Onu anlatmak kolay değil elbet, bilmem kelimeler kifayet eder mi? Zaten onu ne kelimelerle, ne yağmur damlasıyla, ne toprak kokusuyla, ne baharda açan tohumla, ne geceye bağlanan gündüzle, ne de Mecnunun Leyla’sıyla izah edemeyiz, her şey bembeyaz soğukta Mevla’sıyla vuslata erdiren Şeb-i Aruzda gizli. Tahmin etmişsinizdir kimden söz ettiğimizi.
Onu anlatmak kolay değil elbet, bilmem kelimeler kifayet eder mi? Zaten onu ne kelimelerle, ne yağmur damlasıyla, ne toprak kokusuyla, ne baharda açan tohumla, ne geceye bağlanan gündüzle, ne de Mecnunun Leyla’sıyla izah edemeyiz, her şey bembeyaz soğukta Mevla’sıyla vuslata erdiren Şeb-i Aruzda gizli. Tahmin etmişsinizdir kimden söz ettiğimizi.
Adı Kur’an’da geçen ismiyle müsemma Muhsin,
Soyadı; Yazıcıoğlu, sefer der vatanın narına nuruna kurban yiğit evlat.
Sonsuzluğa ulaşmak istiyorum diyen koca yürek; adını denizde uçan martılara, gök kubbede yıldızlara ve Kahramanmaraş’ın o beyaz örtü kaplı dağlara bir çırpıda yazdı da.
12 Eylül öncesi o alaca karanlık günlerinde her tarafı sis kaplamıştı, herkesin birbirinden kaçıştığı o günlerde hem sesimiz hem de soluğumuzdu. 12 Eylül sonrası Türkiye üzerinde sis perdeleri kalkınca, o bundan böyle yediden yetmişe herkesin Peygamber çiçeği gül reisidir.
Artık aramızda gülümüz yok. O şimdi çok sevdiği Peygamber, Ashabı Güzin ve Saadat-ı Kiramın yanında bizi selamlamakta. Zaten o ölümle sevgililere kavuşulacağını biliyordu. Nasıl bilmesin ki, vuslatla anlaşılır sevgilinin kokusu, şayet gönüllerde taht kurduysan bunu anlamayacak ne var ki. Nitekim biz buna şahidiz, hiçbir gönlü incitmediğine.
2009 Mart ayı soğuk yüzünü iyiden iyiye göstermişti. Büyüklerin ‘Mart bacadan baktırır kazma kürek yaktırır’ dediği demler gelip çatmıştı. Fırtınadan önce bir sessizlik vardı sanki. O koca reis son yolculuğa çıkacağını bilircesine sevenlerine ölümden bahsediyor, hiç kimsenin bir saniye öncesi ve sonrası garantisinin olmadığına vurgu yapıyordu. O seçim çalışmalarını genellikle kara yoluyla yapıyordu, bu kez helikoptere binmeye kararlıydı. Belli ki; ötelerden ona koş deniliyordu. Nefesler tutuldu, o da gereğini yapıp kartal misali kar beyaz dağların uç noktasına uçuverdi. O sevgilinin yolunda pervane olan bir yıldızdır şimdi. Zaten öylede oldu.
Vakit yaklaştıkça Kahramanmaraş dağları içten içe hazırlık yapıyordu. Bir onurlu misafirini ağırlayacaktı. Sanki Abdurrahman Karakoç’un mana yüklü şiirini hatırlatan içten içe beşinci mevsim için gizemli bir faaliyet vardı. Zira Musa’nın Tur-i Sina’sından esen yel, tipi ve kar eşliğinde beyaz gelinliğe bürünür de. Niye beyaza bürünmesin ki. Çünkü ölüm kar beyazdı. Derken karlı dağlar onurlu konuğunu sevgililerin sevgilisine kavuşturmak için beyaz gelinlik giydirip bağrına basar da.
İşte o an gelip çatmıştı, sevgili uğruna pervane olan helikopter gizemli bir şekilde düşmüştü. Neyse ki düştüğü yerde ebediyet vardı. Sonsuzluğa kar beyaz kefenini giyerek adım attı.
