Nafaka bir insanın sorumluluk üstleneceği ailesine karşı nikâh sonrası yapması farz olan bir takım ayni ve nakdi temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik harcamalardır. Bu temel harcamalar zamana, hale, örf ve âdete göre değişebilir nitelikte yemek, yiyecek, giyecek, barınacak mesken ve ev eşyası gibi ihtiyaçlar bu kapsamda değerlendirilir. Bir kadının nafaka hakkı öncelikle hayatta olan kocasının üzerine düşen asli vazifedir, hatta kadın zengin olsa bile kocası üzerine farz hükmünde boyun borcudur. Ancak nafaka verecek bir erkek, hanımı zenginse orta hal nafakası, her ikisi fakirse fakir nafakası, her ikisi de zenginseler zengin nafakası vermesi lazım gelir. Anlaşılan o ki, kadın hiçbir şekilde kendi malından harcama yapmaya zorlanamaz, hatta çalışması için baskı yapılmaz da. Aksi halde şer'an haram olur.

Malum, nafaka hakkı sadece kadınla sınırlı değil; füru (çocuklar ve torunlar) ve usul (ana, baba, büyük anneler ve büyük babalar) de buna dâhildir. Hiç kuşkusuz bunlardan çoluk çocuğun nafakası birinci derecede babanın sorumluluğunda bir yükümlülüktür. Elbette ki aile reisi olmak kolay bir iş değil, dolayısıyla bir baba yetiştireceği çocuklarını iş aş bulacağı çağa kadar nafaka ihtiyacını karşılamakla mükelleftir.  Hele yetiştireceği çocuk kız çocuğu ise evleninceye kadar bakması mecburidir. Buna fakir dul kızda dâhildir. Kız çocuğu ne zaman ki, nikâh kıyıp kocaya varır ancak o zaman babadan bu hak düşebiliyor. Derken evlilikle birlikte bu görevi kocası üstlenmiş olur. Hatta bir erkek düğünden önce nikâh kıydığı kızı evine çağırmasa da nafaka vermesi icap eder. Şayet nikâh kıydığı kız düğünden önce çağırır da gelmezse bu durumda nafakayı kızın babası karşılar.
Bir baba buluğ ermiş büyük erkek evlatları sakat ya da çalışamaz durumdaysa gelinlerine (oğulların eşleri) nafaka vermek mecburiyetinde değildir. Ama şu da var ki; bir baba sakat oğullarını iyileşinceye kadar bakması lazım gelir, ancak evlat zenginse kendi malından ihtiyacı giderilir, yok eğer bu çocuklar gerçekten hizmetçiye muhtaç haldeler ve bu hizmetçi karıları olsa bile bu kez nafaka vermek gerekir. Bir aile ocağında çocukların babası fakirse nafaka yükümlülüğü babaya ödetmek kaydıyla zengin olan anne karşılar, yok eğer annede fakirse bu kez zengin olan dede karşılar. Besbelli ki; sorumluluk noktasında dede ve ninelerde baba ve ana gibidirler. Hatta baba hayatta değilse de bu silsile takip edilir. Oldu ya nafakaya muhtaç çocuklar değil de ebeveynler muhtaçsa,  bu kez nafaka sorumluluğu hali vaktinde yerinde zengin erkek ve kız evlatlar arasında pay edilir. Fakat bu paylaşımdan fakir olan evlatlar istisnadır, ancak fakir evlatlarda çorbada tuzumuz olsun misali ebeveynlerini yanlarına almakla bir tür paylaşım katkısı yapmış olurlar. Şayet dede ve ninede hayatta yoksalar fakir çocuğun nafakasını zengin kız kardeş, zengin anne, zengin amca üstlenip ortaklaşa hallederler. Nasıl mı? İşte böyle bir paylaşımda üçte birini anne karşılarken, diğer yarısını kardeş, geriye kalan üstünü ise amca tamamlar, böylece üzerilerine vacip olan hükmü yerine getirmiş olurlar. Şu da var ki; usul ve fürudan mahrum ortada kalan erkek evlatların ihtiyaçlarını gidermeye yönelik yakınlarınca (havaşi) karşılanacak nafaka için baliğ, çalışamaz durumda ve yoksul olma gibi şartlar aranır. Hatta çocukları olan kocasız kalan kadınlar da öyledir, yani dul kalmış kadınların fakir olması gerekir ki; nafakaya hak ediş kazansın. Bir insan düşünün ki hem fakir, hem de usul ve fürudan yoksun çalışabilecek güçte büyük erkek biri, böyle biri için akrabaların nafaka vermesi gerekmez, zaten çalışmasına herhangi mani bir durum olmayana nafaka vermek şeran vacip değildir. Yine öyle muhtaç küçük çocuklar düşünün ki hiç çalacak kapıları yok, ya da hali vakti yerinde her hangi bir zengin yakınları da yoktur, böyle bir durumda ister istemez devletin şefkat eli devreye girip maaş bağlanır da. İşte görüyorsunuz, İslam'da her halükarda iş ve aşa muhtaç olana duyarsız kalınmaz, değim yerindeyse ihtiyaç sahipleri için tüm kanallar işletilip aça aş, çıplağa bez giydirmek, barınmak gibi nafakalardan mahrum edilmezler. 
