Nişanlanma nikâha giden yolda bir başlangıç aşaması olsa da bu bildiğimiz icap (teklif) ve kabul anlamında bir aşama değildir, sadece buna hazırlık aşaması dersek yeridir. Peki, madem öyle, evlilik öncesi hazırlıkta nişanlıların birbirini görmesi caiz midir? Yeter ki, şer'i ölçülere riayet edilsin, elbette caizdir. Ancak şu da var ki, nişanlılık nikâh gibi bağlayıcı hüküm içermediğinden bu süreç içerisinde nişanlılık sonlandırılıp başka biriyle nikâh kıyılabiliyor. Ve bu durumda nişanlılık sürecinde verilmiş bir mihir varsa iade edilmesi lazım gelir. Hatta mihir zayi olmuş olsa da hüküm yine aynıdır. Şayet hediye amaçlı verilmişse geri alınmaz.
Nişanlılar arasında her hangi bir nikâh bağının oluşabilmesi için nişanlayan erkeğin; “seni eş olarak alıyorum”, nişanlananında; “kendimi sana eş yaptım” diye karşılık vermesi gerekir ki; nikâh akdedilmiş olsun. Yok, eğer nişanlayan; “seni eş alacağım”, nişanlanansa “kendimi sana eş yaptım” derse, erkeğin icabı vaat niteliğinde bir teklif sayılacağından nikâh gerçekleşmiş olmaz.
Aslında evlenecek bir erkeğin nikâhlanmasından ziyade denklik araştırması yapması daha mühim bir hadisedir. Yoksa son pişmanlık fayda vermeyecektir. Bir kere denklik meselesi gerek nesep bakımdan olsun, gerek bir dine mensubiyetlik bakımdan olsun, gerek dindarlık yönünden olsun, gerek hür ve kölelik açısından ve gerek mal mülk cihetiyle olsun, gerekse mesleki bakımdan olsun araştırılmaya muhtaç bir konudur. Mesela bu hususta düşük nitelikli meslek sahibi bir erkeğin en gözde meslek sahibi bir ailenin kızıyla evlenmesi durumunda, bu evlilik denk bir evlilik olmayacaktır. Malum, insanların kahır ekseriyeti makam, mevki, şan, şöhret peşinde koşturup elde ettikleri üstün performans ya da üstün ticari alışverişleriyle övünürken bunun tam aksi istikametinde bir kısım insanlarda düşük nitelik taşıyan işleri icra ettiklerinden dolayı mesleklerini anmaktan imtina edebiliyor. İşte bu gerçekler ışığında denklik hususunda velilerin ne kadar söz hakkı varsa kadınların da bir o kadar tercih hakkı vardır. Hani ‘davul bile dengi dengine çalar’ derler ya, aynen öyle de evlilikte de denklik araştırması yapmak evlenecek çiftler için en tabii haktır. Sonuçta işin ucunda bir ömür boyu aynı baş yastıkta kocamak arzusu vardır. Dolayısıyla evlilik öncesi kader birlikteliğine yönelik denklik araştırması yapmakta hiçbir sakınca yoktur. Aksi halde son pişmanlık fayda vermeyecektir. Oldu ya, bir adam evlilik öncesi belirttiği nesebin daha da üstünde bir nesebe mensup olduğu ortaya çıktı, bu durumda elbette evlilik sonrasında ne kadının, ne de velinin itiraz etmesine gerek kalmaz. Ancak evlilik öncesi belirtilen nesebin üstünde bir nesep değil de daha da düşük düzeyde bir nesebe mensup olduğu ortaya çıkarsa işte o zaman itiraz etme hakkı doğar.
