Sevgili okuyucularım, muzdarip değilim ama çok garibime gidiyor. On yıldır bu Face denilen zaman ve mekân dairesinin müptelası olduk, kâh güldük kâh güldürdük, gahi de ağladık, ağlattığımızda olmuştur elbet... Hususen iyisiyle kötüsüyle kendi özel hayatımızda bir yılı daha geride bırakmışız. İnsan hayatında bir yıl deyip geçmeyin, hele de benim gibi eyyami, yaşamsal önemi olmayan, hercai, dediğimiz demlerle geçmişse bir ömür baya bir şeydir o bir yıl, tabi bayağılaşmadan yaşanan hayatları kastediyorum.
Böyle bir girişle, gelelim, güttüğümüz asıl maksadımıza.. Sohbetimizin başlığından da anlaşılacağı üzere, sanal medya dediğimiz asrın hastalığı sayılan FACEBOOK sultanlığına...
Böyle bir girişle, gelelim, güttüğümüz asıl maksadımıza.. Sohbetimizin başlığından da anlaşılacağı üzere, sanal medya dediğimiz asrın hastalığı sayılan FACEBOOK sultanlığına...
Değerli dostlar, son çeyrek yüzyıl öyle enteresan Bayburt deyimiyle 'icat'ları tanıdık ki, bu icatlar yediden yetmişe adeta bizi kendine zebun etti. Bizi kendine bağlayan bu 'kâfir icadları', bizi bazı biz, bazı da el eyledi.
Öyle ki, hayatımızda hiç görmediğimiz, muhtemelen de görmeyeceğimiz insanlarla tanış olduk. Bizim fece dediğimiz facia, afedersiniz, sanal temaşa platformu face sayfaları, guruplarında.. Garip ama, kırk yıllık tanıdıklar bile 'yeniden' dost ve ahbap, yaran olduk; onları yazı ve paylaşımlarıyla, resimleriyle, şiirleri, genel, özel halleri ve siyasi profillerinden çıkarım yaptığımız 'hikâyeleriyle' tanıdık.. Sevdik veya da sevemedik, ya da arkadaşlığımıza nihayet verdik. Keza kırk yıldır görmediğimiz arkadaşlarımıza, akrabalarımıza, hoş ve naif sayabileceğimiz mutlu tesadüfi olaylara ve bu sihirli araç sayesinde elde ettiğimiz bilgi, malumat ve diğer met'alara ulaşmanın sevinciyle bazen çocuklar gibi geceleri uyuyamadığımız oldu, koca koca adamlar veya hanımlar olarak... Heyecanlandık. Bir dostumuza şifaen olmasa da müteakiben kavuşma ümidine köprü olduğu için galiba en samimi ifadesiyle "gönül borcumuz" var diye de düşündüğümüz olmuştur bu sanal mekâna...
Bizi ufak çaplı da olsa masraftan da kurtardığı da bir vakıa, şimdi hakkını ketmetmeyelim binlerce mesajla bayram, kandil, kutlama mesajı, taziye, yaş günü tebriği vs. işlerimize de katkı etmiştir. Her ne kadar mazide tebrik ve mektuplaşmak gibi güzel adetlerimize bir nihayet verse de. Bunun yanın da; daha çok, erkek kullanıcıların 'internet kullanmayan' eşlerinin, bilgisayar makinasına "kuma" muamelesi yapan zılgıt ve veryansınlarına da şahit ve muhatap olanlarımızda vardır. Kısır ve sığ siyasi veya spor tartışmalarında ana-avrat, aile boyu, kız-kızan küfür yiyenlerimiz de oldu, hatta bu yüzden hayatında karakol önünden geçmeyenlerin mahkemelere düştüklerini, psikolojik tedavi aldıklarına da şahit olduk.
Çok sevdik, çok beğendik; onunla yattık onunla kalktık adeta; şiir ve edebiyat, kültür ve san'at, özellikle de siyasetimize çok büyük değerler ekledik. Şair olduk, edip olduk ve bir bilen, muteber adam havalarında yazdık. Entellektüel (münevver) boyutları elde ettik...