Bir kimse ebeveynlerinden sadece birine nafaka verecek güçte ise böyle bir durumda nafaka önceliği anneden yana kullanılır. Keza öncelik açısından akraba nafakası da öyledir. Bilhassa akrabadan nafaka verilecek kişi kadınsa öncelikle yoksul olması göz önünde bulundurulur, erkekse hem yoksul oluşu, hem de çocuk yaşta olması esas alınır. Bu arada hâkim nafaka hakkı tayin ederken nafaka ödeyecek olan her kimse mesleki durumunu göz önünde bulundurup o kişi gündelik çalışansa günlük, aylıkçıysa aylık, haftalıksa haftalık, yıllık ücretli çalışansa yıllık bir değer biçer. Mesela nafaka verecek durumda olan kişi gündelik çalışansa nafakayı her günün fecir vaktinden itibaren vermesi lazım gelir. Tabii bu da yetmez, hâkim buna ilaveten büyükler için her altı ayda bir, küçükler içinse her dört ayda bir kat elbise takdir eder.
 
Bir erkek hanımıyla birlikte geçireceği meskenin kolu komşuluk haklarını gözeten ve komşuluk bilincine haiz kimselerin bulunduğu mesken olmalıdır. Aksi takdirde bu yuva şer’i mesken sayılmaz. Hani “ev alma, komşu al” derler ya, aynen öyle de bir kadın için en ihtiyaç olan meşrebine uygun bir ortamla buluşmasıdır, hatta bu ihtiyaçtan öte bir zarurettir. Gerçekten de komşuluk öyle mühim bir husus ki; bir kadın komşusuz evde tek başına kalmak durumda kalmışsa kocanın mutlaka hanımının hasbıhal edeceği ortamı sağlama arayışına girmesi üzerine düşen en mühim vazifedir. Hatta ikamet edilen yerde doğru dürüst itikadı düzgün insan kalmamış, her türlü bidatin kol gezdiği, fitne fücurun tavan yaptığı bir yer mahalleyse mahalle, şehirse şehir hiç fark etmez taşınmak vacip olur. Çünkü dinin muhafazası her şeyden önceliklidir. Ama iyi konu komşu edinmiş bir meskende ikamet edenler için böyle bir arayış gerekmez.
Fıkıh kaynaklardan bilhassa Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuk-ı İslamiye Kamusu’na baktığımızda nafaka hak edişi için bir takım usul ve şartların yerine getirilmesi gerekir.  İşte bu haklardan en dikkat çekenlerini şöyle özetleyebiliriz; 
- İlk evvela nikâh sahih olmalıdır.
-Nafaka için temel ihtiyaçlar satılamaz. Zira asli eşyalar üstünlük bakımdan başkalarının haklarından önde gelir.