Tabii yukarıda izah etmeye çalıştığımız hususlar Hanefi ekolü çerçevesinde ele alınan konulardır. Her ne kadar Hanefi ekolü doğrultusunda evli çiftler arasında ömür boyu bir hayat sürmek açısından denklik araştırmanın birçok faydaları olduğunu dile getirmiş olsak ta bu konuda hem fikir olmayanlarda; ‘İnsanlar tıpkı tarağın dişleri gibi eşittir’, ya da ‘Müslümanlar kardeştir, üstünlük takvadadır’ hadis-i şerifini delil olarak gösterirler. Hatta buna ilaveten köle Hz. Bilal-i Habeş’inin evliliği de somut örnek verilir. Oysa bu evlilik Peygamberimizin talimatları doğrultusunda gerçekleşip Bilal-i Habeşi’ye has bir durumdur. Dolayısıyla böyle bir evlilik genele şamil örnek olarak gösterilemez. Çünkü köle ve cariyenin nikâhı efendisinin iznine tabii olarak kıyılır. Kaldı ki, hadis-i şerifte geçen ‘İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir’ ifadesi mahşer günü huzurda kişinin dünyevi mevkisine, makamına, kalıbına, cüssesine bakılmaksızın huzurda hesaba çekilmek yönünden eşit muameleye tabii tutulacağının bir ifadesidir, asla bu ifadede dünyevi anlamda bir eşitlik kast edilmemiştir. Kelimenin tam anlamıyla Allah indinde muteber olan dini vecibelerin yerine getirilmesi esastır. Madem öyle, ne mutlu Salih amelle huzura çıkıp hizaya çekilene...
Şu bir gerçek; Rabbül Âlemin, biz daha dünyaya gelmeden yaratılış mayamızı kimimizi kimimize göre farklı meşreb ve mesleki donanımlarda yaratmıştır. Ki; bu dünyevi farklılıklar olmasaydı sosyal hayat çekilmez bir hal alırdı. Erkek kendisinden konum bakımdan düşük bir kadınla evlenmekten imtina etmeyebilir, ama kadın için durum çok daha farklı boyut kazanabiliyor. Kadınlar genel itibariyle kendilerinden düşük seviyelerde birileriyle evlenmekten pek haz etmezler. Hatta denk olmayan erkeklerle izdivaca girmekten tiksinti duydukları da bir vaka. İşte İmam-ı Azam bu tür mezkûr sebepleri göz önünde bulundurmuş olsa gerek ki denklik araştırmanın gerekliliğini dile getirme ihtiyacı duymuştur.
NİKÂHTA KERAMET VARDIR
Malum denklik araştırması yapıldıktan sonra nişanlılık işlemlerine geçmek gerekir. Bu işlemler ilk evvela ailelerin ön görüşmeleriyle olabileceği gibi vekil tayin etmekle de olur. Keza nikâh içinde öyledir. Nitekim nişanlayanın nişanlanma hususunda vekil tayin ettiği bir kişi; “müvekkilim adına seni eş yaptım” dese nikâh geçerlidir. Ancak bu noktada vekilin akıllı ve mümeyyiz olması şartı aranır. Zaten İslam’da birçok hükmün bağlayıcılığı hür ve akıl melekesi yerinde olmak şartıyla geçerlilik kazanır. Nasıl ki, akıl baliğ ve hür yetişkin bir kız kendi malından harcama yetkisine sahipse, aynen öyle de velinin iznini olmaksızın kendi kararıyla kıydığı nikâhta sahihtir. Fakat bu hususta Şafiiler farklı görüş belirtip izin alması gerektiğini vurgulamışlardır.
Vekil müvekkilin evlilik hususundaki talimatına aykırı hareket edemez, aksi halde nikâh geçersiz olur. Şayet vekil kendisine verilen talimatın dışında, yani kendisine söylenen mihirden düşük bir mihirle evlendirirse müvekkil tercih hakkı kullanır, dilerse emsal mihir talep eder, dilerse nikâhı reddeder. Bir kadın vekiline; “beni birine nikâhla” diye yetkili kılsa, vekilde bu yetkiye dayanarak söz konusu kadını kendine, babasına, oğluna nikâhlayamaz, böyle bir nikâh vuku bulsa da etik karşılanmaz. Hatta bu hususta elçi de vekil gibidir. Hani “elçiye zeval olmaz” derler ya, aynen öyle de nikâh işlemi için de elçi tayin edilebiliyor, yani caizdir. Dolayısıyla bir elçi kendisine söylenen sözleri şahitler huzurunda aktarmakla nikâh akdedilmiş olur.
