Noel’le girdiler dünyamıza, yetmedi ardından anneler günü, babalar günü ve sevgililer günü gibi bir dizi günler sıralandı. Batı bikere inanmıştı Tanrının evreni altı günde yarattığına, hâşâ diğer 1 (bir) günde ise istirahata çekildiğine... Dikkat edin batıda haftanın altı günü dünyevi işler içindir, sadece pazar günü kilisede günah çıkartılsın ya da ayin yapılsın diye vardır. Türkiye’de ise pazar günü daha çok dinlenmek amaçlı vardır. Her ne kadar dinlenme amaçlı da olsa İslam’da her an, her salise her zaman dilimi, her ay, her yıl, her hafta ve her ömür boyu hayat Allah'ı anmak için vardır. Zaten bizi batıdan ayıran farklı yönümüz de ibadeti bir belli bir gün ve bir zaman dilimine hapsetmememizdir.
Her neyse Batı dünyası her pazar günü ayin yapa dursun, biz bu arada şu altı gün meselesi neymiş bir bakalım. Şu bir gerçek Yüce Allah bu hususta “Rabbiniz o Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı” (Yunus, 3) beyan buyurmakta. Ancak ayeti kerimede geçen ‘altı gün’ ibaresi bizim anladığımız manada dünya takvimini ifade eden bir zaman dilimi değildir, bilakis ayette zikredilen altı gün ibaresi açıklanmaya muhtaç izafi zaman dilimidir. Malum dünyanın kendi ekseni etrafında bir turlayışı 24 saatle, yani bir takvim gün yaprağı olarak karşılık bulmakta. Hakeza diğer gezegenlerde de kendi ekseni etrafında bir turlayışında kat ettiği mesafe neyse gün saati de odur. Mesela Venüs gezegeni için bir günlük takvim yaprağı 5400 saate karşılık gelmesi kendi ekseni etrafında kat etiği mesafenin neticesi bir zaman dilimidir. Dolayısıyla ayette geçen ‘altı gün’ ibaresi dünya hesabına göre mi, yoksa bir başka gezegenin eksen hesabına göre midir pek bilinmez ama şu bir gerçek vahyin işaret ettiği zaman dilimi hiçte bizim idrak algımızın öngördüğü gezegen veya evren saatleriyle birebir örtüşecek gibi durmuyor. Fakat yine de bu demek değildir ki, bizim idrakimizin fevkinde diye kâinatın altı günde yaratılış hikmetinin sırrına erişme çabasına girilmesin. Kaldı ki değil altı gün hususu, Kur’an’da zikredilen pek çok ayetler insanoğlunun araştırmasına açık kapı bırakılacak şekilde nüzul olmuştur. İşte bu nedenle armut piş ağzıma düş anlayışı İslam’da asla kabul görmez. Keza yaratılış kanunları ezelde belirlendi diye yan gelip yatmakta kabul görmez. Tam aksine yaratılış gayemiz gereği mümin olan her kula önceden belirlenmiş ve yaratılmış kanunları bulup buluşturup ortaya çıkarmak düşer. Şu da var ki, her buluş ve keşif asla yaratmak değildir, ismi üzerinde buluş, yani daha önce var olan kanunu keşfetme faaliyetinin adı. Öyle ya madem insanoğlunun bulduğu her şey yaratılış değil, bilakis keşfetme faaliyeti, o halde Kur’an ayetleri asrın idrakine göre mana kazanacağı muhakkak. Zaten Kur’an ayetleri tek bir asırla sınırlı kalsaydı saat diliminin nasıl işlediğini, gezegenlerin yörüngelerinde döngüsünü nasıl tamamladığını, yeryüzünü oluşturan jeolojik katmanların nasıl oluştuğunu, canlının biyogenez ve abiyogenez evrelerinin nasıl gerçekleştiği o asrıh insanınca anlaşılmayacaktı. Hadi anlaşılacağını varsaysak bile o asrın insanı derhal “bu bize yeter” deyip hiçbir şeyi araştırmaya koyulmayacaktı. Hatta o günkü şartlarda teknolojik yoksunluğu da düşündüğümüzde; ¬idrak yanılmasının soncu olarak maazallah daha Kur’an ayetleri nüzul olur olmaz peşinen inkâr etmelerine yol açacaktı. Tabii şu da var ki insanoğlu ilerleyen zamanlarda teknolojinin zirvesine çıktıda ne oldu, sanki imanda sebat eder bir hale mi geldi, geldiğimiz noktada maddenin kölesi bir hale düştü diyebiliriz de.