-Bir kadının çocuklarının başında durup annelik yapması yetmez, bunun yanı sıra erkeğine sadık bir eşte olmalıdır. Öyle bir kadın düşünün ki; kocasının haklı istek ve arzularına vurdumduymaz bir tip, aynı zamanda izinsiz evden çıktığında gidip gelmek bilmez biri, elbette ki bu durumda nafaka vermek gerekmez.  Yine bir kadın düşünün ki; kocası sefer mesafesi uzakta olan bir yerde yanına çağırmış, ancak hanımı mahremi olmadığı için çağrıya icabet edememiş,  bu durumda birinci örneğin tam aksine makul sebep gereği nafakası kesilmez. Dikkat edin sefer mesafesi bir uzaklık diyoruz,  şayet söz konusu olan yer sefer mesafesi uzaklıkta bir yer değilse çağrıya icabet etmesi gerekir, aksi takdirde nafaka hakkı düşer.
-Kadın başkası tarafından gözetim altına ya da hapsedilmiş olsa nafaka hakkı elde edemez, çünkü ortada görüşme ve birleşmeye engel durum zuhur etmiştir. Ama koca öyle değildir, yani koca hapse düşse de karısının nafaka hakkı bakidir, vermek durumdadır. Nasıl mı? Pekâlâ, kadın bilahare kocasından almak üzere hâkimin takdiriyle borç alma yoluyla kendi ihtiyacını giderebilir. 
-Kadın mahremiyle bir Hac farizasını yerine getirmek için yolculuğa çıkmış olsa kocasından nafaka hak talep edemez, ancak kocasıyla beraber yola çıktığında sadece ikamet nafakası yerine getirilip yol parası verilmez. Şayet koca içinden gelip yol parası verirse gayet  örnek bir  tutum olur. 
-Nafakaya hak kazanmış yakınların, kadın ya da çalışamayacak durumda fakir erkek evlatlardan olmalı.
-Nafaka verecek kişi başkasına ekonomik yönden bağımlı ve muhtaç biri olmamalı.
-Nafaka verenle nafaka alan arasında akrabalık bağı olmalı.
-Bir kadın düşünün ki; nikâhlı veya iddet bekliyor halde dinden çıkmış (mürted) olsa nafaka iptal olur. Hatta yeniden Müslüman olsa da nafaka hakkı geri dönmez. Ancak Müslüman olup nikâhı yenilediğinde nafakayı hak eder.
-Bir kadın ölüm iddeti beklemesindeyse kocasından kalan mirastan nafaka hak talep edemez. Ancak boşanan kadın böyle değildir,  bilakis iddet müddeti içerisinde nafaka hakkı devam eder, bu demek oluyor ki; iddet müddeti bittiği an nafakada bitmiş olacaktır. Fakat buluğa ermemiş erkek çocuğu ve evlenmemiş kız çocuğu varsa onların nafakası devam eder. 
-Yuva kurulan bir ev kadının mülkü sayıldığından, bir kadın kocasını eve almaz, kapıyı suratına çarpar vaziyette kovarsa erkeğin nafaka vermesi gerekmez. Fakat bir kadın kocasına evine götür teklifinde bulunur kocada kendi evine götürmezse bu durumda nafaka vermesi gerekir.
-Kadın asabi, agresif, olur olmaz her şeye itiraz eden, ansız karşı çıkışlar yapan karakterde olmamalıdır. Bir kadın kocasına itaatten imtina ettiğinde ya da ortada hiç bir sebep yokken kocasından habersiz evi terk edip gitmesi itaatsizlik addedileceğinden nafaka hakkını yitirir. Bir kadın kocasına karşı itaate yanaşmaz, asi bir tutum sergilerse itaatsizliğin bedeli olarak ister istemez nafakası kesilir. Ancak bir kadın kocasına asabi, fevri davranışlarıyla karşılık vermeyi terk ettiği takdirde nafakayı hak eder.
-Kocasından kaçan bir kadına nafaka vermek gerekmez, ancak pişman olup geri dönerse yeniden nafaka hakkı elde eder.  Bunun tam tersi durumda ise, yani bir koca hanımına nafaka bırakmaksızın sorumsuzca çekip gittiğinde ya da ortaya çıkmaz veya kayıplara karıştığında hâkimin belirlediği ölçülerde nafakayı hak eder. Yukarıda da belirttiğimiz üzere böyle bir duruma düşmüş bir kadının hâkim izniyle sonradan kocasından almak üzere borç alarak nafaka ihtiyacını giderebilir. Şayet bu yolla ihtiyaçlarını gideremezse çalışıp kocası üzerine borç kaydettirir. Yok, eğer çalışmak için iş bulamadı her gün için dilenmeye müsaade vardır.  Ve bu dilenme süre içerisinde ileriye yönelik kocasının namına borç olarak geçirir. 