Nikâh’ın şer’i hükmü şahısların konumuna göre değişebiliyor. Erkeğin kadınlara karşı aşırı zaafı varsa o şahıs için nikâh kaçınılmaz şart derecesinde bir hüküm olur artık, zaten bu tip erkeğin nikâhtan kaçınmasına göz yummak göz göre göre zina fiilinin kucağına atmak olacaktır. Madem öyle, 'nikâhta keramet var' sözünü yabana atmamak gerekir, hiç kuşku yok ki, bu amaç doğrultusunda bu vecibeyi yerine getirmekte nice bilmediğimiz faydalar var. Yeter ki niyet hayır olsun, elbet akıbet hayır olacaktır. Unutmayalım ki, nikâhtan ne murad ediliyorsa o murad doğrultusunda mana kazanmakta. Şöyle ki, nikâh sünnet amaçlı olunca bu nikâh sünnet-i müekkede nikâh olur, yok eğer şehvet duygularını gidermek amacına yönelikse bu nikâh, mubah nikâh olur. Ne var ki, toplum içerisinde öyleleri de var ki, evlendiğinde kadına eza ve cefa vereceği besbelli tiplerdir. Dolayısıyla bu tip maraz erkeklerin nikâhı her an harama yakın mekruh türden bir nikâh olarak karşımıza çıkabiliyor.
Peki ya nikâhsız flört tarzı ilişkiler? Malum, İslam’da nikâh harici birliktelikler gayri meşru ilişkiler olarak nitelenir. Zira bu durum nesebin karışması gibi birçok olumsuzluklara kapı aralayacağından hem kadın açısından, hem erkek açısından, hem toplum açısından felaket bir durum oluşturabiliyor. Bir kere nikâhın toplum hayatının huzur bulmasında önemi o kadar net ve açık ki; Peygamberimizin hayatına baktığımızda; Allah Resulünün nikâhın önemine binaen üzerinde defalarca durup titizlikle uyguladığı bir sünnet olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Hatta bu hususta Resulullah (s.a.v); Ey Ümmetim evleniniz, çoğalınız, çünkü ben kıyamet günü diğer ümmetlere karşı sizinle iftihar ederim diye beyan buyurmuş bile.
Nikâhta en önemli hususlardan biride nikâhın ilanıdır. Bu ilan şahitler vasıtasıyla olmaktadır. Bir kere şahitsiz kıyılan nikâh fasittir. Ancak velayet böyle değildir. Öyle ki; fıkhı kaynaklara baktığımızda nikâhta velayette yer alacak kişilerin sıralamada şöyle tasniflendiğini görürüz:
—Fürû (çocuklar ve torunlar),
—Usûl (baba ve dedeler, ana ve nineler),
—Baba ve dedenin parçaları,
—Kişinin velayetinde olanlar,
—Azat edilmiş köleler ve cariyelerin efendileri,
—Birinci derecede olmayan bir kısım yakınlar,
—Devlet başkanı veya onun vekilleri hükmünde hâkimler.
Bu arada şunu belirtmekte yarar var; bir erkeğin evlilik teklifi karşısında bırakın bekâr bir kızın, yetişkin dulda olsa suskun kalması, yani sükût etmesi tam rızalık anlamına gelmez. Tabi bu iş sadece velayetle sınırlanamaz, bunun yanı sıra nikâh için meclis birliği de şarttır, yani tarafların ortak bir mekânda bulunması lazım gelir. Mesela yürüyerek, ya da bir binek üzerinde (at gibi) nikâh caiz değildir, ama gemi bundan istisnadır. Her ne kadar gemi görünürde taşıt gibi gözükse de gerektiğinde kapalı bir mekân hüviyeti bir işlev görebiliyor. Her neyse önemli olan icab ve kabul şartların tahakkuk etmesidir. Nasıl mı? Mesela bir kadının ağzından “kendimi 1000 TL’ye evlendirdim” lafı çıkıp hemen akabinde daha lafını tamamlamadan “kendimi 2000 TL ile evlendirdim” dese birinci icab batıl, ikinci icabı caiz olur. Bir şahıs; şu kadar meblağ mihrle kadını nikâhlasa nikâh sahih, şart ise muteber hüküm olur.