Bazen çok sevdiğimiz dostlarımızla bir süre şerbetli kaldık, hatta darıldık; kararlı olarak bir daha muhatap olmama ve görüşmemek üzere, birbirimize olmadık sözler söyledik, gönül koyduk, kalp kırdık gereksizce. Halbuki bir gün, bir hafta, en fazla bir ay sonra bir vesile ile yüzyüze geldik ve yüzümüz kızardı, sadece gülümsedik; galiba utanmadık da.
İşte böyle kırk yıllık dostlarla, kardaşlarla da aramızı açtı, münafıklığı da yok değil ha..!
Bazılarımız düşünmeyi, değerlendirmeyi, irdelemeyi, tanımayı öğrendi. İçimizde mevcut olan nefis dediğimiz fıtri kabiliyetimiz gereği kıskandık, kıskanıldık, garip karşılandık, dışlandık ve dışladık. Kendimize güveni de öğretti bize bu meret be yahu..!
Yörelerimizi kültürlerimizi hiç masraf yapmadan ve emek göstermeden az da olsa öğrendik, Malkaralı Şair dostumuz Saim Bastik beyimiz en az benim kadar Bayburt'u tanıma şansını elde etti, orada yaşayan dost ve arkadaşları oldu... Bekir Kant'la hem döğüştü hem de moda deyimiyle sevişti, kalpleri ısındı, halen küs dursalar da öyle oldu yani..
Kahır olduk bazen, sabır olduk..! Guruplarımız oldu, 'gurup'laştık, ayrıştık, dışlandık; taşlandık, istenmeyen kişi veya cankurtaran olduk.
Lokal ve mevzii işlere soyunduk, burası bizim çöplüğümüz; hayde herkes kendi çöplüğüne diye efelendik veya bilerek iki yüzlülük yapmaktan çekinmedik; -yer senin, yurt senin- dedik, hiç haketmeyenlere.
Daha adımızı yazmayı beceremezken, yazı ile espri yapmaya kalkıştık, aksi sedasını hesap etmeden; öyle bir tecrübemiz yoktu elbette; nedeyse katil olacaktık; ta Ağrı'daki felancıyı, Bitlis'teki, Muğla'daki feşmekânın kim olduğunu orada yaşayan hemşolarımıza sorduk.
Astık-kestik, kendimiz böyle yaparken muhatabımıza "klavye şövalyesi" demesini öğrendik.
Binaenaleyh, hususen; hayatımda hiç gitmediğim muhtemelen gidemeyeceğim İskenderunlu Bahittin Kılıç hocamız gibi, benim gözümde günümüzün Sütçü İmamı Emekli Hakim Maraşlı Kerim Yılmaz ağabeyimiz gibi değerlerle dostluklar tesis etme şansımız oldu. Fırat Kızıltuğ gibi ulu çınarın 'dost' diyen sıcaklığını yaşadık. İhtiyacımız olan bilgilere birinci elden ulaştık, bu nece güzel bir nimettir diye şükrettik. Ta Alamanya'dan merak edip, tanışmak maksadıyla üşenmeden kalkıp Tekirdağ'a gelen elli yıl evvel memleketten ayrılan Zeki Önsöz gibi ağabeyle muhatap olma şansını bulduk, bu ne nimettir Ya Rabbiii.
