Karadeniz ile Anadolu arasında uçsuz bucaksız bir duvar gibi uzanan Soğanlı Sıradağları ve Artvin’e doğru bu sıradağların devamı olan Kaçkar’lardan kopmuş gibi duran yüce Yamalı Dağı; denizden gelip Soğanlı sırtlarından Bayburt Ovasını döven, soğuk fakat nemli Balkar rüzgârlarını keser. Darıca, Çakmas ve Orsor köylerinin yayla olarak faydalandığı Yamalı’nın, daldasında kalan Aslandede, Abusta, Ahbunus gibi beş-altı köyde oluşan ılık iklim, sıcağı seven mahsulün yetişmesine ortam hazırlar. Bu havzada yetişen, çok iri olmayan sarı kavunlar, alaca kabuklu karpuzlar şeker tadında ve bol suludur. İnce kabuklu ekşimsi tatlı, ikiye ayırıp ağza götürülünce bir anda yenilip yutulan, ekmekle yendiğinde doyurucu olan iri domatesler, kokulu ayrı bir tadı olan, irice çekirdekli salatalık ve kabaklar da Çoruh’la Yamalı’nın yöre insanına hediyeleridir.(1)

Yamalı deyip, hak ettiği kadar yazılı kaynaklarda yer almayan 1916 Bayburt Savunmasını ve garip kalmış kahramanlarını anmamak olmaz. Van’dan Trabzon’a uzanan büyük cephede, Erzurum’u geçen Rus ordusu; Kop, Bahtlı, Masat Kaledere’de ve Çoruh boylarında dörtbuçuk ay durdurulup ağır kayıplara uğratıldığı gibi; Trabzon’u ele geçiren aynı ordunun kuzey koluna dur denilen yerler; Sultan Murat yaylası, Demirkapı ve Yamalı Dağıdır.  Kop, Bahtlı, Kaledere’deki gibi şiddetli çarpışmaların olduğu Yamalı da da bugün hâlâ siper yerlerini, top yollarını  görmek, savaştan kalan malzemeleri toplamak mümkündür.(2) Yamalı’da ve bu büyük savunmanın geçtiği,  binlerce şehidin toprağa düştüğü mevzubahis yerlerde şehitliklerin olmaması ise bir noksanımızdır.(3)

Ağustos ayının sonlarına doğru hasat mevsimine girilmesiyle ürünler toplanmaya başlanır, kavun ve karpuzun zarar görmeden taşınabilmesi için dar-uzun ağaçtan kasalar imal edilir, karpuzun kasası biraz daha geniş olurdu. Bu ürünlerin fasulye, salatalık gibi çuvallarla taşındığı da olurdu. Hazırlanan mahsul dört öküzlü veya bir çift  öküzlü kağnılara (öküz arabası) yüklenerek urganlarla bağlanır, öküzler için arabaya iki horum (4) ot atılırdı. Mal sahiplerinin yanında çoğu zaman bir "hodak’’ (yardımcı) olduğu halde, öğleden sonra kafile halinde şehre doğru yola çıkılırdı.

Adabaşı’ndan sonra nehir havzasından uzaklaşılıp, şehir istikametine dönülünce bir anda rakım yükselir, Hatun Paharı denen rampada arabalar iyice yavaşlardı. Akşamın karanlığı, kağnıların gıcırtısı ve; saatlerdir yolda olan  insanların uykulu hallerinden ortalığı dunnuh(5) görmeleri; civar köylerden olduğu tahmin edilen şahısların, gizlendikleri yerden çıkıp, arabaların urganlarını keserek kavun-karpuzu yokuştan yuvarlayıp aşırmalarına ortam  hazırlardı. Nadiren de olsa yaşanan bu olaylar tebessümle anlatılan anılardır artık.

Kafilenin akşam vardığı Dikmetaş’ta öküzler açılır, alafları(6) ve suları verilerek yatıp  dinlenmeleri sağlanırdı. Dikmetaş’ın önündeki düzlüğe,ağaç diplerine sergen ve minderler serilir, oturulur, heybelerden azıklar çıkarılır, taze yağ, taze lor, kerti lor gibi nevaleler kete ve tandır ekmeği ile yenirdi. Yakındaki gözelerden testi veya gafugalara(7) doldurulup getirilen buz gibi su, katı yiyeceklerin boğazda kalmasını önlerdi. Çay ve şekerin pahalı ve nadir bulunur olduğu o yıllarda çay sefası lükstü, hayâl bile edilemezdi. Aşıklıktan bilenler, türkü söyleyebilenler elini kulağına atar, yanık türküler söylerdi.

Dikmetaş geceleme yeri idi. Yol yorgunu insanlar yatsı namazından sonra, sabah namazına kadar yakındaki Çoruh’un sükûnete davet eden sesiyle uyur, istirahat ederlerdi. Sabah namaz vakti kalkılır, namazlar kılınır, öküzler arabaya koşulur, bir an önce menzile yani şehre varmak için yola revan olunurdu. Bazı arabaların yanında "zağar" denen küçük bekçi köpekleri olurdu; zağarlar istirahat anında çok işe yarar, kafilenin güvenliğini sağlarlardı.

