Şiir de yazarmış “Haspa” meğerse… Bu Haspa’nın kitap fuarlarında kitap imzaladığı standların önünde büyük kuyruklar oluyor. İçeriksiz, niteliksiz, sıradan, yavan yazıyor… “Kör atın kör alıcısı olur” derler Bayburt’ta, böylesi kör atların bu toplumda öylesine çok kör alıcısı var ki… Bu Haspa geçen gün baktım ünlü bir televizyon kanalının kültür-sanat programında. O cümle kurmakta, sözü toparlamakta, meramını anlatmakta zorlanan sunucu hatun soruyor, Haspa yanıtlıyor. İlk şiir kitabı çıkmış ya Haspa’nın, bu büyük bir olay, Türkiye bilmeli bunu… Bir güç itelemiş bu ekrana…İtelemiş ya, niteliksizliğe makyajla, ölü yüzüne makyaj arasında bir fark yok. Haspam bir şiirini okuyor bu kitaptan. Şiir hakkında yaptığım bir sunumda dediklerime açıp yeniden bakma gereği duyuyorum:
Şiirin maddi unsurudur sözcük. Sözcüksüz şiir yazılamaz. “Maddi unsur” dedik, peki bir de “manevi unsur” mu var? Evet var. Şair alır sözcükleri imgelemine taşır, mecaz, eğretileme, simge ve benzetmelerle tepkimeye sokar, çağrışımlar yaptırtır başka sözcüklerle, imge ögesi olarak baştan yaratır böylece.
Haspa’nın sözcükleri hiçbir tepkimeye girmemişler, birer yığıntıdan ibaretler.
Devam edelim, yine demişiz ki: Bir metni şiirsel kılan, çekici bir dil, çok anlamlılık ve imge gibi ögelerdir. Ve bir “Şiir Sesi” vardır ki, bu düzyazıda neredeyse hiç görülmez, en belirgin fark budur. Şiir sesi, müzikal bir söylem gerektirir, ritim diyoruz buna.
Haspa’nın dili sıradan, sokaksı, çok anlam ve imge hak getire, ritmi ise müzikal olmak bir yana kakafonik…
“Sözcüklerle evrenler yaratırlar şairler” de demişim o sunumumda. Haspa ve bu Haspa gibiler bırakın evrenleri, kendi küçük dünyalarını bile yaratamamışlar.
AYETSİZ, HADİSSİZ, SLOGANSIZ YAZAMAMAK
Yazarlık yaptığım gazetede o da yazmaya başlamıştı.
Ayetsiz, hadissiz yazısı yoktu ve hepsinin sonunu da Dilipak'tan aparma o tümce ile bitiriyordu: "Selam, sevgi, dua ile..."
Beni sayar, severdi o zamanlar. Dedim ki "Ayet, hadis kullanmak, hazıra konmaktır, yazarı köreltir, kullanma onları, kendi düşüncelerini, kendi tümcelerinle yaz ve zorla kendini. Bir de bırak o Dilipak ağzıyla yazı sonlandırmayı.
"Tamam Abi" dedi, uymaya çalıştı, bu çalışma ona yararlı da oldu. Gelgelelim yazıyı bir sloganla bağlamadan edemiyordu, Dilipak'ı bıraktı, benim de hoşuma gitsin diye Ziya Gökalp'e sığındı, artık tüm yazıları "Türküm bu ad her unvandan üstündür" dizesi ile bitiyordu.
Şimdi bakıyorum birileri bu arkadaş gibiler, Ayetsiz, hadissiz, slogansız kendilerini ifadeden acizler.
Kendi görüşleri yok...
Kendi görüşü olmayanlar yok hükmündedirler.
ÜÇ DAL FARKI VE SAYGI
Bir habercinin, muhabirin, daha dar anlamıyla bir gazetecinin olaylara ve insanlara bakışı nesneldir, sorgulayıcıdır, çelişki yakalayıcıdır, yerine göre de ironiktir.
Bir yazarın, edebiyatçının bakışında da bunlar vardır, ama fazlası da vardır, fazlası yorumdur, özgürlüktür, imgedir, sanatsallıktır, kurmacalıktır.
Bir ressamın bakışında ise, yazarın bakışında olanlara ek olarak görsellik vardır.
Ben bu saydığım üç dala da bir biçimde konmuş bir adamım arkadaşlar. Üç dala konmak insana daha geniş ve varsıl bir görüş açısı kazandırır.
Bir dala konup duranları bunu anlamasını beklemem. Ama saygı beklerim.