Gençliğimizde gerek siyasi gerek ictimai, gerek iktisadi veya sosyal nedenlerden dolayı yaptığı işlerden dolayı hayran olduğumuz ve dostluklar kurma imkânı bulamadığımız bizden bir kuşak büyük Kenan Niyazi Abdullahoğlu, Alper Yazoğlu, Mikdat Topçu ve Ali Kemal Temuçin gibi burada başkaca da yazabileceğimiz ağabeylerimizle kadirşinas ve kayda değer saygın arkadaşlıklar, tevafuku zor ve fakat hoş imkânlara da kavuştuk.. Doktor Sinan Köksal gibi soğuk sandığımız fakat tanıdıkca bize 'gardaş' olabilecek sıcaklıkta bir kaliteli insanla arkadaş olduk; yıllar sonra mahallemizin kızlarıyla konuştuk, tanıştık; Nuran Guler gibi bir sanat kadını ve değerli asil bir ablamız oldu, sanat eseri olan şiirlerini okuduk, kaliteli resimlerine (tablolarına) baktık.. Bize olanca içtenliğiyle 'gardaşcan' dedi, hakeza Miyaser Gülşen hanımefendiyi tanıdık, kıymetli ve her dizesi bir şaheser olan neşidelerine gıpta ettik bu hemşehrimizin, Dr. Hüseyin Y. Yeniçeri gibi bir 'dil' allamesiyle muhatap olup, dil'i fetvalar istedik, onun engin bilgisinden istifade imkânına kavuştuk, daha ne olsun..!
Yıldız Süreyya Korkmaz gibi memleket sevdalısı sevimli bir bacı edindik. Hangisini yazayım ki, küsmezler inşallah dostlarımız. Keza, Gobuk Sultan Nene torunları Dr. Özlem Çakın, Avukat Ayça Naz gibi yiğit "gızgardaşlarımız" oldu.
'Yusufiye'nin efsane ismi Yunus Meral başkanın ne deruni bir engin gönül sahibi olduğunun yanında bir de hayli becerikli kaliteli tablolar yapan bir ressam ve şair olduğunu gördük, anladık, onu bu yönleriyle de tanımaktan onur duyduk.
Yaptığımız paylaşımlarla, yorumlarla kavuşamayanları kavuşturduk. Kavuştuk. Kırk elli yıl evvel unuttuğumuz bir olayı hatırlattı birisi bize, belki de bu birisini de unutmuştuk, ama o hatırlattı ve hatırladık, gülümsedik; tatlı bir tebessüm kapladı yüzümüzü.
Deli dolu olduklarını gözlerimizle görsek inanmayacağımız çok ciddi ve saygın duran büyüklerimizin detaylarında, deruni hallerini okuduk satır aralarında; şok olduk, (yaaa..!), dedik, demekliğimiz oldu; koca adama veya hanıma bak, diye tecrübe edindik, ibret aldık.
Özelimize gelen mesajlarda Bayburt deyimiyle 'DAK' gibi olduk, yani kıpkırmızı kesildik, hayasızlıkları okuyunca, hatta yerin dibine girdik sanki; bir cinsi latifin 'ahlaksız' teklifi karşısında. Evet bütün bunları yaşattı bu mendebur bize... Çokça yazdığımız kelâmlardan biri "el hayai vel iman oldu", kendimizi haklı çıkarmak ve savunmak adına.
Değerli dostlar, girişte ilk cümle de zikrettiğim, "muzdarip değilim, garibime gidiyor" dediğimin dışında ben daha ziyade sevdim bu zaman tünelini yine de; iyiye kullandın mı iyi yani, fazla abanmadan orta halli kullanmak lazım keratayı diyorum son kelam.
Ha "garibime gidiyor" dediğimi de bir başka makalemde yazarım belki, gerçekten garibime gidiyor, fakat neylersin; insanoğlu işte böyle bir mechul; bu gün ak dediğine yarın rahatlıkla kara diyebiliyor, dolayısıyla fazla da üzerinde durmayalım gitsin.
Hayırlı günleriniz, eviniz ocağınız şen olsun.. Selam ile efendim.
Nisan 2018
Bizi ufak çaplı da olsa masraftan da kurtardığı da bir vakıa, şimdi hakkını ketmetmeyelim binlerce mesajla bayram, kandil, kutlama mesajı, taziye, yaş günü tebriği vs. işlerimize de katkı etmiştir. Her ne kadar mazide tebrik ve mektuplaşmak gibi güzel adetlerimize bir nihayet verse de. Bunun yanın da; daha çok, erkek kullanıcıların 'internet kullanmayan' eşlerinin, bilgisayar makinasına "kuma" muamelesi yapan zılgıt ve veryansınlarına da şahit ve muhatap olanlarımızda vardır. Kısır ve sığ siyasi veya spor tartışmalarında ana-avrat, aile boyu, kız-kızan küfür yiyenlerimiz de oldu, hatta bu yüzden hayatında karakol önünden geçmeyenlerin mahkemelere düştüklerini, psikolojik tedavi aldıklarına da şahit olduk.
