Ramazan, paylaşıldıkça anlam kazanır.

Bunu biz, ailemizden öğrendik. Her Bayburt evinde -yoksul ya da varsıl- yaşanan ”Ramazan Paylaşımı” Bayburt’un ortak özelliğidir.

Paylaşımın, insan ruhuna ne denli yakıştığını ta çocukluğumuzda öğrendik.

Yaş aldıkça, Ramazanlarda yaşadığımız paylaşımı, salt Ramazanlarda değil, günlük yaşamımıza da yansıtır olduk.

Ama ne olursa olsun “Ramazan paylaşımı”nın tadı, iç dünyamızda oluşturduğu huzur ve sevinç bambaşka oluyor.

Üstelik bu tadı ve huzuru yaşamak için oruç tutmak da koşul değil. Benim gibi özrü nedeniyle oruç tutamayanlar da bunları yaşayabiliyor. Yeter ki çocukluğunda bu duygularla iç içe yaşamış olsun.

İşin ilginç yanı, paylaşımı içselleştirmiş kişi, her paylaşımında sanki oruç tutmuş gibi bir duyguyu yaşayabiliyor. 

Hatta yaşı ilerleyip sorumluluklarının boyutu arttıkça, yardımlaşmasının boyutları da artıyor.

Yardımlaşma, salt parayla pulla da ilgili değil.

Bir yaşlının elindeki fileyi, evine, kapısının önüne değin taşımak da aynı duyguyu yaşatabilir kişiye.

Zor durumdaki öğrencisine yardım elini uzatarak başarılı olmasını sağlayan öğretmenin “Ramazan sevinci”ni yaşamasının önünde engel mi var?

Eğitim eksikliklerini giderdiğin bir yetimin gözlerindeki sevinç pırıltılarının, sende “Ramazan sevinci” oluşturmasından daha doğal ne olabilir?

Geçim sıkıntısı yaşayan ailelere yardım için illa ki Ramazan’ı mı beklemek gerek? Bence hangi ayda hangi günde yardım edersen et “Ramazan sevinci”ni hak etmiş olursun.

Bizim kuşakta bu “Ramazan paylaşımı” sevincinin oluşmasını sağlayan, özellikle evlerimizde yaşanan iftar sofralarıdır.

Çok iyi anımsıyorum, iftar sofralarımızda en azından fazladan bir kişilik yer ayrılırdı; ola ki tanımadığımız bir konuğumuz olur diye. Olmasını da gönülden dilerdik. O konuğun yer aldığı iftar sofrası daha iç açıcı olurdu. Babam, akşam eve gelirken, kolundan tutup soframıza getireceği kişiyi arardı. Çok nadir de olsa yalnız geldiğinde gözümüz, kulağımız hep kapıda olurdu.

Anımsadığım bir şey de anamın benim servisimle mahalleye gönderdiği iftar yemekleriydi. Her akşam iftardan önce, ev halkı için pişirilmiş neyse ondan sıcak yemek ve tatlı özenle bir tepsiye yerleştirilir –özellikle de üstleri kapatılarak- mahalledeki yaşlılardan birinin evine gönderilirdi. Hele hasta varsa onun evine yanında limonla birlikte sıcacık çorba götürmek de vardı.

Bizim kuşak Ramazan sevinci ile böyle tanıştı. Yaşayarak, mutluluk paydaşı olarak, paylaşmanın ruhlarda oluşturduğu huzuru tadarak “paylaşım hazzını” yaşar, yaşatır oldu.

Gösterişten uzak; içten gelerek gerçekleştirilen; göze, mideye değil ruha seslenen paylaşım; kesinlikle Ramazan’ı Ramazan kılan en önemli toplumsal değerlerden biridir.

Ne mutlu bu duyguları yaşatan ve yaşayanlara!