Bir erkek şahitler huzurunda; “ben seni nikâh ettim” demiş olsa, kadında 'evet' karşılığı verdiğinde aralarında nikâh kıyılmış olur. Kaldı ki, nikâh akdi en az iki erkek şahit, ya da bir erkek iki kadının şahitliği ile gerçekleşebiliyor. Ki, bu şart hükmündedir. Zira iki şahit bulunmaksızın yapılan nikâh gizli nikâh olarak addedilir. Hatta böyle bir nikâh, sonradan yapılacak bir duyuruyla duyurulsa da gizlilik hükmünü ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Bu demek oluyor ki; nikâhın aleni yapılması menduptur. Dolayısıyla şahitliği hafife almamak gerekir, tam aksine İslam’da şahitliğin önemine binaen nikâhta hazır bulunmaları elzemdir. Şahitsiz yapılan bir nikâh fesh olacağından çiftler arasında bir talak-ı bain gerçekleşir de. Elbette böyle bir durumda usulen her iki tarafın isteğine bağlı olarak nikâhı yenilemeleri icab eder. Hatta böyle bir meselede kadına cinsel anlamda yaklaşma olmasa da, ortada bir nikâh akdi emaresi söz konusudur, bu yüzden en düşük emare bile olsa neseb belirlemede baz alınacak ölçü teşkil edebiliyor. Zira 'şeriat zahire hükmeder' kuralınca nesebin görünürdeki ispatı nikâhtır. Bir kere karı koca arasında ne oldu ne bitti hususu umuma kapalı, özel alana (iki çift arasında) açık bir mahrem alan olduğundan neseb için temel ölçü teşkil etmez.
Mümeyyiz çocukların şahitler huzurunda kıyacakları nikâh ancak velilerin iznine tabiidir, yani izin verilmesi durumunda nikâh geçerli olabiliyor. Anlaşılan o ki; velilerin izniyle çocukların evlenmelerinde bir beis yoktur. Ki, bu hususta ulema hemfikirdir. Şahitlik hususunda aranan en önemli kıstaslardan biride şahitlerin adil olmasıdır. Adil olma hükmü mendup olmakla birlikte bir mümin kadının nikâhında şahitlerin Müslüman olması şart hükmündedir. Peki ya Müslüman erkeğin nikâhı? Malum; erkek olunca şartlık kalkmakta, yani bir Müslüman erkek zimmî bir kadınla evliliğinde zimmîlerin şahitliği kâfi gelip bu nikâh sahih olmaktadır.
Peki ya özürlünün nikâhı nasıldır derseniz, bunun için fıkhı kaynaklardan misal getirecek olursak mesela dilsizlerin bildik işaretlerle yapılan nikâhları sahihtir. Fakat şahitlik kısmı öyle değildir, yani kekeme, dilsiz ve bunakların şahitlikleri nikâh için kâfi gelmez. Hakeza iki sağır kişinin şahitliği de nikâha manidir. Sadece bunun bir istisnası var ki, o da nikâha konu olan tarafların sözlerini işiten dilsizin, ya da dili tutulmuşun şahitliğinin sahihlik kazanmasıdır. Yine bir başka ayrıntı ise nikâh hususunda tarafların birinci ve ikinci derece yakınlarının da şahit kabul görmesidir. Ancak nikâhı kıyanların her biri işitme engeli olmaması gerekir. Hatta icab ve kabul işleminde biri işiten diğeri işitmeyense yine nikâh gerçekleşmiş sayılmaz.
Yazışma suretiyle de nikâh geçerlidir. Ancak yazının muhteviyatından bahsetmeksizin “falanı eş yaptım” dense nikâh gerçekleşmez.
Bir kimse nikâhlı hanımının kardeşi, sütkardeşi veya halası teyzesi gibi diğer mahremlerinden biriyle evlense bu nikâh fasiddir. Bir kimsenin kendi mahremlerinden biriyle evlenmesi de öyledir. Keza aralarında haramlık bulunan (nesep, süt vs.) bir evlilikte caiz değildir.