Birkaç defa da olsa, şehir girişinde Kaleardı Mahallesinin yola bakan tepelerine saklanan çocukların kafileleri taş yağmuruna tuttuğu anlatılır ki, bu taşlamada öküzlerin veya insanların yaralandığı unutulmayan kötü anılar arasındadır.

Tarihî Bent Hamamı önünden şehre girilir, Cumhuriyet Garajı, Kasaplar Çarşısı gibi belediyenin müsaade ettiği yerlerde nasip aranır, alışveriş yapılırdı. Ürünler asma kantarla tartılır, satışlar perakende yahut arabanın yükünün toptan satışı şeklinde olurdu. Toptan satış; umumiyetle "gabala pazar" denen yöntemle, göz kararıyla arabadaki mahsulün bir kişiye satılması şeklinde gerçekleşirdi.

Üretici, yılda bir ay yaptığı bu ticaretten fazla tecrübe kazanamaz; her yıl bıldırın(8) satışlarının daha kârlı olduğundan dem vurulurdu. İyi niyetli olmayan bazı tüccarların bir arabanın yüküne herkesin duyacağı şekilde fiyat verdiği, akşama kadar bir daha kimse o arabaya yanaşmadığı, akşamın yaklaştığını gören bîçare  köylünün, mahsulünü ilk fiyat veren adama, onun istediği gibi satmak zorunda kaldığı olurdu.

Yaşananlar yazılmasa da anlatıla anlatıla uzun yıllar hafızalarda yer eder; bağından getirdiği bir araba ürünü; "-Hacı Yakup Ağanın malları bunlaar" diye satmaya çalışan adama yaklaşan esnafın; ’’-Hacılığın sehen, ağalığaan vız, sede Yakup, arabanın yüküne ne istersen" diyerek alaylı bir şekilde müşteri olması gibi.

1975 öncesinin üreticileri, evlerinin yıllık zarurî ihtiyaçlarını karşılamak için, en az üç araba mahsul satmak mecburiyetinde idiler. Bu alışverişin sonunda ceplerinde para namına pek de bir şey kalmazdı çoğunlukla.

İki arkadaş evlerinin zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra Bayburt çarşısında tur atmaktadır, bir dükkânın önünde rastladıkları, billûr gibi siyah Erzincan üzümüne gözleri takılır. Üzümü bir süre seyreden iki kafadar ’’-Haydi gidek gada(9) yemiş gibi olduk" diyerek yollarına devam ederler.

Üç haftalık meşakkât sonucu satılan; çiftlik gübresi ile yetiştirilmiş, ilaç, hormon gibi kimyasalları görmemiş, bu günkü tabirle "organik’’, mis gibi üç araba sebzenin parası ile satın alınanlar, mütevâzi fakat insan yaşantısı için "olmazsa olmaz" şeylerdi:

- Yıllık bir teneke gaz
- İki-üç metre uşkur lastiği
- 2 kilogram şeker, bir az çay
- 1 kalıp sabun
- 2 metre kara manda kumaş
- 2 kilogramg iç yağı
- 1 veya iki çift kara lastik
- Çarıklara sürmek için 1 kilogram bezir yağı. (Köylerde herkes kendi çarığını yaptığı için, çarık satın alınmazdı.)
- Bir poşka kibrit

Üçüncü arabadan sonra bunlara ilâveten; 1 kg daha çay ve ihtiyaca göre kap-kaşık satın alındığı olurdu. Evlerde çay şeker daha çok misafir için bulundurulurdu.

Hart, Mormuş ovaları, Keçevi ve Ortakol gibi düzleri ve bu geniş  araziyi sulayan büyüklü küçüklü hepsi Çoruh’ta birleşen dereleri, otlakları, yaylaları ile; insanoğlunun temel gıdası olan buğday ve etin kadimden beri yaygın olarak üretildiği yörede; harman zamanı çalışmanın, bereketin yoğun olduğu terin akıtıldığı zamandır. Çoğunlukla Karadenizden gelen yevmiye usulü çalışan "tırpancı"lardan da, daha ziyade ekin biçiminde yardım alınan hububat hasatı vaktinde; önce harman yeri sulanır, düzlenir, temizlenirdi. Havalar müsait olduğundan geceleri harmanda yatılarak devamlı çalışılır, patosa geçildikten sonra dahi bir an boş kalınmazdı. Samandan ayrılıp elde edilen  buğday, arpa veya sarıbaşın (10) tohum ve ihtiyaç için ayrılan kısmı ambarlara alındıktan sonra kalanının,  değerinde paraya çevrilmesi için şehirdeki zahire pazarına götürülmesi şarttı. Un, bulgur, gendime çoğu köyde ve şehirde bulunan su değirmenlerinde buğdaydan yapılır, evleri tandırlarda pişen helal ekmeğin mis gibi kokusu  sarardı. Saman, mereklere taşınır, uzak yere gidecekse "xeşe(heşe)" denilen büyük çuvallara doldurulurdu.

