Ermeniler Osmanlı şemsiyesi altında gayet halinden memnun halde yaşayan Millet-i Sadıkamızdı.. Ne var ki; Osmanlı tarih sahnesinde çekilince batılıların truva atı rolüne bürünüp kimi zaman piyon, kimi zamanda dış politika kulvarında kullanılan ucuz santraç malzemesi olarak karşımıza çıkacaktır.
Ermeniler Fransız ihtilali sonrası esen menfi milliyetçilik rüzgârların etkisiyle kanayan yumuşak karnımızdır artık. Birinci dünya savaşında müttefiklerle beraber Osmanlıya karşı savaşarak sadakatına son verir son vermesine ama hevesleri kursaklarında kalır elbet. Öyle ki bir zaman destek gördüğü müttefikler yenilince onlarla bir araya gelemeyecek şekilde dağılıvereceklerdir. İşte Osmanlı’ya nankörlük yapmanın bedeli bu olsa gerektir. Nitekim gittikleri yerlerde vatansız kalıp dünyanın değişik yerlerinde yalnızlık girdabına düşeceklerdir. Hiç kuşkusuz bunda en büyük etken unsur bizatihi bilinçsiz refleks içerisinde bulunmalarının payı çok büyüktür. Hala tarihten yeterince ibret almadıkları o kadar net ortada ki bir türlü iflah olmuyorlar. Huylu huyundan vazgeçmezse olacağı buydu zaten. Bilhassa ABD’de ve batıda lokalize olmuş üçüncü kuşak diyebileceğimiz Diaspora Ermenileri her fırsatta sözde soykırım mitini canlı tutarak tutunmaya çalışmaktalar. İşte Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde 24 Nisan 1965’ten bu güne sürekli gündemde kalmaya çalışmaları bunun teyididir. Hatta bu uğurda özellikle 1973–1985 arası ASALA’yı kullanarak terör eylemlerine tevessül etmeleri de bunun tipik misalini teşkil etmektedir. Yetmedi 1990–2005 arası yıllarda Diaspora merkezli faaliyetlerle sahne alıp uluslararası platformda Türkiye’yi köşeye sıkıştırma çabası içerisine gireceklerdir. Oysa Ermenilerle tarihi süreç içerisinde iyi günde kötü günde beraber yaşamışlığımız söz konusuydu. Maalesef sonradan her ne oluyorsa küresel güçler tarafından politik malzeme olarak kullanılıp üzerimize salınır. Şayet Ortadoğu denklemi içerisinde malzeme olarak alet olmasalardı Osmanlıyı arkadan hançerleme durumuna düşmeyeceklerdi. Ve hala bizim nezdimizde millet-i sadıka olarak değer kazanacaklardı.
Ermeniler Fransız ihtilali sonrası esen menfi milliyetçilik rüzgârların etkisiyle kanayan yumuşak karnımızdır artık. Birinci dünya savaşında müttefiklerle beraber Osmanlıya karşı savaşarak sadakatına son verir son vermesine ama hevesleri kursaklarında kalır elbet. Öyle ki bir zaman destek gördüğü müttefikler yenilince onlarla bir araya gelemeyecek şekilde dağılıvereceklerdir. İşte Osmanlı’ya nankörlük yapmanın bedeli bu olsa gerektir. Nitekim gittikleri yerlerde vatansız kalıp dünyanın değişik yerlerinde yalnızlık girdabına düşeceklerdir. Hiç kuşkusuz bunda en büyük etken unsur bizatihi bilinçsiz refleks içerisinde bulunmalarının payı çok büyüktür. Hala tarihten yeterince ibret almadıkları o kadar net ortada ki bir türlü iflah olmuyorlar. Huylu huyundan vazgeçmezse olacağı buydu zaten. Bilhassa ABD’de ve batıda lokalize olmuş üçüncü kuşak diyebileceğimiz Diaspora Ermenileri her fırsatta sözde soykırım mitini canlı tutarak tutunmaya çalışmaktalar. İşte Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde 24 Nisan 1965’ten bu güne sürekli gündemde kalmaya çalışmaları bunun teyididir. Hatta bu uğurda özellikle 1973–1985 arası ASALA’yı kullanarak terör eylemlerine tevessül etmeleri de bunun tipik misalini teşkil etmektedir. Yetmedi 1990–2005 arası yıllarda Diaspora merkezli faaliyetlerle sahne alıp uluslararası platformda Türkiye’yi köşeye sıkıştırma çabası içerisine gireceklerdir. Oysa Ermenilerle tarihi süreç içerisinde iyi günde kötü günde beraber yaşamışlığımız söz konusuydu. Maalesef sonradan her ne oluyorsa küresel güçler tarafından politik malzeme olarak kullanılıp üzerimize salınır. Şayet Ortadoğu denklemi içerisinde malzeme olarak alet olmasalardı Osmanlıyı arkadan hançerleme durumuna düşmeyeceklerdi. Ve hala bizim nezdimizde millet-i sadıka olarak değer kazanacaklardı.