Çok sevdik, çok beğendik; onunla yattık onunla kalktık adeta; şiir ve edebiyat, kültür ve san'at, özellikle de siyasetimize çok büyük değerler ekledik. Şair olduk, edip olduk ve bir bilen, muteber adam havalarında yazdık. Entellektüel (münevver) boyutları elde ettik...
Bazen çok sevdiğimiz dostlarımızla bir süre şerbetli kaldık, hatta darıldık; kararlı olarak bir daha muhatap olmama ve görüşmemek üzere, birbirimize olmadık sözler söyledik, gönül koyduk, kalp kırdık gereksizce. Halbuki bir gün, bir hafta, en fazla bir ay sonra bir vesile ile yüzyüze geldik ve yüzümüz kızardı, sadece gülümsedik; galiba utanmadık da.
İşte böyle kırk yıllık dostlarla, kardaşlarla da aramızı açtı, münafıklığı da yok değil ha..!
Bazılarımız düşünmeyi, değerlendirmeyi, irdelemeyi, tanımayı öğrendi. İçimizde mevcut olan nefis dediğimiz fıtri kabiliyetimiz gereği kıskandık, kıskanıldık, garip karşılandık, dışlandık ve dışladık. Kendimize güveni de öğretti bize bu meret be yahu..!
Yörelerimizi kültürlerimizi hiç masraf yapmadan ve emek göstermeden az da olsa öğrendik, Malkaralı Şair dostumuz Saim Bastik beyimiz en az benim kadar Bayburt'u tanıma şansını elde etti, orada yaşayan dost ve arkadaşları oldu... Bekir Kant'la hem döğüştü hem de moda deyimiyle sevişti, kalpleri ısındı, halen küs dursalar da öyle oldu yani..
Kahır olduk bazen, sabır olduk..! Guruplarımız oldu, 'gurup'laştık, ayrıştık, dışlandık; taşlandık, istenmeyen kişi veya cankurtaran olduk.
Lokal ve mevzii işlere soyunduk, burası bizim çöplüğümüz; hayde herkes kendi çöplüğüne diye efelendik veya bilerek iki yüzlülük yapmaktan çekinmedik; -yer senin, yurt senin- dedik, hiç haketmeyenlere.
Daha adımızı yazmayı beceremezken, yazı ile espri yapmaya kalkıştık, aksi sedasını hesap etmeden; öyle bir tecrübemiz yoktu elbette; nedeyse katil olacaktık; ta Ağrı'daki felancıyı, Bitlis'teki, Muğla'daki feşmekânın kim olduğunu orada yaşayan hemşolarımıza sorduk.
Astık-kestik, kendimiz böyle yaparken muhatabımıza "klavye şövalyesi" demesini öğrendik.
Binaenaleyh, hususen; hayatımda hiç gitmediğim muhtemelen gidemeyeceğim İskenderunlu Bahittin Kılıç hocamız gibi, benim gözümde günümüzün Sütçü İmamı Emekli Hakim Maraşlı Kerim Yılmaz ağabeyimiz gibi değerlerle dostluklar tesis etme şansımız oldu. Fırat Kızıltuğ gibi ulu çınarın 'dost' diyen sıcaklığını yaşadık. İhtiyacımız olan bilgilere birinci elden ulaştık, bu nece güzel bir nimettir diye şükrettik. Ta Alamanya'dan merak edip, tanışmak maksadıyla üşenmeden kalkıp Tekirdağ'a gelen elli yıl evvel memleketten ayrılan Zeki Önsöz gibi ağabeyle muhatap olma şansını bulduk, bu ne nimettir Ya Rabbiii.
