Milliyetçilik... Kimimizin huyunu, suyunu, geçmişini araştırıp öğrenmeden; cemaline, endamına, sesine, yürüyüşüne sırılsıklam âşık olup toz kondurmadığımız, tutkuyla ve coşkuyla sarıldığımız, inanç hatta tabu haline getirdiğimiz kavram.

Kimimizin bilinçsizlik ve bilgisizlikten, kıskançlıktan, eblehlikten, etnik ya da dinsel neden ve uyuşmazlıklardan ve ideolojik körlüklerden dolayı; nefret ettiğimiz, kulp takmaya çalıştığımız, hatta bunlarla da yetinmeyerek küresel efendilerimizden arka ve destek alarak, savaş açtığımız, iftira ettiğimiz, saptırmaya çalıştığımız düşünce...

Ve bir üçüncü grup... Bunlara kimileri bile demek fazla... Sıradan ve sürüden biri olmayı seçenlerdir bunlar. Fosil izlekleriyle beslenip, yalama olmuş sloganlarla yetinenlerdir. Yüreksizce ve müraice gerçekleri saklayanlardır. Milliyetçiliği politikaya alet ve kurban edenler, kendi kişiliksizliklerini milliyetçiliğe de bulaştırmaya çalışanlardır.

Bu üç, uç örneğin olumsuzluklarından arınmış milliyetçiler yok mu? Yok diyemeyiz, var ama cesametleri devede kulak... Devede kulak olmak önemsiz değildir, değildir de o kulak iyi duymuyorsa, o deveye mesajları iletemez ve o deveyi güdemez.

Milliyetçilik aslından uzaklaştırıldı son otuz yılda. Osmanlıcılıkla malul oldu, muhafazakârlıkla muhafazasından çıktı, ümmetçilikle özüne dokunuldu. “Ulusalcılık dinsiz milliyetçiliktir” denilerek fitneler sokuldu, atla arpa dövüştürülmek istendi.

Osmanlıcılık... Öylesine bilinçsizce bir Osmanlı hayranlığı başladı ki milliyetçiyim diyenlerin arasında, “Osmanlının torunu” olmak en büyük övünç ve sanki milliyetçiliğin ve dindar olmanın gereği gibi algılanmaya başlandı. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Kurtuluş Savaşı’nı küçümseyip küçültme gayreti içine girenlerle aynı ağzı kullanmak dangalaklığına düştü birileri. “Göktürklerin torunu” olduğunu seslendiremeyip (Müslüman değil ya Göktürkler), Türklükle bağının kalıp kalmadığı tartışma götürür “Osmanlı’nın torunu” olmaya talip olmak ve bunu milliyetçilik adına yapmak... Bu bilgisizlikten, bilinçsizlikten öte bir şey...

Peki “Muhafazakârlık neresine düşer milliyetçiliğin?” Bu sorunun yanıtı da doğru dürüst verilemiyor. Yine mürailik, yine kıvırtma. Beyler! Muhafazakâr bir insan da elbette milliyetçi olabilir, gelgelelim muhafazakârlık milliyetçiliğin gereği ve öğesi değildir, ateist bir insanın da milliyetçi olmaması için hiçbir sebep yoktur. Milliyetçiliğin yanına muhafazakârlığı soyadı gibi eklemek, milliyetçiliği bozar, daraltır, milliyetçilik Fuat Köprülü’nün dediği gibi, ilericiliktir her şeyden önce.

Ümmetçiliğe göz kırpan, ümmetçilerden milliyetçiliğine fetva arayan milliyetçilere Ziya Gökalp’le karşı çıkalım diyorum: Gökalp, Osmanlı medreselerinin, içine aldıkları Türk unsurları Araplaştırıp “Ümmetçi” haline getirirken, Enderun Okulları’nın, Türk olmayan çocukları alıp Türkçe ve Türk Tarihi okutarak Türkleştirdiğini söylüyor. Bu ne yaman bir çelişkidir. Ümmetçilik oyunları bugün de sürüyor. Tarikat ve cemaatlerde anlatılan, işlenen benimsetilen fikirlerin içinde, Türklüğün kırıntısı bile yoktur. İmam-Hatip Okulları ve Diyanet de son yirmi yılda bu kulvara girmiştir.

Görelim bunları, milliyetçiliğin aslını arayalım.

Aslı nerede mi? Atsız der ya “Doğru sözü Kültigin kitabesinde ara”, bir oraya bakacaksınız, bir de Atatürk’ün Büyük Nutku’na, hiç şaşmazsınız...