Tarih boyunca sürdürdüğümüz dostluğumuz derin güçlerin hesabını altüst etmiş olsa gerek ki mercek altına alınıp güya Ermenileri zorla göç ettirdiğimiz işlenir habire. Nasıl mı? İşte yalan yanlış bilgilerle tehcir hadisesi hedefinden saptırılarak soykırım şeklinde sunulmakla elbet. Oysa tehcir hadisesi başka bir şey, soykırım başka bir şeydir. Belli ki sapla saman birbirine karıştırılmakta mahirler. İlla soykırımdan söz edilecekse, 12 Eylül öncesi Ermeni ASALA örgütünün işlediği kanlı cinayetler örnek gösterilmeliydi. Ki; o yaşanan kanlı cinayetlerin acıları hala sinemizde dinmiş değil de. Üstelik bu cinayetler işlenirken de dünyanın değişik yerlerinde elçiliklerimize yönelik işlendi. Malum Süper güçler işlenen cinayetler karşısında hep seyirci kalmakla yetindiler. Sadece seyirci olarak kalsalardı yine gam yemeyiz, üstüne üstük o yıllarda başta ABD olmak üzere sırasıyla Almanya, İngiltere, Rusya, Fransa Ermeni soykırımının amigoluğuna soyundular da.
Malum, 1990 yılı denildiğinde soğuk savaşın bittiği yıl olarak akla gelir. Bittide ne oldu, bu kez Ermenilerin yalnız kalışına çare olarak Ermeni devletinin ilan edilişine şahit olduk. Derken Ermeni meselesi küresel boyutta bir mesele olarak karşımıza çıkar. Baksanıza Diaspora Ermenileri lobi faaliyetleriyle sürekli meseleyi kangrenleştirmektedir. Yetmedi Yahudilerin de desteğini alarak diş biliyorlar. Daha da hızlarını alamayıp uluslararası lobi faaliyetleriyle Ankara’yı köşeye sıkıştırmakla meşguller. Neyse ki Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelişiyle birlikte bu meselede statükocu çizginin aksine yaraya neşter atılarak, sözde Ermeni soykırım iddialarını boşa çıkartacak hamlelere şahit olabiliyoruz. Mesela bu hususta batı dünyasındaki sağduyulu aydınların görüş ve beyanlarını gündeme taşıyıp Türkiye’nin elini güçlendirecek hamlelerle inisiyatif kullanabiliyoruz artık. İcabında birlikte ortak komisyon kurma girişimleriyle ekonomik işbirliği çağrısında bulunabiliyoruz. Böylece Ermenilere karşı herhangi bir önyargımızın olmadığımızın tüm dünyaya ispatlamış oluyoruz da. Fakat Türkiye’nin kapıları açma şartını Koçaryan hükümetinin burun kıvırıp ayak diretmesi bir anlamda bu yöndeki inisiyatifimizi sekteye uğrayabiliyor. Böylece Ermeni meselesi sil baştan uluslar arası arenada çözülemeyen bir mesele olarak devam etmekte. Hatta başta Fransa olmak üzere pek çok ülke parlamentolarında aslı astarı olmayan Ermenilerin lehine tezler kabul görür bir ortam oluşturulmakta. Hatta söz konusu parlamentolarda kendi içinde muhalif fikirlerin söylenilmesine bile yasak getirilerek kanunlaştırılmakta. Ne de olsa Avrupa’da hatırı sayılır sayıda Ermeni nüfusu mevcut, tabii ki kanunla kayıt alınacaktır. Oysa Fransa’da en az Ermeni nüfusu kadar Türklerde yerleşik durumda. Yani beş yüz bine yakın sayıda Türk, bir o kadar da Ermeni nüfusu söz konusudur. Ama Ermeniler buralarda lobi faaliyetleriyle bize karşı avantaj sağlayabiliyorlar. Nitekim Fransa’nın 2007 yılını Ermeni yılı ilan etmesi lobi faaliyetlerinin sonucu bir avantajdır. Zaten Fransa’nın Ermeni yılını ilan etmenin öncesinde de Fransız alt parlamentosunda Ermeni soykırımını yok saymayı suç sayan, hatta bir yıl hapis cezasını öngören yasayı onayladığını hesaba kattığımızda bu durum bize hiçte şaşırtıcı gelmiyor. Bizim avantajımız ise şimdilik sadece iş hacmi potansiyelimiz gözükmektedir. Birde buna Türk lobi faaliyetlerini ekleyebilirsek inisiyatifi elimize almak an meselesi diyebiliriz.
