Gördüğüm Bayburt, “Şen ol” dediğim Bayburt mu? Hiç de değil! İmaret, Şehit Osman, taş konaklar, Saray Bahçesi, Koruk, İleri Sokak… Tümü silinmiş; kişiliğini kaybetmiş, yürek yakıyor. Hiç biri de “şen” değil…

Gördüğüm Bayburt, “Şen ol” dediğim Bayburt mu? Hiç de değil! İmaret, Şehit Osman, taş konaklar, Saray Bahçesi, Koruk, İleri Sokak… Tümü silinmiş; kişiliğini kaybetmiş, yürek yakıyor. Hiç biri de “şen” değil…

Bayburt’umuz kendisini ‘dört köşe’ saran, dört yükseltiye yaslanmış mutlu, bunlarla gurur dolu bir kent: Kale, Duduzar, Şehit Osman ve İmaret… Bu dört öğe hem birbirlerinin görkemine görkem katar hem de Bayburt’u Bayburt yapar(dı). Saat Kulesi’nin dibinde durdun mu dördüyle de gönül bağı kurar şâd olurduk. Şimdi?

***

İmaret, Transit yolu ile Bayburt arasında; Taşköprü’nün hemen arkasındadır. Oraya çıktığımızda Koruk’tan başlayarak Kale’ye değin tüm Bayburt’u izlerdik rahatça. İmaret, en rahat tırmandığımız seyrangâh idi bizim için. Hele de Koruk’ta gerçekleştirilen mahalle savaşlarını oradan izlemek bizim için doyumsuz bir zevkti. Ama oraya asıl değer kazandıran Şair Zihni Anıtı idi. Şair Zihni; divanlardan, antolojilerden, nağmelerden çıkarak bu tepede somutlaşmıştı. Her sabah ve her akşam Şair Zihni ile Bayburt kucaklaşıyor, sarmaş dolaş oluyordu. Bayburt’a Erzurum’dan ya da Trabzon’dan gelenleri Şair Zihni’nin özlem dolu bakışları karşılıyordu. Şimdi o güzelim, duygu dolu anıtın konumlandığı İmaret Tepe binalarla dolmuş, Şair Zihni boğulmuş, boynu bükük, yetim kalmış. Yine özlemlerin, kavuşamamanın; Bayburt’la, Bayburtlu’yla kucaklaşamamanın ateşiyle kavruluyor…

*

Şehit Osman tepesi, tüm Bayburtlular için çok önemliydi. Bizim mahalle için, mahallenin çocukları için daha da önemliydi. Kaydırak Kaya, tepenin mahallemize bakan yamacındaydı. Üzerine oturduğumuz düz ve küçük taşlarla Kaydırak Kaya’dan aşağı çılgın haykırmalarla kayardık. Bir de küçücük bir mağara vardı. İçine iki kişi zor sığardı. Yazın sıcağından kaçmak için, mağaramızın hafif nemli ve serin bağrına sığınırdık, tıkış tıkış.

Tepeye kutsallık kazandıran iki şey vardı… Tepeye adını veren iki kümbet ve Düldül’ün ayak izi… Sanırım Kaydırak Kaya’nın bir kenarında yuvarlak bir oyuk vardı. Çocuk aklımız ve söylencelerin etkisiyle bu oyuğu, bir atın ayak izine benzetirdik… Hz. Ali’nin atı Düldül’ün ayak izi… Düldül, Duduzar’dan Şehit Osman’a zıplamış bu ayak izini bırakmış, buradan da Kale’ye… Bu kutsallığa o denli inanmıştık ki kimsenin aklına gelmezdi “Niye bir ayak izi var? Düldül’ün bir ayağı mı vardı? At bir ayakla nasıl zıplar?”  Bu oyuk yağışlardan sonra suyla dolardı. Özellikle de serçeler -biz kırkır derdik- bu sudan gagalarını daldırıp kafalarını yukarı kaldırarak içerler bizde onları zevkle izlerdik.

Şehit Osman tepesinin en yükseğinde iki kümbet var. Mahallemizin her hanesi, her yıl en az bir kez bu tepeye çıkar, daha doğrusu tırmanırdı. Hanenin genç-yaşlı bayanları ile çoluk-çocuk özellikle de Cuma günü Şehit Osman’a zorlu tırmanış başlatırdı. O denli zorlanırdık ki tepeye hiç ulaşamayacağız gibi gelirdi. Tırmanış başlarken kümbetler görünmez, yorulmalar başlayınca yukarıya bakan gözler umutla onları arardı…

Tepeye çıkarken yanımıza ufak tefek şeyler alırdık ama su ile semaver kesinlikle… Sonunda kümbetlerin tepesi görünür, bacaklar yeniden güç kazanır ve tepeye varırdık. Namazlar kılınır, semaverlerde çay demlenirken biz çocuklar tek şeyle uğraşırdık. Dilek taşı tutturmak… Bir dilek tutar, yerden aldığımız sarı, düz, küçük taşları çoğu kez tükürüğümüzle ıslatır, kümbetin taşına dakikalarca küçük bir daire içinde sürterdik. Bıraktığımızda da duvara yapışıp kalırdı. İşte o zaman tüm yorgunluklar unutulur, mutlu çığlıklar tepenin gök boşluğunu doldururdu. Çünkü tutulan dilek gerçekleşecektir!

Özellikle genç kızların dilekleri için taş yapıştırmaya çalıştığımız da olurdu, ama onun da bir ücreti vardı elbette. Eee, genç kızların dilek taşı tutturması ayıplanırdı, iş biz çocuklara kalırdı. Gün sonunda da hızlı, şamatalı, yeni umut ve niyazlarla dolu olarak iniş başlardı. Şehit Osman tepesi önce ağaçlandırıldı, suya kavuşturuldu. Yapılan şirin bir yolla ulaşım kolaylaştırıldı. Ve sonunda da -inanılmaz bir şey- imara açıldı! Yapılaşma başlatıldı. Sonuç ortada… Ben anlatmayayım, siz düşünün.

*

Gün doğuşu ve günbatımında birbirlerini selâmlar(dı), İmaret ile Şehit Osman… Şair Zihni’nin özlem yüklü ruhuyla Şehit Osman’ın özgürlük, tarih yüklü ruhu her seher ve her akşam vuslata erer sarmaş dolaş olurlar(dı)…

Her gün iki kez yinelenen bu yüce ruh buluşması artık gerçek bir özleme dönüşmüş; bu iki ruh vuslata erememenin sancısını çekiyor…

Yazık, çok yazık!

Ocak 2012