Aslında her iki durumda da imanın daha çok hidayetle alakalı bir husus olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Batı insanı teknolojiyi keşfetti keşfetmesine ama insan ruhunu doyuracak tekniklerini keşfedemedikleri de bir vaka.. Baksanıza uhrevi olan her ne varsa bir bakıyorsun kendi sığ mantıkları çerçevesinde maddeye indirgemekteler. Böylece tüm maddi ve manevi değerleri linç ettiler. Nasıl mı? İşte Hıristiyanlığı dünyevileştiren batı, kendi öz kaynaklarını tahrip ettikleri yetmemiş gibi bir de yıllarımızı Noel baba safsatasıyla kutsallaştırırken hafta sonlarını da tek gün ibadet kutsiyetine çevirmeye kalkışmışlardır. Maalesef kendi dinlerinde yaptıkları tahribatı bize de uyarlayarak kendilerine benzetmeye çalışmışlardır. Oysa İslam’da ibadet belli bir güne hapsedilmez, Cuma dâhil günün beş vakit dilimi Allah’ı anmak için vardır. Keza ibadetimiz sadece Ramazan’da teravih namazı kılıp bayram namazıyla da sonlandırılmaz, son nefese kadar ibadetin devamlılığı esastır. Tabii dinde reform diyenlerin bir hesabı varsa, Yüce Allah'ın da tüm hesapların üstünde değişmez hesabı vardır. Şayet Müberra Dinimizi kendi akıllarınca dünyevileştireceklerini sanıyorlarsa, hiç boşa heves etmesinler, her şeyden önce bu hususta Yüce Allah'ın ‘Nurumu tamamlayacağım’ diye vaadi var.
Hadi Hıristiyanları anladıkta, peki ya şu Yahudilere ne demeli. Malum Hıristiyanlar Pazarı kutsallaştırır da Yahudiler onlardan geri kalır mı? Hemen Cumartesi gününü kutsal gün addedip yâd edeceklerdir. Hele yolumuz Yahudi yerleşim alanlarına düşmeye dursun, bir yudum sıcak çorba içemeyeceğimiz muhakkak. Üstelik bulamayız da. Çünkü inançları gereği cumartesi günü ateş yakmak yasaktır. Peki, elin Yahudi’si böyle yaparken, biz ne yapıyoruz? Biz ise malum, hem Hıristiyanları gönlünü hoş tutuyoruz, hem de Yahudilerin gönlünü. Yani her iki günü de tatil yapmışız. Bakın, dinimizde mübarek Cuma’mız bile tatil değildir. Sadece Cuma vakti girdiğinde alışveriş yasak edilmiştir. Cuma çıkışında herkes yine işinin başında olmak durumundadır. Dedik ya, aslında günlerin kutsallığı, ayların kutsallığı, ya da senelerin kutsallığı diye bir şey yok. Sadece bizim için Cuma günümüz ve kandil aylarımız mübarektirler. Ancak bu mübareklik Allaha giden yolda araç manasına mübarekliktir, asla tapınma ve gaye değildir. İşte bu yüzden İslam literatüründe belirtilen mübarek gün ve ay olarak dillendirdiğimiz her ne varsa biliniz ki dillendirdiklerimizin tümü kendimize dönmeye yönelik birer fırsat imkânı tanınmış vasıta ışık kandilleri veya Allah’a sığınıp tövbenin kabulüne vesile araçlar olarak biliriz. Bunun ötesinde kutsu bir anlam yüklemeyiz elbet. Zaten böyle bir hakkımızda yok. Zira Müberra Dinimizde her demde, her nefeste Allah’ı zikredip unutmamak esastır. Ama gel gör ki, bilhassa batı hayranlığının tavan yaptığı dönemlerde batının düştüğü zavallılığa bizlerde düşer gibiyiz. Nasıl mı? Malum ilk önceleri kutlu doğum ve kandil kutlamalarının Diyanet İşleri Başkanlığının basit duyurmasıyla yâd edilirdi. Sonradan ne oluyorsa bir baktık Müslümanlıkla alakadar olan da olmayanda haftalar öncesinde büyük reklâm kampanyalarıyla kitleler haberdar edilerek kutlamalar hız kazanır oldu. Öyle ya, bayram değil seyran