Her ne kadar dış politika arenasında çözümden yana onca iyi niyetli girişimlerimize rağmen uluslararası güçler bu iyi niyet girişimlerimizi sekteye uğratmakla hiçte iyi sınav vermiyorlar, hepsi sınıfta kalmayı göze alan politika izlemekteler. Dahası Ermeni Diasporasının işgüzarlığına çanak tutmaya devam etmekteler. Üstelik her defasında Ermeni meselesini bize karşı koz olarak kullanmaktan en ufak hicap duymuyorlar da. Osmanlı arşivlerini açmaya hazır olduğumuzu bildirdiğimiz halde bildiklerini okumaktalar. Objektif olmak hak getire, bilhassa tehcir hadisesinin tarihçilerin işi olduğunu defalarca söylememize rağmen yine tınmıyorlar.
Her neyse Avrupa cenahında durum vaziyeti anladıkta, peki Sam amcanın Büyük Ortadoğu projesi kapsamında Türkiye’yi kendi ekseninde tutmak adına Orta doğuda çıkarları uğruna Ermeni konusunu temsilciler meclisinde görüşmeye açmasına ne demeli. Hiç kuşkusuz bunda da bir bit kemiği var. Öyle ki üzerinde bir değil bin düşünülmese durumla karşı karşıyayız. Düşünsenize hem stratejik ortaklıktan söz etmekte hem de bizi yumuşak karnımızdan vuracak konuları işlemekte habire, doğrusu şaşmamak elde değil. Peki, adam olana demezler mi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye. Neyse ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan’da Türkiye maçını seyretmesi, ardından onlarında buna karşılık verip Bursa’da Milli maçımıza gelmeleri önyargıları bir nebzede olsa yıkmaya yetmiştir. Derken uluslararası arenada Türkiye’nin elini güçlendiren durum ortaya çıkmış olur. Bilhassa Başkan Barak Obama döneminde Ermeni Diasporasının tezviratına rağmen Türkiye ile Ermenistan ilişkileri farklı boyut kazandı diyebiliriz.
Yinede her şey güllük gülistanlık sayılmaz, Ankara bugüne kadar bu meseleye karşı sürekli cevap vermekle çözüm aramakta. Meseleyi fiiliyata da dökmek gerekir. Dolayısıyla cevap vermekle meşgul edildiğimizin farkına varıp geçerli politikalar üretmek için kolları sıvamalı. Dahası sürekli akılcı dış politikalar geliştirerek Ermeni Diasporanın hayallerini pekâlâ boşa çıkartabiliriz. Bu yönde en ufak yılgınlığa kapılmadan kararlılığımız devam ettiği sürece biliniz ki Ermeni Diasporasının heveslerini kursaklarında bırakıp eskisi kadar etkili olamayacağını söyleyebiliriz. Umulur ki; küresel oyunlar bozulurda Ermeni Diasporasının hezeyanlarından kurtulmuş oluruz. Madem öyle gün uyanık olmak günüdür.
Vesselam.
Malum, 1990 yılı denildiğinde soğuk savaşın bittiği yıl olarak akla gelir. Bittide ne oldu, bu kez Ermenilerin yalnız kalışına çare olarak Ermeni devletinin ilan edilişine şahit olduk. Derken Ermeni meselesi küresel boyutta bir mesele olarak karşımıza çıkar. Baksanıza Diaspora Ermenileri lobi faaliyetleriyle sürekli meseleyi kangrenleştirmektedir. Yetmedi Yahudilerin de desteğini alarak diş biliyorlar. Daha da hızlarını alamayıp uluslararası lobi faaliyetleriyle Ankara’yı köşeye sıkıştırmakla meşguller. Neyse ki Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelişiyle birlikte bu meselede statükocu çizginin aksine yaraya neşter atılarak, sözde Ermeni soykırım iddialarını boşa çıkartacak hamlelere şahit olabiliyoruz. Mesela bu hususta batı dünyasındaki sağduyulu aydınların görüş ve beyanlarını gündeme taşıyıp Türkiye’nin elini güçlendirecek hamlelerle inisiyatif kullanabiliyoruz artık. İcabında birlikte ortak komisyon kurma girişimleriyle ekonomik işbirliği çağrısında bulunabiliyoruz. Böylece Ermenilere karşı herhangi bir önyargımızın olmadığımızın tüm dünyaya ispatlamış oluyoruz da. Fakat Türkiye’nin kapıları açma şartını Koçaryan hükümetinin burun kıvırıp ayak diretmesi bir anlamda bu yöndeki inisiyatifimizi sekteye