Kefen ona yabancı değildi. Bakın 12 Eylül darbesinin mağduru düştüğü Mamak Yusufiye’sin de sonsuzluğu nasıl dile getiriyordu:
"Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim perde perde taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgâr gibi, süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum."
Evet, beton çok soğuk, hem de çok soğuktu. Dile kolay türlü işkencelere tabii tutulduğu 2,5 metrekarelik daracık hücre bumbuzdu. Ancak bu seferki üşüme Mamak Zindanı'ndakinden çok farklı olacaktı. Nasıl ki; izinden yürüdüğü Allah Resulü günler günleri kovalarken bir seher vakti şimdiye kadar hiç görmediği bir varlık karşısına çıkıvermişti. Cebrail’in adı güzel kendi güzel Muhammed’e;
- İkra! Oku! Ayetini ruhuna nakşedip nur dağından hane-i saadetine döndüğünde:
- Ya Hatice! Üzerimi ört, der. Annemiz de hemen örtüverdi üzerini. Anlaşılan ilk gelen ayetin tesirini henüz daha üzerinden atamamıştı. Ki; tüm bedeni zıngır zıngır titriyordu. Tabiî ki bu hal vahyin üzerindeki ağırlığından dolayıdır. Aynen öylede Muhsin Başkan sonsuzluğa doğru uçarken ister istemez karla kaplı dağların o mahşeri hatırlatan fırtına, tipi ve sis sahrası içini ürpertiyordu. Korktuğundan değil elbet, karlı dağlardan gelen davete icabette acaba kusur eyler miyim düşüncesinden ötürüdür. Fakat yinede bu çağrıya icabet etmek gerekirdi, edildi de.
Topraktan geldik toprağa gideceğiz deriz ya hep. Evet! Etraf kar, fırtına olsa da kara toprak bağrını açıp onu sevgililerin sevgilisine ulaştırmanın mutluluğunu içten içe keyfini yaşıyordu. Şimdi o kar taneleri eşliğinde gül bahçesine dönüştüğü kabrinde gördüğü güller üşüyen ruhunu ısıtmaya yetmişti bile.
Kahramanmaraş’ın karla kaplı dağları onu beyaz gelinliğe bürünmüş halde sonsuzluğa uçururken bizden de ötelere selam götürün deyip öyle uğurladılar. Biz ise öksüz kaldık onsuz.
Mevlana ölüme Şeb-i Aruz demişti. Muhsin Başkan için Martın son cemresi artık düğün gecesiydi. O şimdi son cemre ile birlikte sevgilinin tahtına uğurlanır da. Zira her yağan kar tanelerinin içinde gül demet bir sır gizlidir.
Karlar arasında bizleri bırakıp gittin, ama bu gidiş farklı gidişti. Sadece gökten inen yere serpilen kar tanelerine izini bırakıp gitmedin, izini yüreğimize kazıdın da. İyi ki de yüreğimize derman olmuşsun. Yiğit duruşunla, bir o kadar da cesaretinle hayatın boyunca milletin önüne set çekilen kaleleri yıkıp doğruları yerleştirme çabanı yediden yetmişe herkes anlamış oldu. Ey yürekli koca reis, seni unutmayacağız. Bizler için üşüdün, ama kalplerimizde sana okuyacağımız sıcacık Fatiha’mız var, madem öyle başın eğilmesin Ey Koca Reis.
O artık Ankara’nın Altındağ ilçesinin Taceddin dergâhında Mehmet Akif’in, İstiklal marşının yazıldığı evin yanında medfun. Ey Sevgili hoşça kal. Malumun olsun, sende sevda yüklü gülü, ülkemi, bayrağı sevdim. Bil ki; açılan gülündedir cennet kokusu, of of. Meğer ayrılık ne yaman aşk ateşmiş.
Velhasıl; içimiz sızlasa da ölüm kar beyazdır.
Ruhun şad olsun.
Mart 2013