Ülkemiz için bu sorunun yanıtı, öznel bakışla değişiklik gösterebilir. Ama nesnel değerlendirme yapılırsa tek yanıtı var: “Pek de iyi bir yere gitmiyoruz.”

Ülkemiz için bu sorunun yanıtı, öznel bakışla değişiklik gösterebilir. Ama nesnel değerlendirme yapılırsa tek yanıtı var: “Pek de iyi bir yere gitmiyoruz.”

Bu yanıtı, birkaç bölümde ve değişik açılardan değerlendirmek gerekir.

Eğitim, hukuk-yargı, medya, iç ve dış güvenlik, -pek alanımız olmamasına karşın- ekonomi ve de ulusal parçalan(dır)malar…

***

Eğitim-öğretim tam bir çıkmazda.

Günübirlik alınan, kısa zamanda ya düzeltilen ya da tümüyle değiştirilerek kaldırılan kararlar… Örneği o kadar çok ki!

• 4+4+4… Amaç neydi -ki yeterli ve bilimsel araştırmalar yapılmadan- eğitim-öğretim yaşını 6 ve daha altına çekmekti. Dahası 'zorunlu eğitim'i 12 yıla çıkarmaktı. Okul öncesi eğitime 6 yaş grubunun altıdakileri almak, onları öğretime hazırlamaktı. Kaos burada patladı: ana-babalar daha tuvalet alışkanlığını kazanmamış, beslenmesini tek başına gerçekleştiremeyen çocuklarını okula göndermek istemediler. Yasal zorlamalar sonucu rapor aldılar. Bu veliler, devlet büyüklerince ve gülünç gerekçelerle suçlandılar. Okullar açılınca sorunlar patlak verdi. Okulların çoğu fiziksel olarak 4+4+4’e hazır değildi. 5 yaşındaki çocuk ile 12-13 yaşındaki genç aynı ortamda öğreniyor, eğitiliyor, oynuyordu. Zorlama ve yapay düzenlemelere girişildi. Bunlar da soruna yeni boyutlar ekledi. Öğretmen açığı üst düzeydeydi, bu uygulamayla iyice arttı. Zaten öğretmen yetiştiren kurumların yetersizliği biliniyordu. Şimdi daha da kronikleşmişti. Ki “öğretmen yetiştiren kurumlar”ın geçmişi, şimdisi ve geleceği ayrıca ve ayrıntılı olarak irdelenmeli. Sonuçta 4+4+4 sistemi uygulanmaya başladığı yıl çöktü. Uygulama sağından solundan kırpılarak, eskiye dönüşe yönelindi. Ama asıl amaç sağlanmış, İlköğretim Okullarının bir bölümü “İmam Hatip Okulu”na dönüştürülmüştü. Şimdi sormak gerekmez mi: İmam Hatip Okullarının açılması için, arkadan dolanarak bir kuşağı yok etmeye, eğitim-öğretim kurumunu yozlaştırmaya ne gerek vardı? Gerekli yasal düzenlemeler yapılır, “İmam Hatip Ortaokulları” açılırdı. İktidarın Meclis çoğunluğu da fazlasıyla yeterliydi. Şimdi sistem yine yavaş yavaş “İlköğretim”, Ortaöğretim”e dönüşme yolunda.

• Yıllardır “dershaneler kapanacak”, “SBS kalkacak”, “sınav yöntemleri değişecek” söylemleri en yetkili ağızlardan dinliyoruz. Ne oldu? Eğitim-öğretim sistemimiz yap-boz tahtasına döndü. Öğretim yılı başında alınan kararlar, ikinci yarıyılda değiştirildi. Öğretmen, veli ve doğal olarak öğrenciler şaşırıp kaldılar. Sınavlarda hangi konulardan sorumlu tutulacağını, sınavlara birkaç hafta kala öğrendiler. Bu da yetmedi Anadolu Lisesi sınavlarında da Üniversite sınavlarında da sorular çalındı, belli kurum ya da kişilere servis edildi. Sınavlar yinelendi. Bu sarsıntıları yaşayan öğrencilerle ilgili bir çalışma yapılmadı. Göstermelik soruşturmalarla kamuoyu uyutuldu. Sorumlular görevine devam etti. Gerçek demokrasinin yaşandığı ülkelerde, yukarda sıraladığımız olayların sorumluları ve de ilgili bakanları bir dakika bile yerinde duramaz. Demokrasiyi içselleştirmiş toplumun bireyleri de bu sorumluların yakasını bırakmaz.

• Ortaöğretim (Lise) öğrencileri daha bir sorunlar yumağının içinde. Hüseyin Çelik “Bir sınav yetmez!” dedi, OKS’yi kaldırdı; yerine üç aşamalı SBS’yi getirdi. Nimet Çubukçu “Olmaz!” dedi bire indirdi. Nabi Avcı’nın niyeti çok hızlı: Sınavları tümden kaldırmak Olur mu olmaz mı bilmem, söylediği özetle şu: “Ünlü okullar için küçük ölçekli sınav yaparız; tabelada Anadolu Lisesi yazanlara genel sınav yok. Yıl içinde ana dersleri içeren merkezden sınav yapacağız.” Hani sınavlar tümden kalkacaktı? Okullarda, notların şişirilmesini önleyebilecek misiniz? Hanak Lisesi’nde okuyan Can ile Ankara Lisesi’nde okuyan Can aynı eğitim-öğretimi mi alıyor? Bunların koşullarını denkleştirebilecek misiniz? Bir de özel dershaneleri kaldıracağız diyorsunuz! Dershaneler durmadan kayıt yarışındalar. En büyük sorun, eğitim-öğretim ile ilgili herkesin –buna Bakan ve Bakanlık çalışanları da dahil- bir bilinmezlik, bir karmaşıklık içinde. Kimse yarın ne olacağını bilmiyor. En kötüsü de karar verenler de kararı uygulayacaklar da karardan etkilenecekler de; kimse 2013/2014 öğretim yılına hazır değiller.

• Bir de evlere şenlik ve vıcık vıcık kötü kokular salan Fatih Projesi var ki “Akıllı Tahta” uygulamasındaki sorunlarla birlikte ayrıca irdelenmeye değer.

• Seçimler yaklaştı ya, eğitim üzerindeki söylemler de renklenmeye (!) başladı. Belki onuncu kez YÖK sorgulanıyor; gereksiz(miş), antidemoratik(miş), bilimselliğin önünü tıkıyor(muş), kaldırılması gerekiyor(muş)!... Gerçekten gereksizliği, antidemokratikliği, bilimselliğin önünü tıkadığı, kaldırılmasının gerekliliği genel kabul görüyor. Ama nedense iş icraata gelende, YÖK daha da etkinleşmiş olarak ortaya çıkıyor. Niye? Çünkü özgür, çağdaş, bilime açık üniversitelerin üzerine bir karabasan gibi çökmüş. Rektör atamaları, üniversitelerin yönetim biçimlendirmeleri, üniversite açma, bilim insanlarına unvan verme, disiplin işlemleri… Bunların ve daha sayamadığım birçok yükseköğrenim işlerinin ilk, kiminin de tek yetkilisi. Oluşumu yönüyle de iktidarların eli altında. Hangi iktidar, üniversiteleri böyle bir kurum aracılığıyla yönlendirmek istemez!

Şimdi sormak gerekmez mi; Eğitim-öğretimde nereye gidiyoruz?

Eylül 2013