Hz. Ali'nin (k.v) hilafet dönemine baktığımızda ihtilafların kaynağında kabile ruhunun, nizama karşı başkaldırışı söz konusudur. Öyle ki, Haricilerin nizama başkaldırışı Müslüman kanının akıtılmasına yol açmıştır. Zaten Nizamsızlığı ilke edinen Harici güruhundan başka ne beklenirdi ki. Maalesef onlarda hukuk tanımazlık, kuralsızlık had safhada olduğundan kendilerini nizam karşıtı bir cephede bulmuşlardır. Kelimenin tam anlamıyla Hz. Ali (k.v.) kurallılığın timsali, Hariciler de kuralsızlığı ilke edinmiş temsilcileridir. 

Bakın, Hariciler Sıffın vakasında Hz. Ali'yi önce hakeme (tahkime)  başvurmaya zorlamışlar sonrasın da zorladıkları tahkimi reddetmişlerdir. Derken Hz. Ali'ye (k.v.) doğrudan cephe almışlardır. Hariciler Nizam-ı Âlem iksirinden bihaber olduklarından her daim hukuktan yana tavır koyan Hz. Ali'ye (k.v.)  karşı zorluk çıkarmışlardır. Hadi buna idrak yanılması desek bile, peki kan dökmek niye?  Demek ki hislerle hareket etmek kardeşkanının dökülmesine sebep olabiliyor. Nitekim nizamsızlık ruhunun galebe çalmasının Haricilikle ilgili bağı Sıffın Vakası'dır. Malum, Sıffın'da içtihat farklılığı neticesi karşı karşıya gelen Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasında ki mücadelede savaşın tam Hz. Ali'nin lehine dönüşeceği esnada Kur'an sayfaları mızrakların ucuna bağlanmasıyla birlikte; "Allah'ın kitabı aramızda hakem olsun" teklifi savaşın seyrini değiştirmeye yetmiştir. Tabii Hz. Ali (k.v.) bu mızraklara bağlanan Kelam-ı Kadim'in bir hile olduğunun farkına varmakta gecikmez. Ancak ordusuna; "Kur'an kaldırma hadisesinin bir hile, iki yüzlülük ve tuzak olduğunu ve savaşa devam edilmesi" gerektiğini ikaz etse de tüm bu çabalar sonuç vermeyecektir. Öyle ki, nizam'dan nasiplenmemiş kabile ruhu Hz. Muaviye'nin tahkim isteğini (hakeme müracaatı) Emir'ül Mü'minin'e kabul ettirir de.  Kabul ettirdiler de ne oldu,  tahkim için her iki tarafın temsilen seçtiği elçilerin karşılıklı görüşmeleri esnasında Amr İbn-i As'ın ustaca hamlesiyle Hz. Ali'nin (k.v.) "Emir'ül Mümin" sıfatı hakem kararıyla kaldırılmasına neden olmuştur. İlginçtir bu gelişmelerin ardından Hz. Ali'yi tahkime zorlayanlar bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dedirttirecek cinsten tam tersi bir tutum takınarak bu sefer de "Allah'tan başka hüküm verici yoktur" ayetini sloganlaştırıp devlet başkanını kâfirlikle suçlayacaklardır. Hani söz namustu, hani akitten dönülmezdi, maalesef bir çırpıda verilen söz rafa kaldırılabiliyor. Dedik ya kuralsızlık, hukuksuzluk, hislerle hareket etmeyi gerektiriyor. Şayet Hz. Ali (k.v.)  gibi  "Ahitleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, Allah'ı kefil kılarak pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın" ayetini ölçü alsalardı sözünün eri olacaklardı. Hadi bundan vazgeçtik madem gafil davranıp Emir'ül Mümini zorlayarak da olsa bir şekilde hakeme gitmişsiniz,  hiç olmazsa ahitleşmenin gereğini yerine getirmek gerekmez miydi? Ne mümkün, artık bu aşamadan sonra Kur'an-ı Kerim'in ahkâmına ters düşmek pahasına sözlerini yemişlerdir. Evet, hakem olayı bir kırılma noktasıdır. Üstelik Hariciler ismine uygun davranıp Hz. Ali'den (k.v.) ayrılmışlar da.  Derken tarihte kanlı olayların yaşanmasına kapı aralamışlardır.

