Genel olarak kültür tarifine bir göz atalım:

Tarifinde en çok farklılık bulunan konulardan birsi de “kültür”dür.  Önceleri sadece sosyal bilimcilerin neredeyse tamamı kültür kavramını tarif etmiştir. Bunların çoğu kültür olgusunun sonucudur. En yaygın olan tarif de genel olarak “bir milletin veya bir toplumun bütün maddi manevi değerleri” gibi bilimsel olarak hiçbir şey ifade etmeyen tanımlamadır. Bu çıkarım, kültürün kendisi değil, sonucudur.

Tarım ve Kültür

En kısa tarifi ile kültür, doğada olan her şeyden, insan eliyle üretilerek elde edilen ürünlerdir. Yani temelde doğa vardır ve doğada olan her şey insanın geliştirdiği tekniklerle yeniden üretilirse, buna “kültür” denir. Nitekim “tarım” kelimesinin İngilizce ve Fransızca’da karşılığı “agri-culture”dir. Bu yüzden, vaktiyle öz Türkçecilik adına “kültür” için, bire bir çeviri örneği olarak “ekin” kelimesi kullanılmıştı.

İnsanoğlu, henüz dünyayı kullanmayı yeni öğrendiği zamanlarda doğanın yetersizliği karşısında doğayı zenginleştirmek üzere önce “tarım”ı kullanarak yeni bitkiler üretmeye başladı. Bugün “doğal bitki” ile “kültür bitkisi” arasındaki fark, ilk üretimden itibaren ortaya çıkmaya başladı. Mesela doğadan toplanan mantara “doğal mantar”, insan kontrolünde yetiştirilen mantara ise “kültür mantarı” denmektedir. Mantar örneğini her türlü bitkiye genelleştirmek mümkündür.

Kültür ve Doğa

Peki diğer alanlarda kültür nasıl ortaya çıkıyor?

Mesela ilk insanlar, doğa şartlarına ve vahşi hayvanlara karşı korunmak için mağaralara sığınırken, kültür üreten insanlar (Buna “homo-faber: alet yapan insan" denir.) ev mimarisini geliştirdi. Isınmak için ateşi vahşi bir şekilde kullanan insan, daha sonraları kontrollü ısınma sistemlerini geliştirdi.

Doğa’nın bir parçası olan kuşlar, insanlara uçma konusunda ilham kaynağı oldular ve insanlık uçaktan füzelere geldi.

Doğal beslenme, yemek kültürünün doğmasına, düşmanlara karşı korunma savaş teknolojisi ve kültürünün ortaya çıkmasına vesile oldu. Yani, doğa’dan hareketle kültür ve teknoloji üretti insanlar.

Kültür, Dil ve Edebiyat

Dil ve edebiyat alanına bakacak olursak…

Doğal olan sestir. Kontrolsüz, kısıtlamasız, formsuz bir ses… İnsanoğlu zamanla bu sese form vermeye başladı. Form verilmiş sesler hecelere, heceler kelimelere, kelimeler de cümlelere evrilerek kültürel bir alan oluşturuldu. Bunu besleyen düşüncenin de zenginleşmesiyle dil denen olgu meydana çıktı. Yani sesten dile gelişen bir kültürel süreç söz konusudur. Bazı coğrafi alanlarda seslerin tanzim edilişi şöyle oldu, bazılarında böyle… Bu sistemin yaygınlaşarak standartlaşması sonucu da diller meydana çıktı. Dini açıdan da bakıldığında “bütün isimlerin öğretildiği Adem”in çocukları, farklı yerlerde farklı ses kullanımlarıyla dilleri oluşturdular.

Diller, sesler, heceler, kelimeler, kelime yapıları ve cümle yapısı açılarından birbirlerinden farklı gelişseler de hepsi bir kültür ürünüdür ve özde aynıdır: Anlamın aktarılması.

Normal konuşma dili, edebî dile oranla, derece olarak doğaya daha yakındır. Edebî dil, temel anlaşma aracı olan dilin daha sentetize edilerek kullanılmasıyla; yani bir üst derecede kültürel üretimle elde edilir.  Diğer taraftan edebî dil, insan zihni ile doğa arasında irtibatı sağlayan bir dildir. Başka bir deyişle, edebî dil, doğanın tercümanı olan bir dildir. Rüzgârı, suyu, gökyüzünü, kuşu, çiçeği bütün büyüsüyle anlatan edebiyat dili, insanoğlunun ulaştığı en üst kültür düzeyidir.