Dinlediğim şarkıda kalbime ok gibi saplanan, kalbimi sızlatan mısralar şöyle diyordu:

“Yârin gözü yüksekte, benim bir kuru aşkım var…”

Aklıma Gül ile Bülbül hikayesi geldi Oscar Wilde’nin…

Genç bir oğlan var… Bir de kırmızı Gül getirdiğinde genç oğlanla baloda dans edeceği sözünü veren bir genç kız… 

Bahçede tek bir Gül’ün bile olmamasından yakınan oğlan “Ah!” der… Saadet ne kadar küçük şeylere bağlı! Filozofların yazdığı her şeyi okudum ve felsefenin tüm sırlarını biliyorum. Gel gör ki, kırmızı bir Gülün eksikliği, yaşamımı nasıl da mutsuz ediyor… Eğer ona kırmızı bir Gül götürürsem benimle dans edecek… Yoksa, yanımdan geçip gidecek… Beni görmezden gelecek… Ve… Elleriyle yüzünü kapatarak ağlamaya başlar…”

Buna şahit olan Bülbül, “İşte!” der… “Hakîkî bir aşık… Benim şarkım onun derdini anlatıyor… Bana neşe veren şey yüzünden o acı çekiyor… Sahiden… Aşk muhteşem bir şey… Zümrütten de kıymetli…. İnciler onu satın almaya yetmez…. Pazarda satılmaz ki zaten… Tüccarlarda bulunmaz o… Altınla aynı kefeye de konmaz…”

Bülbül yardım etmek ister genç oğlana… Uçar bahçenin diğer bir ucuna… Konar orada bir Gül ağacının dalına… Der: “Bana kırmızı bir Gül ver, ben de sana en güzel şarkımı söyleyeyim…” Gül, “Benim Güllerim beyaz… Deniz köpüğü kadar… Sen benim diğer köşedeki kardeşime git, o sana istediğin şeyi verebilir…” Hemen uçar gider o Gül ağacına, konar dalına… Sorar yine aynı soruyu… Gül der: “Benim Güllerim sarı… Deniz kızının sarı saçlarından da sarı… Ama o oğlanın penceresinin hemen altında kardeşime git, o sana verir istediğini… Hemen uçar gider o Gül ağacına, konar dalına… Sorar yine aynı soruyu… Der ki bu Gül ağacı: “Benim Güllerim kırmızı… Derin okyanus mağaralarında dalgalanan büyük mercan yelpazesinden de kırmızı… Ama kış yüzünden damarlarım dondu… O yüzden çiçek açamayacağım…

Bülbül sorar Güle: Yok mu başka yolu?… Gül cesaret edemese de söyleyiverir yolu: “Kırmızı bir Gül istiyorsan, ay ışığında, göğsünü bir dikenime dayayıp bütün gece bana şarkı söyleyeceksin…. Bu sırada dikenim kalbini delecek… Kanın benim damarlarıma akacak… Ve…”

Ay gökyüzünde belirdiğinde, Bülbül uçar gider Gül Ağacına… Dayar göğsünü dikenine…. Ve bütün gece söyler aşk şarkısını…

Gül ağacının en tepesindeki dalda olağanüstü güzellikte bir Gül açmaya başlar… Bülbül, var gücüyle söylemeye devam eder tutkunun şarkısını, ölmeyecek diye inandığı bir aşkın şarkısını…  Ve bastırır minicik göğsünü dikenin içine… Bülbül’ün, göğsüne diken saplandıkça, küçücük vücudunda hiç kalmamacasına akar kanı…

Bülbül minik kanatlarını çırpar… Gözlerine perde iner … Kırmızı Gül açar….

Sabah penceresinden dışarı bakan genç oğlan görür bu güzel kırmızı Gül’ü… Şansından deliye döner… Hazırlanıp gider akşamki baloya… Sevdiği kızı görür ver der: “Size kırmızı Gül getirirsem benimle dans edeceğinizi söylemiştiniz…”

Genç kız der: “İyi ama, bu gül elbiseme uymaz ki… Hem… Mabeynci’nin oğlu bana mücevher gönderdi… Onunla dans edeceğim…”

Bu hikaye size ne düşündürdü bilmiyorum… Ama kesin olan bir şey var! O da: Doğru bir tanedir; hem de çok yönlüdür aynı zamanda … Ve aşk, karşılıklı olursa aşktır zannımca…