Acele edersen her şey yerle yeksan… Bakmışsın ki işe karışmış şeytan!..
Unutmamak gerekir ki en çok sabredenler de peygamberlerdir...
Peygambere ait hikâyelerde izletilir sabrın zirvesi ve bunun getirdiği olgunluk en temel derstir... Öyle bir sabırdır ki bu, en büyük kötülüğü yapana bile gönülden hidayete erişmesi için dua edebilecek kadar bir sabır...
Sabret, hiç bir beklentiye girmeden ve o beklentini kontrol etmeden sabret.... Sabrın kendine yükselen bir merdiven olduğunu hatırla!...
Sabır seni sana bağlayan bir tohum; yetiştiğinde zaten meyvesi senin; hatta bizzat sensin!...