-Nafaka vermekle yükümlü olan her kimse bu yükümlülüğü yerine getirmeye yönelik ev için elzem temel ihtiyaç eşyaları satması uygun değildir. Peki ya baba kendi nafakası için oğlunun eşyalarını satmaya kalkıştığında hüküm nedir derseniz,  bu durumda satar satmasına ama sadece nafaka için satar, asla bina ve arsa satamaz. Söz konusu anneyse bu durumda temel ihtiyaçtan sayılan eşya bile satılmaz.
-Ekonomik yönden zor durumda kalan bir koca karısının nafakasını ihmal ettiğinden dolayı hapsedilemez. Ancak kadın nafaka hakkı hususunda ısrarcılığını sürdürüp talebinden vazgeçmediği durumlarda koca hapse mahkûm edilebilir. 
-Bir kadın mihri'ni aldığı halde kocasıyla beraber bir yere gitmekten sakınırsa kocasına karşı gelmiş sayılır.
-İ’la ve zihar hallerinde de nafaka hakkı devam eder. Keza bir kadın cinsel ilişkiye engel rahim hastalığa kapılmış veya cinsel ilişki kurulması imkânsız bir illeti olsa da nafaka hakkı düşmez. Hatta erkek açısından da öyledir. Nitekim bir erkek iktidarsız veya cinsel organı kusurlu ya da cinsel organı yoksa da karısının nafakasını vermesi gerekir.
-Kadın için ev işlerini hal düzene koyması, yemek pişirmesi, çamaşır yıkaması, çocuğunu emzirmesi ahlaki bir görevdir, isterse babası ileri gelenlerden biri olsun, ahlaken yapması lazım gelir, diyaneten mecburda. Ancak dikiş, nakış ve işleme türü şeyler ev işi sayılmadığından bunları yapmaya mecbur değildir. Anlaşılan o ki; İslam’da bir erkeğin karısının nafakasını temin etmesi, eşiyle güzel geçinmesi esasken, bir kadınında koca evinde itaatkâr olması, çocuğunu emzirmek vs. gibi bir takım ahlaki görevleri yerine getirmesi esastır. Bakın Rasulullah (s.a.v) Hz. Ali ile kızı Fatıma arasında iş bölümü yaparken iç işlerini Hz. Fatıma annemize, evin dışındaki işleri de Hz. Ali (k.v)’e tahsis etmiştir. Oldu ya kadın ev işlerini hizmetçi yoluyla halletmek istiyor, bu durumda bir kadının iki veya daha fazla hizmetçisi bulunsa zengin koca bunlardan sadece biri için ücret vermekle yükümlüdür. Ancak karısından birçok çocuk bulunup birden fazla hizmetçiye ihtiyaç durumu bundan istisnadır. Besbelli ki İslam’da bir erkeğin karısının gönlünü hoş tutmak ve ihtiyaç hissettiği şeyleri temin etmesi yönünde kısıtlamak yerine teşvik vardır. Bilhassa bu noktada aile saadeti adına bir erkeğin hiç olmazsa hizmetçi nafakasını bir fakir kadın nafakası nisbetinde vermesi lazım gelir. Bu arada şunu belirtmekte fayda var; nafaka verecek erkek derken,  elbette ki hali vaktinde olanı kastediyoruz, yani erkek fakirse hizmetçi nafaka vermesi gerekmez
MİHR

Hiç kuşkusuz bir kadın için nafaka hak edişi kadar mihr’de çok önem hak ediştir. Madem öyle, fıkıh kaynaklara bakaraktan birazda mihrden bahsedelim. 