Zahire naklinin at ve öküz arabaları ile yapıldığı bu yıllarda uzak köylerden gelenler şehir merkezine varıncaya  kadar, yollarda ortalama iki gece geçirirlerdi. Meselâ; uzak sayılan Beşpınar (Lori) ve Elmalı gibi köylerden zahirelerini öküz arabalarına yükleyen kafileler; sabah erkenden yola çıkar, ilk geceyi Pınarcık veya Ozansu’da konak odalarında  geçirirlerdi. Bu yolda ikinci konak ve geceleme yeri Hindi Hanları idi. Bu handa dinlenip bütün ihtiyaçlarını karşılayan kafileler üçüncü gün şehre varır, getirilen arpa, buğday, sarıbaş gibi ürünler Zahire Meydanında satılır, şehrin odun ateşinde pişmiş meşhur döneri yendikten sonra, evin ihtiyaçları şehir esnafından karşılanır, aynı yoldan geri dönülürdü.

İran ticaretinin yarısının Trabzon-Tebriz kervan yolu ile yapıldığı yıllarda, bu yoldan otuz bin kadar deve ve bir o kadar katır geçer; bu kervanlar han ve kervansaraylarda konaklardı. Erzurum-Trabzon arasında konaklama merkezi olan Bayburt’ta, şehirde ve yol güzergâhlarında bu amaçla işletilen çok sayıda han vardı. Kemah’tan tuz çeken eşek kervanları gibi daha küçük kervanlar ve civardaki yerleşim birimlerinde binbir meşâkkatle beslenip, haftada bir gün kurulan pazarda satılmak için getirilen büyük ve küçükbaş hayvanlar ve sahipleri bu hanlarda kalıp, rahat eder, karınlarını doyurur, yol yorgunluklarını atarlardı. Hayvan pazarında şehir esnafından ziyade besicilikle uğraşan köylerin ağırlığı hissedilirdi.

Evliya Çelebinin de bahsettiği halen ayakta olan Bedesten (Taşhan), bu canlı ticaretin şahidi ve şehrin en önemli tarihi eserlerindendir. Bir çoğu bedestenin içinde olan; attarlar, semerciler (Semerciler Cad.), faytoncular (paytoncular), atarabacılar, kızakcılar, tabaklar (dabağlar, Dabağhane Cad.), tandırcılar, kavurmacılar, yumurtacılar, saraçlar, kevelciler(11), çarıkcılar, kazazlar, keçeciler, dülgerler(12) (Marangozlar Cad.),  mumcular, marancılar(13), kaşıkcılar, bıçakcılar, tarakcılar, sandıkcılar, kunduracılar, boyacılar, sabuncular, dikiciler, culfalar(14), kuyumcular, nalbantlar, bakırcılar, zarcılar, kılıççılar, demirciler, tenekeciler, kürkcüler gibi bir çok sanat kolu ve esnaf, doğrudan veya dolaylı olarak bu ticaret yollarından beslenirdi. Evlerde dokunan ve emsallerinin en iyisi bilinen ehram ve kilimlerin değerlendirilmesine de bu yolların katkısı vardı.

***
1) Bahsedilen ürünleri, aynı tohumları kullanarak üreten insan sayısı günümüzde çok az kalmıştır.
2) 1916 Bayburt Savunması'nı Mareşal Fevzi Çakmak, "Büyük Harp’te Şark Cephesi Hareketleri" adı ile, Genel Kurmay Matbaasında 1936'da Ankara’da basılan anılarında, tarafların kayıplarını, çarpışan birlikleri ve sayılarını,  çarpışmaların gün ve teferruatlarını vererek bu savunmanın önemini ve büyüklüğünü çok açık bir şekilde ifade etmiş. İş Bankası Yayınları'nca yeni baskısı çıkan kitaptan bir cümle: "-Görülüyor ki 160 Rus taburu azamî 35-40 bin tüfekten ibaret 3. Ordu üzerine saldırıyordu. Vehip, Enver’e Bayburt’u bir Plevne yapacağını yazmıştı. Burası bir Plevne gibi müdafaa edildi. Ancak (Çoruh-Masat-Kop) cephelerine karşı siperler kazılarak tahkim olunmuştu. Gerisi açıktı.’’
3) Bölge, Bakanlar Kurulunca Millî Park ilan edildiği için geç de olsa bu eksiklikler giderilecek gibi.
4) Horum: Bağlanmış Ot
5) Dunnuh Görmek: Bulanık Görmek
6) Alaf: Hayvan Yiyeceği
7) Gafuga: Bakırdan küçük su kabı
8) Bıldır: Geçen yıl
9) Gada: Kardeş               
10) Çavdar
11)Deri-Kürk satıcı
12)Marangoz
13)Kağnı arabası yapanlar
14)Dokumacı