Bilindiği üzere "La hukme illa lillah-Hüküm yalnız Allah'ındır" ayetinin buyruğuna ilim kapısı Hz. Ali'nin bakışı ile hislerle hareket eden bilgiden yoksun Haricilerin bakışı başkadır. Hakeza, "Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenler kâfirdir" ayetinden anladıkları da farklıdır. Tıpkı günümüzde Sünni ulema'nın Kur'an-ı Kerim ayetlerine verdiği gerçek mana ile Ehli Sünnet dışı radikal grupların yükledikleri anlam kaymasına benzer bir durum vardır ortada. Ayetler iyi tetkik edildiğinde, "küfür" ithamının muhatabı Müslümanlar değil Yahudilerle alakalı bir husus olduğu anlaşılır. Ehlisünnet âlimlerimiz bu nedenle Allah'ın hükmüyle hükmetmeyen bir Müslüman'ın küfre girmeyeceğini,  sadece günahkâr olabileceğini beyan buyurmuşlardır.

Cehalet gerçekten çok kötü bir hastalıktır, çevreye de zarar veren bir maraz durum. Üstat Necip Fazıl kitabına; 'Çöle inen nur' ismini vermesi boşa değil elbet. Nurda ışık var, karanlıkta cehalet vardır. İşte bu yüzden çöl insanının İslam medeniyetinin ortaya koyduğu şehirleşme, devlet organizasyonu, müesseseleşme gibi bir dizi nizam ve kaidelere intibakı kolay olmadı. Çöl ruhunun nizama geçişte ki tavrı hep sancılı geçmiştir. Resulullah'ın (s.a.v) "Kim çölde oturursa katılaşır, kim av peşinde koşarsa yitirir ve her kim saltanata geçerse bozulur" hadis-i şerifi tüm hızıyla İslam âleminin birçok yerinde yaşanmış ve devam etmişte.  Hariciler nizam ve asayiş mevzularına o kadar yabancı kaldılar ki kendi dışındakileri rahatlıkla tekfirlikle (kâfirlikle) suçlayabiliyorlardı. Hatta kendi vehimlerini hakikat sanıp iman mücadelesi haline dönüştürmüşlerdir. Belli ki kapasiteleri ancak buna yetiyordu, bilgiden yoksunluk ister istemez onları nizamsız kılmıştır. Oysaki her önüne geleni kâfirlikle suçlayıp kan dökmeye kalkışıldığında ortada ne nizam kalır, ne de devlet.  İşte görüyorsunuz, kötülüğe karşı elle müdahalenin devlet eliyle olduğunu beyan eden fıkıh âlimlerimizin tavrıyla, Kuran'da ki ayetleri kendi kişisel his ve hesaplarıyla karıştıran militan Müslüman anlayışı çok farklıdır. Herkes ceza verme yetkisini kendinde görmeye kalkışırsa, ortalığın hali nice olur, anarşi ve kargaşanın kol gezeceği muhakkak. 

Anarşizmin zıddı nizam, intizam ve adalet gibi öğeler hukuku ayakta tutan en önemli ilkelerdir. Bu yüzden İslam uleması siyasi mevzuları iman konusu yapmaz,  meseleleri daima fıkıh veya bir takım kurallar çerçevesinde ele alıp nizami içtihatta bulunmak esastır. Tabiî ki bunda Hz. Ali'nin (k.v.) açtığı Nizam-ı Âlem çığırı ve hukuki kaidelerinin ehlisünnet âlimleri üzerinde çok büyük bir etkisi olmuştur. Zaten Peygamberimizin (s.a.v); "Ya Ali ben Kur'an'ın tenzili (nüzulü inişi) üzerine harb ettim, sense tevili (yorumu-içtihadı) üzerine harb edeceksin" hadisi bu gerçeğe işarettir.

