‘Derdini anlatmak’ diye bir deyim vardır. Aslında 'derdini deryaya dökme', ‘derdini Marko Paşaya anlat’, ‘derdin yoksa dinle’ gibi daha birçok atasözü, deyim ya da kalıplaşmış, dilimize pelesenk olmuş kelime ve cümleler vardır. Ayrıca ‘derdim çoktur hangisine yanayım’, ‘Allah dertsiz bir dünya versin’ gibi şiir, dua, temenni benzeri kavramlarımız vardır. ‘Herşeyi dert etmek’ gibi bir sıkıntımız da vardır. Halbuki serbest, rahat insanlar ‘dert etmeme’ hususunda çok daha başarılıdırlar. Aslında ‘kafaya takma’ deyimi ile de sıkı ilişkisi vardır. Ne yazık ki bir de deriz ki ‘kafana taksan bir dert, takmasan başka bir dert’. Ancak bir abimizin güzel bir sözü var, ben de hep onu kafama takarım: ‘Eğer bir insanın dünya ile, insanlık ile, memleket ile vb. bir derdi, bir tasası, bir meselesi yoksa’ o boş bir insandır derdi.
Düşünüyorum da kendi memleketimi dert edinmeyeyim de, tasalanmayayım da ne yapayım? Acaba doğup büyüdüğüm, ekmeğini yiyip havasını teneffüs ettiğim fakat eğitim, rızık vb. gayelerle uzak kaldığım kentimi çağdaş, gelişmiş, geleneklerine bağlı, sömürülmeyen, tahrip edilmemiş, insan gibi yaşanılan bir şehir olmasını arzulamak suç mudur? ‘Atı alan Üsküdarı geçti’ ya da ‘Geçti Borun pazarı sür eşeğini Niğdeye’ atasözlerimizde olduğu gibi "Ba’de harabi’l Basra- Basra harap olduktan sonra" olduğu gibi ah vah etmenin bir anlamı yok. Zaten yeteri kadar hoyrat kullanıldı. Bu arada Basra'yı harap eden 1200’lü yıllarda Moğol ordularıdır. Bununla birlikte ‘Nato mermer, Nato kafa’ diye aslı Yunancadan dilimize geçmiş deyim de vardır.
Kısacası ne bir menfaat, ne bir gelecek, ne de bir makam peşinden koşarak kentim adına yazmaya çalışmıyorum. Artık anlaşılacağı ümidiyle daha rahat yazmaya devam edeceğim.
Bu şehir ki 40-50 yıl öncesinde bile benim gibi çocukların ‘deli’ diye takıldığımız ‘Faik Bey' Bayburtlu'nun gözünün çok zor açılacağını hep söylerdi. Umarım Bayburtlu artık gözünü açmış ve geleceğine bakacaktır. Dar bölge, aile, hemşeri, köylüm milliyetçiliğini bırakarak daha aydınlık, daha gelişmiş, daha müreffeh bir kente dört eliyle sarılması gerektiğine inananlardanım.
"Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" Baki
Düşünüyorum da kendi memleketimi dert edinmeyeyim de, tasalanmayayım da ne yapayım? Acaba doğup büyüdüğüm, ekmeğini yiyip havasını teneffüs ettiğim fakat eğitim, rızık vb. gayelerle uzak kaldığım kentimi çağdaş, gelişmiş, geleneklerine bağlı, sömürülmeyen, tahrip edilmemiş, insan gibi yaşanılan bir şehir olmasını arzulamak suç mudur? ‘Atı alan Üsküdarı geçti’ ya da ‘Geçti Borun pazarı sür eşeğini Niğdeye’ atasözlerimizde olduğu gibi "Ba’de harabi’l Basra- Basra harap olduktan sonra" olduğu gibi ah vah etmenin bir anlamı yok. Zaten yeteri kadar hoyrat kullanıldı. Bu arada Basra'yı harap eden 1200’lü yıllarda Moğol ordularıdır. Bununla birlikte ‘Nato mermer, Nato kafa’ diye aslı Yunancadan dilimize geçmiş deyim de vardır.
Kısacası ne bir menfaat, ne bir gelecek, ne de bir makam peşinden koşarak kentim adına yazmaya çalışmıyorum. Artık anlaşılacağı ümidiyle daha rahat yazmaya devam edeceğim.
Bu şehir ki 40-50 yıl öncesinde bile benim gibi çocukların ‘deli’ diye takıldığımız ‘Faik Bey' Bayburtlu'nun gözünün çok zor açılacağını hep söylerdi. Umarım Bayburtlu artık gözünü açmış ve geleceğine bakacaktır. Dar bölge, aile, hemşeri, köylüm milliyetçiliğini bırakarak daha aydınlık, daha gelişmiş, daha müreffeh bir kente dört eliyle sarılması gerektiğine inananlardanım.
"Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" Baki
"Binin yarısı beşyüzdür, daha ne düşünüyorsun?" Barış Manço