değil durup dururken birden kutlamaların adeta tüketim çılgınlığı çerçevesinde kampanyalar eşliğinde hız kazanması akıllara kuşku bırakıyor. İster istemez dinimizi sekülerize etme planın bir parçası diye düşünmeden duramıyoruz. Kuşkulanmakta haklıyız da, zira bir takım mahfiller dinde reform kılıfı altında İslam’ı yaşanan din olmaktan çıkarmak amacı gütmekteler. Şimdi gel de endişe duyma, baksanıza tüm Müslümanların saf duygularını istismar ederekten kandil günü bikerecik çekilen mesajla telefon şirketlerinin kasasına giren gelirin bir yıllık gelirlerine denk düşmesi pek hayra alamet amel gözükmüyor. Besbelli ki ortada büyük bir pastadan pay kapma yarışı söz konusu. Kelimenin tam anlamıyla ışık kandillerimiz birilerince kendi ticari çıkar hesaplarına kurban verildiği bir manzarayla karşı karşıyayız. Yetmedi anneler, babalar ve sevgililer günüyle bizi oyalamaya çalışmaktalar. Oysa bizim değerlerimize göre; her beş vakit namazın ardından dualarımıza ortak kıldığımız ve onları unutamadığımız her an, her saniye, her ömür boyu bizim için anneler ve babalar günüdür. Keza Ezan-ı Muhammediye’nin ardından okunan Selatü selamlar ve “Essalatü hayrün minen nevm” (Namaz uykudan hayırlıdır) ilanıyla kaçırmadığımız her sabah namazı da bizim için sevgililer günüdür. Kaldı ki Yüce Allah Habibi için “Sen olmasaydın bütün felekleri yaratmazdım” buyurmakta, o halde bize de ‘Adı güzel kendi güzel Muhammed’in yolunu yol bilip sünnetini sevmek düşer.
Dikkat edin Saadatlar kendilerinden önceki saadatların doğum ve ölüm günlerini kutlamak için özel çaba sarf etmezler. Niye derseniz, gayet her şey açık orta da. Yani, ikindi ve yatsı vakti yapılan Hatme-i Hacegan duasında methiyelerini okumakla, yine her gün çekilen vird dersin başlangıcında başta Peygamberimiz olmak üzere tüm Saadatların ruhlarına hediye edilen Fatihalarla, yine her akşam vakti yapılan mürşid rabıtasıyla yâd ediyorlar zaten. Öyle ya, şayet dert dava kutlamaksa ayda, haftada, ayda, yılda bir kez kutlamakla kutlanmış olunmaz, asıl kutlama o dur ki her alınan nefeste Allah’ı anıp kutlayabilmektir. Hakeza yine kutlama o dur ki nefesi boş yere tüketmeyip başta Resulullah (s.a.v) olmak üzere tüm Sahabeyi kiram ve Sadat-ı kiramın manevi şemsiyesinin altına girerek kutlamaktır.
Velhasıl; Her dem canlar yeniden tazelenir.
Vesselam.
Her neyse Batı dünyası her pazar günü ayin yapa dursun, biz bu arada şu altı gün meselesi neymiş bir bakalım. Şu bir gerçek Yüce Allah bu hususta “Rabbiniz o Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı” (Yunus, 3) beyan buyurmakta. Ancak ayeti kerimede geçen ‘altı gün’ ibaresi bizim anladığımız manada dünya takvimini ifade eden bir zaman dilimi değildir, bilakis ayette zikredilen altı gün ibaresi açıklanmaya muhtaç izafi zaman dilimidir. Malum dünyanın kendi ekseni etrafında bir turlayışı 24 saatle, yani bir takvim gün yaprağı olarak karşılık bulmakta. Hakeza diğer gezegenlerde de kendi ekseni etrafında bir turlayışında kat ettiği mesafe neyse gün saati de odur. Mesela Venüs gezegeni için bir günlük takvim yaprağı 5400 saate karşılık gelmesi kendi ekseni etrafında kat etiği mesafenin neticesi bir zaman dilimidir. Dolayısıyla ayette geçen ‘altı gün’ ibaresi dünya hesabına göre