Büyük Türk Hükümdarı Timur, kendi soyuna devlet yönetimine dair vasiyetname olarak bıraktığı Tüzûkat-ı Timur’da, vergi politikası ve uygulamalarına da yer veriyor. 

“Emrettim şöyle ki, halktan toplanacak harac rüsumu onlara ağır gelecek, memleket refahına ziyan verecek şekilde almasınlar. Çünkü memleket harabeliği hazine harabeliğidir. Bundan dolayı ordu dağılır. Hazinesiz ve leşkersiz saltanatın devam etmesi mümkün değildir.

Yine emrettim ki, fethedilen memleket leşker girişinde kötü hadiseler görmeden, afete uğramadan, amanlıkla tâbi olmuşsa, o memleket hasılatını ve gelirlerini araştırsınlar. Eğer yerli tebaa önceleri ödeyegeldikleri haraca razı olurlarsa onu kabul etsinler. Aksi halde bunları da harac tüzüğüne bağlasınlar.

Yine emrettim, her yerin verimliliği, mahsullüğüne mukabil harac alsınlar. Şöyle ki, nehir ve pınardan, arıktan, karizden (yeraltı sulama kanalı) sulanan, suyu kesilmez olan ekin arazilerinin hesabını alsınlar. Sonra şu araziden alınan hasılatın üçte iki hissesini çiftçi alsın ve bir hissesini devlet hazinesine teslim etsin. Eğer devlet hissesini parayla ödemeye razı olsalar nakit akçe miktarını devlet hazinecisine ait buğdayın cari fiyatına uygun olarak belirlesinler. Böyle fiyatlara muvafık alınan nakit parayı sipahiye iletsinler. Onda hakları vardır. Eğer raiye (vergi yükümlüsü) hasılatı üçe taksim etmeye razı olmazsalar, o zaman sicile alına ekin yerlerini birinci, ikinci, üçüncü olarak üçe bölsünler. Birinci yerin bir tanapına (1-5 dönümlük alan ölçüsü) üç eşek yükü, ikinciye iki, üçüncüye üç eşek yükü hasılat koysunlar. Bunun yarısı buğday, yarısını arpa olarak hesap edip hasılatın ikide birini alsınlar. Eğer raiye buna da razı olmazsa, o zaman bir eşek yükü buğday karşılığı beş miskal gümüş (4,25 gram), bir eşek yükü arpaya iki yarım miskal gümüş versinler. Yine kale hediyesi de bunun içinde olsun. Bunlardan başka raiyeden hiçbir rüsum talep etmesinler.

Bunun dışında güz, yaz, bahar, kış ziraatinden alınan hasılat raiyenin olsun. Yazlık buğday tarlasını da tanapla ölçsünler. Hesaba alına bu yerlerden vergi almada üçte bir ve dörtte bir kaidesiyle emel kılsınlar.

Can parası, meslek parası, otlak ve sulak vergisi gibi her şehir ve bölgenin rüsumlarının alımında eskiden kullanılagelen kurallara emel kılsınlar. Eğer raiye buna da razı olmazsa, imkân çerçevesinde alsınlar.

Yine emrettim, mahsul olgunlaşmadan evvel raiyeden vergi talep etmesinler. Hasat yapılınca, alacaklarını üç taksitte alsınlar. Eğer raiye vergici varmadan kendiler getirip teslim etmek isterse, o zaman vergiciyi göndermesinler. Eğer göndereceklerse buyrukla, sözle alsın. Dayak, ip kullanıp, işi dövmeye sövmeye götürmesinler, onları bağlamasınlar ve zincire vurmasınlar.

Yine emrettim şöyle ki, kim bir çölü abad veya yeni bir bahçe ihdas etse, yahut bozulan bir meskeni imar edip düzeltse, birinci yıl ondan hiçbir şey talep etmesinler. İkinci yıl kendi isteğiyle ne kadar verirse alsınlar. Üçüncü yıl onu herkes gibi vergi tüzüğüne bağlasınlar.

(...) Yine emrettim, her bir ülkeye üç vezir tayin etsinler. Bunlardan biri raiye içindir ki, ondan alınacak vergi-haracların tahsilini gözetleyip, burada yetişen mahsulün hesabını yapsın. Vergi-rüsum mitarı, vergi mükelleflerinin adlarını yazsın ve raiyeden tahsil edilen meblağı saklasın.

(...) Yine hüküm çıkardım, şöyle ki, emirler ve binbaşılar tebaa halktan mal toplarken aslî haractan (tarımsal ürünlerden alınan %10 vergi) başka savrun (padişahlar geldiğinde halktan talep edilen hediye), konalğa (haberci ve elçilerin konaklaması için alınan vergi), şilan (padişah ve emirlere ziyafet veya gıda sağlanması için alınan vergi) parası talep etmesinler. Haraca tâbi olan her memlekete mal toplama zamanında iki vezir tayin edilsin. Birisi toplanan malları yazıp, raiye ahvalini öğrensin ki, vergi toplayanlar tebaaya zulüm edip onların halini harap etmesinler. Vilayetlerde toplanan tüm mallar ve eşyalar girdi defterine yazılmalıdır. İkinci vezir ise çıktı defterine yazıp toplanan mallardan sipahi maaşlarına taksim etsin. Hangi memleketten harac alacaklarsa, üç yıl onu eski haline bıraksınlar. Üç yıl geçtikten sonra, müfettişler inceleyip baksınlar. Eğer memleket refah içinde ve raiye memnun ise, şu halde bıraksınlar. Yoksa bu memleket halise (devlete ait vergiden muaf arazi, su, mal-mülk ile bunları yöneten kurum) makamına geçirip onun bacgir’ine (vergiden sorumlu memur) üç yıl zarfında maaş vermesinler.”

Tam burada Ünlü Türk Tarihçisi Ord.Prof.Dr. Zeki Velidi Togan’ın 1914’te Bilgi Mecmuasında yayımlanan makalesi geliyor. Bu makale Mustafa Kemal Atatürk tarafından da dikkatle okunmuştu. Togan şöyle diyordu:

“Teokratizm (şeriatçılık) Türkler için başbelası bir zihniyettir. Teokratizm İslam camiasının öz sıfatı değildir. Biz garp medeniyetine uyarken İslamiyet de ona uymalıdır. Zaten her vakit tarihte saltanatı hilafetten ayırmışlardır. Türk ve Moğolların idare sisteminde dinle ilgili bir şey yoktur. Cengiz’in yasa sisteminin tatbiki, İslam âleminde yeni bir çığır açtı. Orta Asya’daki İslam memleketlerinin Rusya’ya esir düşmelerinin başlıca sebebi bunların Cengiz yasasından ayrılarak şeriata dönmeleri olmuştur.  Timur, memleketi yasa ve tüzükle idare etmişti. Dinle devlet tamamiyle ayrı olmalıdır. Kur’an ahkâmı, dünyevî ahkâmla tebdil edilmelidir.”

Evet yukarıda yazdıklarımızı da okuduysanız, Timur’un vergi konusunda da şeriata göre değil, kendi tüzüğüne göre uygulamalar yaptığını ve son derece âdil olduğunu gördünüz, bildiniz.

Ve Togan Hoca’nın o yazdıklarına da bir kez daha göz atalım, laikliğin değerini, gerekliliğini bilelim, nassçı kafalara inanmayalım: “Dinle devlet tamamiyle ayrı olmalıdır. Kur’an ahkâmı, dünyevî ahkâmla tebdil edilmelidir.”