Allah ve Resulünün buyruğunu derin anlamını, ya da Kur'an'ın nüzul sebeplerini ve gayesini bilmeden körü körüne kuru mantık garabeti sergilemek Haricileri başkaldıran grup haline düşürmüştür. Kaldı ki karşılarına aldıkları cenah küffar olsa gam yemeyiz, bizatihi Müslümanı hedef almışlardır. Tarih boyunca da hep böyle olmuştur. Sorgusuzluk, sualsizlik, nizamsızlık ve devletsizlik diz boyu olup hayatlarının büyük bölümünü bir hiç uğruna geçirmişlerdir. Bilhassa hakem olayında her iki lideri de kâfirlikle suçlayacak kadar had ve hududu aşmışlardır. İşte bu noktada artık bu kadarda gayri yeter cinsten, bir yandan Hz. Ali'nin (k.v.) halife içtihadıyla Haricilere karşı verdiği mücadele, diğer yandan Hz. Muaviye'nin  (r.anh)  mülk ve saltanat içtihadıyla karşı koyan bir dizi hadiseler yaşanmıştır. Kim bilir belki de gizli bir güç bu tip hadiselerden ders çıkaralım diye sanki bize; ister halife içtihadıyla isterse mülk ve saltanat içtihadıyla mücadele verilsin, ortada nizamla nizamsızlık arasında bir kavganın varlığı dikkatimize sunulmuş gibi.

Elbette ki bu konu bu kadarla da sınırlı değil,  Haricilerin nizamsızlıklarından alınacak daha birçok ibretlik dersler var. Gel de ibret alma,  bakın giriştikleri birçok kanlı eylemlerde Haricilerin gözleri öylesine dönmüş ki meselenin boyutu Hz. Ali'yi (k.v.) şehit edecek noktaya ulaşır da. Önce Yüce Halifeyi tekfir ilan ettiler, yetmedi bu ilanı meşrulaştıracak öldürme eylemine girişmişlerdir. Derken ilim ve hikmet kapısı Nizam-ı âlem misyonu yüklenmiş ve Allah indinde Allah'ın Aslanı ithafına mazhar olmuş bir halifenin sabah namazı için haneyi saadetinden mescide koyulurken ansızın bir Harici militanının suikastına uğrayıp aldığı darbeler sonucu şehit olmuştur.  Bakın O, Allah'a yürürken (şehit) bile son nefesinde Nizam-ı âlem dersi vermeyi ihmal etmeyip katili için şöyle demiştir;

"Ben fevt olursam bunu da kısasen katlediniz. Ey Abdülmuttalip oğulları! Emir'ül Müminin katl olundu diyerek Müslümanların kanına dalmayınız, benim için ancak katilim katl olur."  İşte suçların şahsiliği prensibi bu sözlerde ziyadesiyle mevcut bile. Hatta bu vasiyet, İslam'ın engin hukuki anlayışını ortaya koymaya yeter artar da. Gerçekten de suçların şahsiliği prensibi bugünkü evrensel hukuka rehber olmuşta. Asırların birikmiş fanatizm duygusu Hz. Ali'nin (k.v.) canına kıydı ama insanlık Nizam-ı âlem meşalesinin ne demek olduğunu bu olayla birlikte anlamış oldu.  

Maalesef Haricilerin iliklerine kadar işlemiş kin ve nefretle karışık fitne ruhu ayeti kerimeleri kendi kafalarına göre yükledikleri anlamla her günah işleyeni kâfir ilan etmeleri sonucunu doğurmuştur.  Elbette ki böyle bir tabloyla yola devam edilemezdi.  İşte bu yüzden Hz. Ali'nin (k.v.) onlara hitaben Nizam-ı âlem içerikli sözlerinin satır aralarında geçen vergi, yol, refah ve düzen gibi kavramlar harici ruhuna hep yabancı kalmıştır. Madem öyle,  Haricilerin devlet geleneğinden yoksun bir kabile anlayışından İslamiyet'e geçiş yaptıklarında İslam'ın aşıladığı yerleşik düzene yönelik ürettiği devlet kavramı karşısında bocalayıp durmasına şaşmamak gerekir. Bir kere onlar İslam öncesi çöldeki kavgalara alışmışlar, İslam'la birlikte alışkanlıklarını bir çırpıda terk etmeleri zor olmuş olsa gerek ki Kur'an-ı Kerim de geçen birtakım ayetleri kendi his telkinlerine alet edip Nizam-ı âleme başkaldırmışlardır.  Onlar hislerle hareket etmeyi alışkanlık hale getire dursunlar Hz. Ali'nin ektiği Nizam-ı âlemi düstur edinmiş İslam anlayışı; fıkıh, tefsir, hadis, kelam, akaid vs. ilim dallarıyla sosyal hayatın her alanına damgasını vurur da. Nitekim Hariciler pılını pırtısını toplayıp tarih sahnesinden silinirde.  Sonunda kazanan nizamsızlık değil, Nizam-ı Âlem'e güç katan medeniyet hamlesidir.  Nedir o güçtür derseniz, gayet açık;  Hz. Ali'nin (k.v.) Haricilerle karşılıklı söz düellosunda (münazarasında)  verdiği o müthiş Nizam-ı âlem içerikli cevaplarından anlayabiliriz pekâlâ.  İşte o söz konusu münazarada geçen nizami sözler:

Hz. Ali (k.v.): 
"Ey inat edip bizden ayrılmış cemaat! Bilmiyor musunuz ki ben hakemlere, Allah'ın kitabı ile amel etmeyi şart koşmuştum. Dememiş miydim ki Şamlıların bu istekleri hileden başka bir şey değildir. Siz o zaman hakem deyip, başka bir şeyi kulaklarınız duymadığından, ben de mecburen Kur'an-ı Kerim'in dirilttiğini diriltmek, öldürdüğünü öldürmek şartlarını koşarak işi onlara bıraktım. Onlar ise keyiflerine göre hareket ettiler... Bunlar pekâlâ bildiğiniz halde baş kaldırmanızın sebebi nedir? Niçin isyan ettiniz" (Bkz. Haricilik ve Şia, Taha Akyol S.78).

Haricilerin, bu nizam içeren sözlere karşı cevabı:
"Biz hakemlere razı olduğumuz zaman, kâfir olduk ve bundan dolayı tövbe ettik. Sen de bizim gibi tövbe edersen seninle beraberiz. Yoksa seni başımızdan tamamıyla atarız" şeklinde olmuştur.

Hz. Ali'nin (k.v.) bu sözlere cevabı ise: 
"Kendi kendime kâfir oldum mu diyeceğim. İçinizden birini seçin onunla konuşalım, eğer cevaptan aciz kalırsam Allah'a tövbe ederim. Aksine seçeceğiniz cevap vermezse Allah'tan korunun" tarzındadır. 

Seçtikleri İbnü'l Kevva:
"Söylediklerinde haklısın, fakat hakeme müracaatı kabul etmekle biz büyük bir günaha girdik ve bunun için tövbe ettik.  Allah'a tövbe et, af dile sana dönelim" deyip adeta ipe un sererler. 

Hz. Ali (k.v.) bu tavır karşında şöyle mukabelede bulunur:
"Zaten her günahtan dolayı Allah'a tövbe ederim ben." (Bkz. a.g.e. S.79)

İşte Hariciler bu müthiş ve akıl dolusu nizami sözler karşısında hemen tevil yolunu işletip; 
"Gördünüz mü kâfir olduğunu kabul etti" diyecek kadar haddi aşacaklardır.

Tabii bu arada tartışma bitmez, bütün hızıyla devam eder de. Ve Hz. Ali (k.v.):
"Ben iki hakem değil, sadece Ebu Musa'yı, O'nu da sizlerin zoruyla tayin ettim. Amr-ı ise Muaviye tayin etti."

İbnü'l Kevva:  
"Ebü Musa Kâfirdi."

Hz. Ali (k.v.):
"Ne zaman kâfir oldu? Gönderildiği zaman mı? Hüküm verdiği vakit mi?"

İbnü'l Kevva: 
"Hüküm verdiği vakit."

Hz. Ali (k.v.):
"Şu halde sen de tasdik ediyorsun ki, ben onu hüküm vermek üzere Müslim olarak yolladım. Senin fikrince ben gönderdikten sonra kâfir olmuş. Resulü Ekrem eğer bir Müslüman'ı kâfirlere hak dine davet için göndermiş olsaydı adam da onları hak din yerine başka bir şeye davet etseydi, bundan Resulullah sorumlu olur muydu?"

İbnü'l Kevva:
"Hayır olmazdı."

Hz. Ali (k.v.):
"Şu halde Ebu Musa dalalete düşmüşse bana ne? Ebu Musa'nın dalaletinden dolayı kılıçlarınızı çekip halkın yolunu kesmek size helal olur mu?" (A.g.e. S.80).