uğrayabiliyor. Böylece Ermeni meselesi sil baştan uluslar arası arenada çözülemeyen bir mesele olarak devam etmekte. Hatta başta Fransa olmak üzere pek çok ülke parlamentolarında aslı astarı olmayan Ermenilerin lehine tezler kabul görür bir ortam oluşturulmakta. Hatta söz konusu parlamentolarda kendi içinde muhalif fikirlerin söylenilmesine bile yasak getirilerek kanunlaştırılmakta. Ne de olsa Avrupa’da hatırı sayılır sayıda Ermeni nüfusu mevcut, tabii ki kanunla kayıt alınacaktır. Oysa Fransa’da en az Ermeni nüfusu kadar Türklerde yerleşik durumda. Yani beş yüz bine yakın sayıda Türk, bir o kadar da Ermeni nüfusu söz konusudur. Ama Ermeniler buralarda lobi faaliyetleriyle bize karşı avantaj sağlayabiliyorlar. Nitekim Fransa’nın 2007 yılını Ermeni yılı ilan etmesi lobi faaliyetlerinin sonucu bir avantajdır. Zaten Fransa’nın Ermeni yılını ilan etmenin öncesinde de Fransız alt parlamentosunda Ermeni soykırımını yok saymayı suç sayan, hatta bir yıl hapis cezasını öngören yasayı onayladığını hesaba kattığımızda bu durum bize hiçte şaşırtıcı gelmiyor. Bizim avantajımız ise şimdilik sadece iş hacmi potansiyelimiz gözükmektedir. Birde buna Türk lobi faaliyetlerini ekleyebilirsek inisiyatifi elimize almak an meselesi diyebiliriz.
Her ne kadar dış politika arenasında çözümden yana onca iyi niyetli girişimlerimize rağmen uluslararası güçler bu iyi niyet girişimlerimizi sekteye uğratmakla hiçte iyi sınav vermiyorlar, hepsi sınıfta kalmayı göze alan politika izlemekteler. Dahası Ermeni Diasporasının işgüzarlığına çanak tutmaya devam etmekteler. Üstelik her defasında Ermeni meselesini bize karşı koz olarak kullanmaktan en ufak hicap duymuyorlar da. Osmanlı arşivlerini açmaya hazır olduğumuzu bildirdiğimiz halde bildiklerini okumaktalar. Objektif olmak hak getire, bilhassa tehcir hadisesinin tarihçilerin işi olduğunu defalarca söylememize rağmen yine tınmıyorlar.
Her neyse Avrupa cenahında durum vaziyeti anladıkta, peki Sam amcanın Büyük Ortadoğu projesi kapsamında Türkiye’yi kendi ekseninde tutmak adına Orta doğuda çıkarları uğruna Ermeni konusunu temsilciler meclisinde görüşmeye açmasına ne demeli. Hiç kuşkusuz bunda da bir bit kemiği var. Öyle ki üzerinde bir değil bin düşünülmese durumla karşı karşıyayız. Düşünsenize hem stratejik ortaklıktan söz etmekte hem de bizi yumuşak karnımızdan vuracak konuları işlemekte habire, doğrusu şaşmamak elde değil. Peki, adam olana demezler mi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye. Neyse ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan’da Türkiye maçını seyretmesi, ardından onlarında buna karşılık verip Bursa’da Milli maçımıza gelmeleri önyargıları bir nebzede olsa yıkmaya yetmiştir. Derken uluslararası arenada Türkiye’nin elini güçlendiren durum ortaya çıkmış olur. Bilhassa Başkan Barak Obama döneminde Ermeni Diasporasının tezviratına rağmen Türkiye ile Ermenistan ilişkileri farklı boyut kazandı diyebiliriz.
Yinede her şey güllük gülistanlık sayılmaz, Ankara bugüne kadar bu meseleye karşı sürekli cevap vermekle çözüm aramakta. Meseleyi fiiliyata da dökmek gerekir. Dolayısıyla cevap vermekle meşgul edildiğimizin farkına varıp geçerli politikalar üretmek için kolları sıvamalı. Dahası sürekli akılcı dış politikalar geliştirerek Ermeni Diasporanın hayallerini pekâlâ boşa çıkartabiliriz. Bu yönde en ufak yılgınlığa kapılmadan kararlılığımız devam ettiği sürece biliniz ki Ermeni Diasporasının heveslerini kursaklarında bırakıp eskisi kadar etkili olamayacağını söyleyebiliriz. Umulur ki; küresel oyunlar bozulurda Ermeni Diasporasının hezeyanlarından kurtulmuş oluruz. Madem öyle gün uyanık olmak günüdür.
Vesselam.