Bir kadın eşinin kayıp, ya da öldüğü haberine istinaden iddet müddeti sonunda evlendiğinde bir zaman sonra kayıp ya da ölü sandığı eşinin hayatta olduğu haberini aldığında bu ikinci nikâh fasid olur. Keza geçici nikâhta (mut’a nikâh) fasittir. Bir başka ifadeyle erkeğin; ‘bir ay müddetle şu kadar mihrle nikâhladım’, kadında buna karşılık; ‘evet’ derse nikâh sahih olmaz. Malum, mut’a nikâhı, hiç kuşkuya mahal bırakmayacak derecede mütevatir haberle haramlığı icma ile sabittir. Şu var ki; bir kimse kalben (içinden) bir süre sonra boşayacağına düşünerekten niyet etse de şayet nikâhın şartlarına uygun evlenmişse bu nikâh sahihtir. Zira niyete itibar edilmez, kimin ne niyet taşıdığını ancak Allah bilir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere hukukta “şeriat zahire hükmeder” kaidesi esastır.
Bir kimse sadece gündüzleri beraber olmak kaydıyla evlense nikâh caizdir, zira gündüz ifadesiyle süre belirlenmiş sayılmaz, ama yinede bu husus izaha muhtaçtır. Bir erkek; “seni yarın nikâhladım” dese nikâh gerçekleşmiş olmaz. Dikkat edin ifadede gelecek zaman kipi söz konusudur, yani “yarın” denmekte, dolayısıyla böyle bir nikâh batıl olup iptalini gerektirir.
Bir Müslüman’ın gayrimüslimle evlenmesi batıldır, velev ki sonradan Müslüman’da olsa hüküm değişmez. Hele bir nikâh batıl hükmü kazanmaya dursun, artık o noktadan sonra nikâh akdi temize çıkarılamaz. Bakın, Resulullah (s.a.v); “Biz ehli kitabın kadınları ile evlenebiliriz, fakat onlar bizim kadınlar ile evlenemezler” beyanıyla bu hususta hüküm ortaya koymuşta. Yine bir Müslüman Mecusi ve putperest kadınla da evlenemez. Buna mürtedde dâhildir. Bir başka ifadeyle dinden çıkan kadınlarla nikâhlanmak asla caiz değildir. Kaldı ki, Müslüman’ın ehli kitap hanımı Mecusiliğe girse anında nikâhı fesh olmakta. Anlaşılan o ki, Mümin erkekler ancak semavi kitaba mensup kadınlarla nikâhlanması caiz olabiliyor. Ama yine de zaruret olmadıkça bu tür evliliklere tevessül etmemek daha uygun düşer.
Bir kadın; ‘kendimi şu kadar mihrle nikâh ettim’ dese, erkekte ‘nikâhı kabul ettim, mihri kabul etmem’ dese nikâh gerçekleşmez, ancak mihir lafını ağzına almadan nikâhı kabul ederse nikâh sahihtir. Evli kadın için mihir önceden belirlenmemişse emsal mihre hak kazanır. Derken peşin peşin mihri’ni almış bir kadın erkeğinin evinde ikamete hak kazanır, böylece kocasının izni dâhilinde dışarıya çıkar da.
Bir kimse bir kadını beldesinden çıkarmamak şartıyla nikâhlasa nikâh sahih, şart fasid olur. Bu şarta riayet etmeme durumunda emsal mihir gerektirir. Bir kadını her ay şu kadar para harcamak üzere nikâhlasa nikâh sahih, şart fasid olur. Boşama yetkisi elinde bulunan kadının nikâhı kıyıldığında eğer erkek tarafından icap yapılmışsa nikâh sahih, şart boş olur, ancak kadın tarafından icap yapılmışsa nikâh caiz olduğu gibi şartta geçerlilik kazanır. Dolayısıyla boşama yetkisi kadında olduğundan dilerse boşar da.
Bir kimse şu odadaki kadını eş aldım deyip kabul görse şayet o odada kadın tek başınaysa nikâh caizdir, yok eğer o oda da başka bir kadında varsa caiz değildir.
Bir kimse büyük kızını evlendireceği sırada icab anında küçük kızın ismini andığında nikâh küçük kız hakkında kıyılmış olur.