mi, yoksa bir başka gezegenin eksen hesabına göre midir pek bilinmez ama şu bir gerçek vahyin işaret ettiği zaman dilimi hiçte bizim idrak algımızın öngördüğü gezegen veya evren saatleriyle birebir örtüşecek gibi durmuyor. Fakat yine de bu demek değildir ki, bizim idrakimizin fevkinde diye kâinatın altı günde yaratılış hikmetinin sırrına erişme çabasına girilmesin. Kaldı ki değil altı gün hususu, Kur’an’da zikredilen pek çok ayetler insanoğlunun araştırmasına açık kapı bırakılacak şekilde nüzul olmuştur. İşte bu nedenle armut piş ağzıma düş anlayışı İslam’da asla kabul görmez. Keza yaratılış kanunları ezelde belirlendi diye yan gelip yatmakta kabul görmez. Tam aksine yaratılış gayemiz gereği mümin olan her kula önceden belirlenmiş ve yaratılmış kanunları bulup buluşturup ortaya çıkarmak düşer. Şu da var ki, her buluş ve keşif asla yaratmak değildir, ismi üzerinde buluş, yani daha önce var olan kanunu keşfetme faaliyetinin adı. Öyle ya madem insanoğlunun bulduğu her şey yaratılış değil, bilakis keşfetme faaliyeti, o halde Kur’an ayetleri asrın idrakine göre mana kazanacağı muhakkak. Zaten Kur’an ayetleri tek bir asırla sınırlı kalsaydı saat diliminin nasıl işlediğini, gezegenlerin yörüngelerinde döngüsünü nasıl tamamladığını, yeryüzünü oluşturan jeolojik katmanların nasıl oluştuğunu, canlının biyogenez ve abiyogenez evrelerinin nasıl gerçekleştiği o asrıh insanınca anlaşılmayacaktı. Hadi anlaşılacağını varsaysak bile o asrın insanı derhal “bu bize yeter” deyip hiçbir şeyi araştırmaya koyulmayacaktı. Hatta o günkü şartlarda teknolojik yoksunluğu da düşündüğümüzde; ¬idrak yanılmasının soncu olarak maazallah daha Kur’an ayetleri nüzul olur olmaz peşinen inkâr etmelerine yol açacaktı. Tabii şu da var ki insanoğlu ilerleyen zamanlarda teknolojinin zirvesine çıktıda ne oldu, sanki imanda sebat eder bir hale mi geldi, geldiğimiz noktada maddenin kölesi bir hale düştü diyebiliriz de.
Aslında her iki durumda da imanın daha çok hidayetle alakalı bir husus olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Batı insanı teknolojiyi keşfetti keşfetmesine ama insan ruhunu doyuracak tekniklerini keşfedemedikleri de bir vaka.. Baksanıza uhrevi olan her ne varsa bir bakıyorsun kendi sığ mantıkları çerçevesinde maddeye indirgemekteler. Böylece tüm maddi ve manevi değerleri linç ettiler. Nasıl mı? İşte Hıristiyanlığı dünyevileştiren batı, kendi öz kaynaklarını tahrip ettikleri yetmemiş gibi bir de yıllarımızı Noel baba safsatasıyla kutsallaştırırken hafta sonlarını da tek gün ibadet kutsiyetine çevirmeye kalkışmışlardır. Maalesef kendi dinlerinde yaptıkları tahribatı bize de uyarlayarak kendilerine benzetmeye çalışmışlardır. Oysa İslam’da ibadet belli bir güne hapsedilmez, Cuma dâhil günün beş vakit dilimi Allah’ı anmak için vardır. Keza ibadetimiz sadece Ramazan’da teravih namazı kılıp bayram namazıyla da sonlandırılmaz, son nefese kadar ibadetin devamlılığı esastır. Tabii dinde reform diyenlerin bir hesabı varsa, Yüce Allah'ın da tüm hesapların üstünde değişmez hesabı vardır. Şayet Müberra Dinimizi kendi akıllarınca dünyevileştireceklerini sanıyorlarsa, hiç boşa heves etmesinler, her şeyden önce bu hususta Yüce Allah'ın ‘Nurumu tamamlayacağım’ diye vaadi var.
