“Az ötede” deriz, “az öteye git”, çarşıdan öte-beri (ıvır-zıvır) aldım deriz… Bir halk türkümüz “Öte yakaya geçelim/ Atlara yonca biçelim” der.
Bunlar pek sıradan öte deyimleri ve tanımlarıdır. Bunlardan öte, öteler vardır ve onlardır öte bağlamında asıl konuşulup yazılacak olanlar.
O “asıl öte” nedir peki? Bir sınır mı, bir döngü mü, bir evriliş, geçiş, bir sonsuzluk mudur? Hepsidir bizce.
Bu ötelere adlar da verilmiştir: Sınır ötesi, ölüm ötesi, fizikötesi gibi.
Ötenin sonu yoktur, öteden ötesi de hep vardır, yalnızca fizikötesi yoktur, o bir varsayım, sanallıktır.
Öteye geçmek gerek, öte sorgulamaları yapmak gerek. Yani öte gelmez size, öteye siz geçeceksiniz, özellikle de düşünsel ve sınırsal anlamda.
Aşk da bile çok “öte durumları” vardır, süzmekten öteye gözümün olmaması da böyle bir durumdur:
“Ardın sıra koşmak çözüm olamaz,
Yüzüne çıkacak yüzüm olamaz,
Uzaktan iç çekiş, boşuna umut,
Süzmekten öteye gözüm olamaz.”
“Dosyası kabarık ayrılığın fitnekârlığı” adlı şiirimizde ise aşk bağlamında öğütler veririz bu fitnekârlığa uğrayanlara ve ötelere özgülenmesini isteriz:
“Bizden sana bir yanmışlık önerisi:
Özgülen ötelere özlemle
Zamanın zevkiyle zumla zirveleri
Loşluk loncasında şiirler üret
Avunu ırmağı olursun işte o zaman”
“Dar Ayak” bir halk şiiri ustalığıdır, son şiir kitabım “Çizdikçe Çözdüm Bir Kuvvacıyı”da öyle bir dar ayak ustalığı sergilemeye çalışır ve öteden beri sözcükle oynadığımı vurgularım:
“Çektiğim sevdanın tuzu, biberi
Tuz’da, tez’de, toz’da, tiz’de ma’nâ var.
Sözcükle oynarız öteden beri
Söz’de, saz’da, sez’de, siz’de ma’nâ var”
Öteler olmasaydı kötü olurdu, güdük ya da sonuçsuz kalırdı meraklarımız. Sınır ötelerine özlem ve ilgi şiir de yazdırır insana. İşte 70’li yılların sonuna doğru, Kars-SSCB sınırından etkilenip yazdığım bir şiirden bir dörtlük, bugünkü düşüncelerime uymasa da paylaşacağım:
“Kars'ın ötesine özlem ve ilgi
Tutsak gardaşların olduğundandır
Sahte sınırlara acılı yergi
Bizden bizi zorla aldığındandır”
Ve geceleyin, otobüs camının ötesinde gördüğünüz bir garip lamba, neler düşündürür insana neler:
“Camın ötesi kopkoyu gece
otobüs hızla ilerlemede.
Birden seni gördüm
bilmediğim bir yerde.
Aldın taa nerelerden
garipliğimi getirdin gündeme.”
Kimi yazdıklarımsa bugün ters gelir bana, “ötesine soyunma” demişimdir çünkü:
“Gün bir gün bitecek
Olmadığın günde anılmaya bak
Gün teslim alınmaz
Ona sarılmaya bak.
Yazılan senaryoyu
Gereği gibi oyna
Gün görmek budur işte
Ötesine soyunma”
Gelgelelim işte şu dizeleri de geçmişte yazmışımdır ya, buradaki öte sorgulamalarını bugün de beğenirim:
“Ne ola nesneyi ateşleyen özne
Birliğe yataklık eden ikilik
İkiliğin görgü tanığı birlik
Öteden öte ve beriden beri de nedir?”
Cahil, yobaz, softa, görüş fukarası kimselerin öte algılarıysa engeldir öte meraklarına... Öte dünya ve ölüm ötesi dışında öte bilmezler onlar. Oysa geçmişlerimizde halkımız “Ölümden öteye köy yok” diyerek ölüm ötesine bile özdeksel olarak bakabilmiştir. Bu yeni yetme, selefi zihniyetli, tarikat-ticaret-siyaset döngüsünde başları dönmüş olanlarsa, sizi başka alanlardan men ederler, kendi dar alanlarına hapsedip, arayışlı ötelere taşılmasını, ötelerden bir şeyler taşınmasını istemezler, yasaklar koyarlar. Bunların entelektüelleri ise maverayı bilirler öte bağlamında, mavera üstüne konuşur yazarlar, bitmez mavera mavraları. Nedir mavera? Bir şeyin ötesinde, arkasında, gerisinde bulunan yer, zaman. Yani fiziği bilmeden fizik ötesini aramak.
İşte Necip Fazıl’ın maveraları:
“Sırtımı uykuda dürtüyor bir el;
Fırla yatağından koşar adım gel!
O bir minicik zar, kabuğunu del!
Seni çağıran var, tâ maverâdan!”
Ne dersiniz, kimmiş o çağıran, var mı öyle birisi, var mıdır bir “Mavera Dede”
“Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilâhî yapı,
Bin bir avizeyle uçsuz maddede.”
“Açıl susam açıl” bir masal imgesi, aslı yoktur. Bu aslı yokluktan Atlas sedirinde Mavera Dede’yi bulmak… Ama sonra sırça sarayı yakmak; ilahi yapıdan, uzaydaki bin bir avizeden ve uçsuz maddeden söz etmeye başlamak. Tam NFK’lık iş.
Mavera Dede yoktur ve madde uçsuz değildir, ucu başlangıcı vardır: “Evrenin sıcaklığının (i.e., parçacıkların ortalama kinetik enerjilerinin) düşmesiyle yavaş yavaş madde (proton, nötron, vb.) oluşur. Daha sonra bunlar birleşerek daha büyük (He, Li gibi) çekirdekler meydana getirir. Sıcaklığın daha da düşmesiyle proton ve elektronlar da bileşir ve ilk Hidrojen atomları oluşur” ve maddenin ucu da budur işte, bilimsel olarak.
Biz de öteleri sorgulamışızdır ama bunlar gibi din burgacında, fizikötelerinde, yalancı maveralarda, uçsuz maddelerde değil; işte böyle, uzaylara, sonsuzlara, noktalara, hiçlere, sıfırlara giderek:
“Uzaydan ötesi uzamaz sanma
Uzağa noktayı koyamadık ki
Noktadan noktaya doğru diyorlar
Çemberde kaç nokta, sayamadık ki.”