Dergiler hakkında yazmayalı bir hayli zaman oldu… Oysa dergiler düşünce yaşamının gözeleridirler, onlar kurudu mu beyinler pas ve küf tutar.

Bugün iki dergiden söz edeceğim. İlki benim de yazarları arasında bulunduğum Berfin Bahar. 24 yıldır çıkıyor bu dergi, bu ay (Ağustos 2019) 258’inci sayıya ulaştı. İletişim bilgileri şöyle: E-posta: [email protected], telefon 0212 513 79 00

Düşünce, aydınlanma ve edebiyat dergisidir Berfin Bahar.

Bu sayısında Suha Bulut, “Fransız-Batı Medeniyeti Klasik Romanı” konusunu işlemiş. Edebiyatı bilimsel olarak inceleyenlere hararetle salık vereceğim bir yazı.

Evin Okçuoğlu Hanım’ın şiirinin adı “ODTÜ’nin Kavakları”, şiirin son kümesini paylaşırsam tadı damağınızda kalacaktır: “daha testereler duyulmadan başladı nöbet/ışıklı insanlar haykırdı/ağaca kıyma kesme hoca/bu doğanın yüce sesiydi/yakarış değil/insanlığa çağrı/ODTÜ’nin kavakları serin serin verdi gölgesini/devrim bahçesinde ışıklı gençler zamanı”

“Baba bu eli bayraklı ihtiyar kimdir
Babanın yanıtı oldukça kısa:
Bir genç Türk oğlum”

Mehmet Ergün’ün yazısının başlığı “İhtiyar Geç Türk”…  Bu yazı da konu ve içerik olarak özel ve ilginç… Okumayanın tarih dağarı eksik kalır.

Hasan Devrim, “Tuna Boyu’nun Hüzünlü Göçleri”ni anlatıyor. Ancak bu anlatım yabancı kaynaklara dayalı, yani bir başka dilden ve telden.

Öykü yazarı dostum Nail Uyar’ın yeni bir öyküsü var Berfin Bahar’ın bu sayısında, adı “Doktor Kapısında Bir Ulu Çınar”… O çınarları o kapılarda hep görürüz, ezilirler, horlanırlar, itilir kakılırlar da kimi kez. O çınarların içinde yazar olanlar da vardır, onların bu kapılarda ezilişleri daha büyük bir yaradır, hüzündür, kahırdır. Nail Uyar işte böyle bir yazarı öykülüyor. 

Arif Tekin Dostum’un yazısı “Kuran’dan bir ayetin analizi”… Arif Tekin’in uzmanlık alanı Kur’an ve bu konuda yazdığı bir düzineyi aşmış kitapları var. Aydınlatmaya devam ediyor Tekin.

Diğer yazar ve şair dostlar bağışlasınlar, bu kadar yer verebiliyorum, gün olur onlardan da söz ederiz.

Atila Er’in dizeleri ile ayrılalım Berfin Bahar’dan:

“safkan bir şiir okudum bugün/öyle ihtişamlı koşuyordu ki/almış rüzgârı arkasına/yakala yakalayabilirsen/arap atı desem değil/ingiliz atı desem, hiç değil/böylesi görülmemiş şimdiye kadar/imgesinde bembeyaz kâkülü var”

İkinci dergimiz “Kent ve Hayat” adını taşıyor. “İş, yaşam, kültür, sanat, çevre ve araştırma” başlıkları, bu derginin ilgi alanı olarak kapakta bildiriliyor, ama bence “haber” ağırlıklı bir dergi. Haberleri fotoğraflı, çekici başlıklı ve ilginç içerikliler.

Kuşe kâğıda renkli olarak basılan, görsellerin de bolca kullanıldığı pırıl pırıl bir yayın organı.

Derginin iletişim telefonu şu: 0212 275 33 53

Prof. Dr. Esfender Korkmaz, Prof. Dr. Ahmet Özer, Prof. Dr. Ali Akdemir, Prof. Dr. Orhan Kural, Prof. Dr. Ali Kahraman, Prof. Dr. Ali Abdullah Olgun, Prof. Dr. Adem Yılmaz, Prof. Dr. Yavuz Öztürkler, Dr. Alper Akçam gibi değerli imzalar yazıyor bu dergide.

“Kent ve Hayat” yerelle İstanbul arasında köprü ve iletişim işlevi de görüyor.

Beni bu dergi ile sahibi ve yazı işleri müdürü olan Hüsnü Bediroğlu tanış etti. Teşekkür ediyorum, başarılar diliyorum. 

Yılmaz Odabaşı neyin, kimin, hangi dilin şairi?

Yılmaz Odabaşı’na Kürt diyorlar, o da inkâr etmiyor, evet Kürt. “Kürtçü” diyorlar Odabaşı’na Kürtlerin kimi acılarını şiirlerine soktuğu için.

Yılmaz Odabaşı, Kürt’tür ve yukarıda dediğim bağlamda Kürtçüdür de, evet doğru bunlar. Ama o Türkçe yazıyor, Kürtçe yazmıyor ve Türkçüyüm diyenlerden daha çok Türk diline katkılar veriyor, söz dünyamızı varsıllaştırıyor (sahi günümüzde “Türkçüyüm” diyenlerin içinde Yılmaz Odabaşı çapında bir şair var mı? Kim?).  “Şair dilinin yurttaşıdır”, Odabaşı da Türkçe’nin ve Türkiye’nin yurttaşıdır Türkiye’yi terk etmiş olsa da. Bunu böylece bilmek ve demek gerek.

Gelin şimdi örnekler okuyalım bu değerli şairin şiirlerinden:

“Sokulsam rahmanların Şeyho dağ rüzgârı kokardı/Öpsen kıl’dı Şeyho, koklasan duman//Bilmezdi şalvarının renginin neden değiştiğini/Ve kentte duvar yazılarının neden eksildiğini//Siverek ovasına akşam inerdi/Şeyho avluda tütün sarardı geceleri/Sorsam birilerine ‘Şeyho ne bilir’ derdi/Oysa/O/Bildiği kadar/Ve bildiği gibi yaşardı//İlkmayıs sabahlarının güzelliğini/Bozkırı/Yağmuru/Ve nal seslerini//Daha çınlar kulaklarımda bir buruk ezgi/Öksüzlüğümdü kuşatılmış Siverek geceleri.”

“Karacadağ/Yamaçlarında kardelen çiçekleri/Her bahar umuda rengini verir/Ve her bahar/Dicle’de ak köpüklere üşüşür papatyalar//Siverek/Hayata vurgun yürekli yiğitleri/Ve sabahlarının eteklerinde ter taneleri//Orada tüfekler yağlanır kerpiç damlarda/Türkü kaçak/Tütün kaçak/Kaçak çay buğulanır şavkı vurur mağlara/Ve korku ve umut ve can pusuda//Pusuda yalnızlık.”