Gençliğimizde gerek siyasi gerek ictimai, gerek iktisadi veya sosyal nedenlerden dolayı yaptığı işlerden dolayı hayran olduğumuz ve dostluklar kurma imkânı bulamadığımız bizden bir kuşak büyük Kenan Niyazi Abdullahoğlu, Alper Yazoğlu, Mikdat Topçu ve Ali Kemal Temuçin gibi burada başkaca da yazabileceğimiz ağabeylerimizle kadirşinas ve kayda değer saygın arkadaşlıklar, tevafuku zor ve fakat hoş imkânlara da kavuştuk.. Doktor Sinan Köksal gibi soğuk sandığımız fakat tanıdıkca bize 'gardaş' olabilecek sıcaklıkta bir kaliteli insanla arkadaş olduk; yıllar sonra mahallemizin kızlarıyla konuştuk, tanıştık; Nuran Guler gibi bir sanat kadını ve değerli asil bir ablamız oldu, sanat eseri olan şiirlerini okuduk, kaliteli resimlerine (tablolarına) baktık.. Bize olanca içtenliğiyle 'gardaşcan' dedi, hakeza Miyaser Gülşen hanımefendiyi tanıdık, kıymetli ve her dizesi bir şaheser olan neşidelerine gıpta ettik bu hemşehrimizin, Dr. Hüseyin Y. Yeniçeri gibi bir 'dil' allamesiyle muhatap olup, dil'i fetvalar istedik, onun engin bilgisinden istifade imkânına kavuştuk, daha ne olsun..!
Yıldız Süreyya Korkmaz gibi memleket sevdalısı sevimli bir bacı edindik. Hangisini yazayım ki, küsmezler inşallah dostlarımız. Keza, Gobuk Sultan Nene torunları Dr. Özlem Çakın, Avukat Ayça Naz gibi yiğit "gızgardaşlarımız" oldu.
'Yusufiye'nin efsane ismi Yunus Meral başkanın ne deruni bir engin gönül sahibi olduğunun yanında bir de hayli becerikli kaliteli tablolar yapan bir ressam ve şair olduğunu gördük, anladık, onu bu yönleriyle de tanımaktan onur duyduk.
Yaptığımız paylaşımlarla, yorumlarla kavuşamayanları kavuşturduk. Kavuştuk. Kırk elli yıl evvel unuttuğumuz bir olayı hatırlattı birisi bize, belki de bu birisini de unutmuştuk, ama o hatırlattı ve hatırladık, gülümsedik; tatlı bir tebessüm kapladı yüzümüzü.
Deli dolu olduklarını gözlerimizle görsek inanmayacağımız çok ciddi ve saygın duran büyüklerimizin detaylarında, deruni hallerini okuduk satır aralarında; şok olduk, (yaaa..!), dedik, demekliğimiz oldu; koca adama veya hanıma bak, diye tecrübe edindik, ibret aldık.
Özelimize gelen mesajlarda Bayburt deyimiyle 'DAK' gibi olduk, yani kıpkırmızı kesildik, hayasızlıkları okuyunca, hatta yerin dibine girdik sanki; bir cinsi latifin 'ahlaksız' teklifi karşısında. Evet bütün bunları yaşattı bu mendebur bize... Çokça yazdığımız kelâmlardan biri "el hayai vel iman oldu", kendimizi haklı çıkarmak ve savunmak adına.
Değerli dostlar, girişte ilk cümle de zikrettiğim, "muzdarip değilim, garibime gidiyor" dediğimin dışında ben daha ziyade sevdim bu zaman tünelini yine de; iyiye kullandın mı iyi yani, fazla abanmadan orta halli kullanmak lazım keratayı diyorum son kelam.
Ha "garibime gidiyor" dediğimi de bir başka makalemde yazarım belki, gerçekten garibime gidiyor, fakat neylersin; insanoğlu işte böyle bir mechul; bu gün ak dediğine yarın rahatlıkla kara diyebiliyor, dolayısıyla fazla da üzerinde durmayalım gitsin.
Hayırlı günleriniz, eviniz ocağınız şen olsun.. Selam ile efendim.
Nisan 2018