Malum, bir Müslüman nikâhını mihrsiz kıysa da mihrin gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Çünkü nikâh öncesi söylenmese de evlilik sonrası erkeğin hanımına mehr-i misil vermesi kadının en tabii hakkıdır. Ancak bir gayrimüslim, gayrimüslim kadını mihrsiz olarak nikâhladığında şayet mensup oldukları dinde mihrsiz nikâh caizse nikâhtan sonra ilişki, boşama veya ölüm olsa da mihr vermek gerekmez. Hatta nikâhtan sonra eşlerden biri İslam’ı kabul etse hüküm yine aynıdır. Anlaşılan Müslümanlar arasında mihr akdin başlangıcında şart olup, sonrasında şart söz konusu değildir.
Mihr’in en alt birimi on dirhem gümüştür. Aslında bu bir kadın için kendisine gösterilen baş tacı değer bir yana, bir nevi mali güvence nitelikte sayılabilecek bir bedel ödemedir. Böylece bu güvence sayesinde kadın baş tacı konumunu yükseltmiş olur. Ancak şu da bir gerçek; mihr takdirinde aşırıya kaçmakta doğru olmaz, aksi takdirde erkekler mali yönden evlenmekte güçlükler yaşayabilirler, bu yüzden birtakım dengeleri gözetmek gerekir. Mihrde asl olan, hem erkeğin hem de kadının karşılıklı hak ve çıkarları gözetilmesi esastır. Nitekim Hz. Ömer (r.anh) bu hususta bir hutbede; “Kadınların mihrlerinde sınırı aşmayın. Eğer o dünya hayatında bir şeref ve Allah katında bir takva vesilesi olsaydı, buna en çok Allah Resulü layık olur ve hanımlarının mihrlerini artırırdı” diye irad etmiştir. Kaldı ki; mihrinde kendi içinde belirlenmiş mihr, emsal mihr, vadeli mihr, peşin mihr gibi türleri vardır. Tabi bu türlerde şarta bağlı olarak hüküm kazanır. Madem mihrde emsal söz konusu, o halde bir kadın için baba tarafından kız kardeşi, teyzeleri, öz kız kardeşlerinin kızları ve amca kızları emsallerinin mihrleri emsal alınıp, anne tarafındaki emsal mihirler baz alınmaz. Fakat anne ve babanın aynı nesepten olmaları bundan istisnadır. Şayet ortada baba tarafından emsal yoksa bu kez çevreye bakıp, çevredeki kızların emsalleri esas alınır.
Peki, mihr ne üzerinden takdir edilir? Bir kere genel itibariyle mihr bilinerek belirlenen ticari mal, taşınmaz, hayvan, ölçülebilen tartılan cinsten mal olacağı gibi bilinerek belirlenemeyecek som altın ve gümüşte olabilir. Farklı altınların tedavülde olduğu bir belde de ise altınlardan hangisi revaçtaysa mihr olarak o verilir. Şayet mihr hayvan cinsinden bir belirsiz bir at veya bir koyun dile getirildiğinde bunlardan orta derecede olanlarından mihr olarak verilmesi lazım gelir. Mihr illa peşin vermek şart değildir,  borç olması da caizdir. Şayet mihr nakit olarak ödenecekse nakit hükmünde herhangi bir sikke olması da caizdir. Ayrıca mihr akitleşmesini örneklendirecek olursak bir koca; ‘Evimi mihr olarak verdim’ dediğinde; tek bir evi olsa da o evi aynen vermek durumundadır.
        
Şu da var ki; bir kadın dul kalmışsa mihrini rızası olmadan velisi alamaz. Fakat yetişkin bekârın mihr’ini rızasına bağlı olarak vekâlet göstermeksizin babası isteyip teslim alabilir. Bakirenin diğer velilerinin izinsiz mihri teslim alması caiz değildir. Mihri teslim alma hususunda baba tarafından dede de yetkilidir, ama diğer veliler izinsiz almaya salahiyetli değildir.
Velhasıl; nafaka ve mihr hususu bu anlatılanlarla sınırlı değil, daha geniş kapsamlı elbet, ancak kelimenin tam anlamıyla şu kadarını diyebiliriz ki mihr ve nafaka kadını ekonomik yönden donatan ve güvence altına alan şer’i bir uygulamadır.

Vesselam.