ÇOK EŞLİLİK VE UYUM
İslam’da esasen tek eşlilik tavsiye edilir. Ancak şartlarına riayet edilirse dörde kadar ruhsat vardır. Hatta dört kadından biri ölür veya boşanır sonra iddetini tamamladığında başka bir kadınla evlenebiliyor. Bir insan düşünün ki; beş kadınla evlenmiş olsun, bu durumda bunlardan ilk dördünün nikâhı sahih, beşinci kadının nikâhı batıl olmaktadır. Zaten Gaylan b. Mesleme on hanımla evlendiğinde Resulü Kibriya Efendimiz(s.a.v):
- Ya Gaylan hanımlarından dördünü seçip diğerlerinden ayrıl diye emir buyurması bunu teyit eden bir husustur.
Çok eşliliğin sorumluluk gerektiren birçok risk taşıdığı gibi birçok faydası da var. Fayda bakımdan düşünüldüğünde fuhşun yaygınlaşmasını önler ve nüfusun meşru yollardan artış kaydetmesini sağlar. Hele topyekûn savaş durumlarında erkek nüfusunun kayba uğraması kadın nüfus artışına yol açacağından bu noktada kadın açısından sığınacak bir dal ihtiyacı hâsıl olur da. Hakeza çok eşlilik aynı zamanda kadının cinsel anlamda bitkin kalmasına önleyici katkısı da olabiliyor.
Bir erkek eşleri yanında kalma konusunda paylaşım sıralamasını belirleme hakkına sahiptir. Ancak her bir eşin yanında konaklama sırasında denklik ve adaletin (eşitliğe) gözetilmesi lazım gelir. Şayet koca bu hususta ihmalkâr davranıp adalet gözetmiyorsa kadın dava açarda, icabında hâkim hapisle cezalandırır da. Madem adaletli olmak gerekiyor, o halde birden fazla nikâhı altında bir kocanın eşler arasında ki sıralamaya itina göstermesi şarttır. Zaten şer'i kurallar gereği çok eşli bir erkeğin eşlerden birinin sırasında sırayı ihlal edip diğerinin yanına gidemez, ama hastalık durumları bundan istisnadır. Ya da bunun tam tersi durumda olabilir, mesela koca hiçbir karısıyla konaklamadığı bir evde hastalanıp orada kalmışsa her bir karısını kendi sırasında yanına davet ederek meseleyi hal yoluna koymalıdır.
Peki ya yolculuk durumun da hüküm nedir? Elbette bu durumda koca istediği hanımıyla yolculuk etme hakkına sahiptir. Ancak hanımlar arası ihtilaf çıktığında bu kez koca kura çekerekten meseleyi halletme yoluna gitmelidir.
Şu bir gerçek, kocanın eşler arasında gündüzün sıra gözetmekte tam eşitlik gerekmez. Yani bu demektir ki; koca gündüzleri eşlerinden birinin yanında daha fazla kalmasında bir beis yoktur. Hakeza kocanın hiçbir hanımının yanında kalmaksızın tek başına gecelemesi de öyledir.
Eşler arasında nafaka konusunda eşit paylaşım geçerli değildir. Çünkü nafaka eşlerin yoksul ve zenginlik durumuna göre değişebiliyor. Denklik konusunda eski eşin saygınlığı daha önceliklidir. Bu yüzden “eskinin saygınlığı yeninin tazeliği” sözü çok meşhurdur. Bu arada bir kadın babasının ölümcül hastalığında kocasından izinsiz gidip bakma hakkına sahiptir.
Erkek karısını nafile hac, nafile oruç, nafile gece namazından men edebilir. Zira kocanın hakkı nafile ibadetlerden önce gelir. Erkek karısını ebelik ve temizlikçilik işlerinden alıkoyabilir. Çünkü kadın çalışmak ve ticaret yapmak zorunda değildir.
Koca terbiye amaçlı karısına önce öğüt, sonra azarlama, daha sonra hafif dövme ve en nihayet yatağından uzak kalabiliyor. Malum, erkeğin hakkı kadından daha üstün olduğu ayetle sabit.
Bir erkek aşırıya kaçmaksızın karısını kıskanması gayet tabidir. Zira kıskançlık erkeğin kadına değer verdiğine işarettir.
Bir kadın kocasının yemeğini pişirmeye, evini temizlemeye vs. mecbur değildir. Fakat bu hususta yinede teamüllere, yani geleneğe uymak uygun düşer.
Vesselam.
Faydalanılan Kaynak: Hukuk-ı İslamiyye Kamusu - Ömer Nasuhi Bilmen.