Hadi Hıristiyanları anladıkta, peki ya şu Yahudilere ne demeli. Malum Hıristiyanlar Pazarı kutsallaştırır da Yahudiler onlardan geri kalır mı? Hemen Cumartesi gününü kutsal gün addedip yâd edeceklerdir. Hele yolumuz Yahudi yerleşim alanlarına düşmeye dursun, bir yudum sıcak çorba içemeyeceğimiz muhakkak. Üstelik bulamayız da. Çünkü inançları gereği cumartesi günü ateş yakmak yasaktır. Peki, elin Yahudi’si böyle yaparken, biz ne yapıyoruz? Biz ise malum, hem Hıristiyanları gönlünü hoş tutuyoruz, hem de Yahudilerin gönlünü. Yani her iki günü de tatil yapmışız. Bakın, dinimizde mübarek Cuma’mız bile tatil değildir. Sadece Cuma vakti girdiğinde alışveriş yasak edilmiştir. Cuma çıkışında herkes yine işinin başında olmak durumundadır. Dedik ya, aslında günlerin kutsallığı, ayların kutsallığı, ya da senelerin kutsallığı diye bir şey yok. Sadece bizim için Cuma günümüz ve kandil aylarımız mübarektirler. Ancak bu mübareklik Allaha giden yolda araç manasına mübarekliktir, asla tapınma ve gaye değildir. İşte bu yüzden İslam literatüründe belirtilen mübarek gün ve ay olarak dillendirdiğimiz her ne varsa biliniz ki dillendirdiklerimizin tümü kendimize dönmeye yönelik birer fırsat imkânı tanınmış vasıta ışık kandilleri veya Allah’a sığınıp tövbenin kabulüne vesile araçlar olarak biliriz. Bunun ötesinde kutsu bir anlam yüklemeyiz elbet. Zaten böyle bir hakkımızda yok. Zira Müberra Dinimizde her demde, her nefeste Allah’ı zikredip unutmamak esastır. Ama gel gör ki, bilhassa batı hayranlığının tavan yaptığı dönemlerde batının düştüğü zavallılığa bizlerde düşer gibiyiz. Nasıl mı? Malum ilk önceleri kutlu doğum ve kandil kutlamalarının Diyanet İşleri Başkanlığının basit duyurmasıyla yâd edilirdi. Sonradan ne oluyorsa bir baktık Müslümanlıkla alakadar olan da olmayanda haftalar öncesinde büyük reklâm kampanyalarıyla kitleler haberdar edilerek kutlamalar hız kazanır oldu. Öyle ya, bayram değil seyran değil durup dururken birden kutlamaların adeta tüketim çılgınlığı çerçevesinde kampanyalar eşliğinde hız kazanması akıllara kuşku bırakıyor. İster istemez dinimizi sekülerize etme planın bir parçası diye düşünmeden duramıyoruz. Kuşkulanmakta haklıyız da, zira bir takım mahfiller dinde reform kılıfı altında İslam’ı yaşanan din olmaktan çıkarmak amacı gütmekteler. Şimdi gel de endişe duyma, baksanıza tüm Müslümanların saf duygularını istismar ederekten kandil günü bikerecik çekilen mesajla telefon şirketlerinin kasasına giren gelirin bir yıllık gelirlerine denk düşmesi pek hayra alamet amel gözükmüyor. Besbelli ki ortada büyük bir pastadan pay kapma yarışı söz konusu. Kelimenin tam anlamıyla ışık kandillerimiz birilerince kendi ticari çıkar hesaplarına kurban verildiği bir manzarayla karşı karşıyayız. Yetmedi anneler, babalar ve sevgililer günüyle bizi oyalamaya çalışmaktalar. Oysa bizim değerlerimize göre; her beş vakit namazın ardından dualarımıza ortak kıldığımız ve onları unutamadığımız her an, her saniye, her ömür boyu bizim için anneler ve babalar günüdür. Keza Ezan-ı Muhammediye’nin ardından okunan Selatü selamlar ve “Essalatü hayrün minen nevm” (Namaz uykudan hayırlıdır) ilanıyla kaçırmadığımız her sabah namazı da bizim için sevgililer günüdür. Kaldı ki Yüce Allah Habibi için “Sen olmasaydın bütün felekleri yaratmazdım” buyurmakta, o halde bize de ‘Adı güzel kendi güzel Muhammed’in yolunu yol bilip sünnetini sevmek düşer.
Dikkat edin Saadatlar kendilerinden önceki saadatların doğum ve ölüm günlerini kutlamak için özel çaba sarf etmezler. Niye derseniz, gayet her şey açık orta da. Yani, ikindi ve yatsı vakti yapılan Hatme-i Hacegan duasında methiyelerini okumakla, yine her gün çekilen vird dersin başlangıcında başta Peygamberimiz olmak üzere tüm Saadatların ruhlarına hediye edilen Fatihalarla, yine her akşam vakti yapılan mürşid rabıtasıyla yâd ediyorlar zaten. Öyle ya, şayet dert dava kutlamaksa ayda, haftada, ayda, yılda bir kez kutlamakla kutlanmış olunmaz, asıl kutlama o dur ki her alınan nefeste Allah’ı anıp kutlayabilmektir. Hakeza yine kutlama o dur ki nefesi boş yere tüketmeyip başta Resulullah (s.a.v) olmak üzere tüm Sahabeyi kiram ve Sadat-ı kiramın manevi şemsiyesinin altına girerek kutlamaktır.
Velhasıl; Her dem canlar yeniden tazelenir.
Vesselam.