İşte görüyorsunuz Hz. Ali'nin (k.v.)  bu akıl dolu kurallı sözleri, İbn'ul Kevva'yı susturmaya yetmiştir, ama Hariciler yine kınında durmaz, bu kez:

"Dön gel, O'nunla konuşulmaz" deyip fitne ve nizamsızlığı kızıştırmaktan geri durmayacaklardır. Sadece kızıştırsalar gam yemeyiz, bunun yanı sıra Hz. Ali'nin  "Her günahtan dolayı Allah'a tövbe ederim" sözüyle hâşâ kâfirliğini ikrar etti iftirasıyla sağa sola propaganda edeceklerdir. Derken Nehrevan Savaşı vuku bulduğunda son derece başıboş,  hukuk tanımaz, disiplinden yoksun bu küçük Harici grubunun yaptığı iftirayı hayatlarıyla ödeyecektir. Bu savaşta ancak 9-10 kişi firar edip kurtulacaktır, ama kaçıp kurtulanlar boş durmayacaktır, ilerde bunlardan bir kaçı Doğu İran'da Sicistan Haricileri'ni, diğer bir kaçı Yemen'de Yemen İbadiler'ini ve diğer Kuzey Afrika'ya gidenler de bir başka Harici topluluğu oluşturacaklardır.

Anlaşılan fitne hareketleriyle mücadele etmek hiçte kolay değilmiş. Kökünü kazıdığını sanırsın bir bakarsın bir başka zaman ve mekânda her an karşımıza sil baştan yeniden çıkabiliyor. Zira fitne tohumu soluğu İran, Yemen ve Kuzey Afrika'da alsa da bunun intikamını Hz. Ali'yi (k.v.) şehit ederek ödeteceklerdir. Bakın Nizam-ı âlem ve ilmin kapısı Hz. Ali'nin (k.v.) son nefesteki anlarını Cevdet Paşa nasıl izah ediyor: 

"Hz. Ali (k.v.) o vecih ile vasiyetlerini ifa ettikten sonra dünya kelamı söylemedi. Kelime-i tevhit ile hatm-i kelam eyledi. Bir vefa dünyadan darı ukbaya göçtü. Namazını ise Hz. Hasan (r.anh) kıldırır."               

Her ne kadar acı büyük olsa da ardından bıraktığı hukuki kaidelerin yürürlüğe geçmesi kayda değer bir hadisedir. Zira Hz. Hasan (r.anh) babasının hayatı boyunca mücadele verip miras bıraktığı hukuk ve nizam anlayışının takipçisi bir tavır sergiler de. Gerçekten de suçların şahsiliği prensibi gereği Hz. Ali'yi (k.v.) şehit eden İbn Mülcem'i idam ettirir de. 

Kelimenin tam anlamıyla Hariciler koca bir devri anarşizm ve nizamsızlıkla kana boyamışlardır. Gerçekten de Hz. Ali (k.v) gibi kurallı hareket eden Emir'ül Mü'minin'i (Devlet Başkanını) bile küfürlükle suçlayıp şehit etmeleri düşündürücü bir durumdur. İşte insanoğlunun nizam anlayışı kıt olmaya görsün bir bakmışsın tipik kabilevi duygular kabardığında Allah'ın Aslanı Hz. Ali'ye bile suikast düzenleyip cinayet işlenebiliyor. Maalesef ufuksuzluk, dar görüşlülük ve bilgiden yoksunluk onları Nizam-ı âlem karşıtı konuma getirmiştir. Zaten haricilik başkaldıran ve nizam karşıtı bir hareket demektir. Şayet Hz. Ali (k.v.)  Hariciler gibi kabilevi ruhla hareket etseydi hilafet meselesinde bir Haşimi olarak, Emevi kolundan Hz. Osman'a itiraz edip nizamsızlığın öncüsü olabilirdi, ama o öyle yapmayıp tam tersi nizami ve kurallı davranmanın gereğini yerine getirip Hz. Osman'ın yanında yer almıştır. Üstelik yumuşak tabiatlı Hz. Osman'la (r.anh) zaman zaman istişare ederek nizamsızlığa ve fitneye (anarşi) karşı uyarmış ta.  Derken Hz. Osman'ın (r.anh) şahadetinden beş gün sonra seçimle Emir'ül Mümin olarak idareyi ele alır almaz ömrü boyunca nizam kavgasının başlayacağı günlere adım atacaktır. 

Hâsılıkelâm; Hz. Peygamber'le (s.a.v.) başlayan "tenzil" kavgası, Hz. Ali (k.v.) ile "tevil" mücadelesine dönüşür.  Belli ki; tenzilin ve tevilin de bize bıraktığı en büyük miras; İla'yı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem esprisidir.

Vesselam.