(25 Temmuz, Cumartesi)

Bu gün çok yoğunuz. Yoğunluğumuzu değerli dostum Akın Bayrak’ın kolaylaştıracağına inanıyorum.

Otelde “kuymak”lı kahvaltının ardından, Akın’ın önderliğinde ver elini Aydıntepe… Hiç ara vermeden “yer altı şehri”ne gireceğiz de, kentin koruyucu görevlisini ara ki bulasın. Ürgüp’teki yer altı kentinden oldukça etkilenmiştim. Böyle tarihsel bir yapıtın, ilimizde olması heyecan vericiydi. Sonunda o heyecanla şehre girdik. İlk şaşkınlık! Duvarlar resmen betonlanmıştı. Açıklama ilginç: Giriş dardı, genişlettiler! Eh dedik, olur o kadar. Ama o insanlık tarihi tanığının kimi bölümleri, taş karıştırılmış betonla kaplanmıştı. Elbette bir nedeni olmalı. Ama ne tanıtım broşüründe bir açıklama var, ne de sorularımızı yanıtlayan. Bu görkemli kalıntı, hoyrat ellerin kabalığına karşın, görkemini serin havasıyla duyumsatıyor. Bir şey daha öğrendik: İlk yayık bu yer altı şehrinde kullanılmış(?)

Peki, bu bulunmaz değerin, “turizm açısından” yöreye katkısı ne? Görünen o ki kocaman bir hiç. Sanırım gelen doğrudan yer altı şehrine giriyor, öteki kapıdan çıkıp, Aydıntepe’den ayrılıyor. Buranın giriş ve çıkışlarında yöresel ürünlerin, el emeği göz nuru içlerin sergilenip, satıldığı küçük yapılar oluşturulamaz mı? Şehrin tarihini, özelliklerini, söylencesini dillendirecek gençlere görev verilemez mi? Bu konuyu hem Kaymakamlık hem de Belediyenin gerçekçi bir biçimde ele alması gerekiyor sanırım.

Biz de öyle yaptık, ön kapıdan girip arka kapıdan çıktık, doğru Bayburt Kalesi’ne… Daha sonra ayrıntılı bir biçimde ele alacağım Kale’mizin içler acısı durumunu. Sadece şunu belirtmeliyim şimdilik: Kale, terk edilmişlik görüntüleriyle dolu. Kirlilik, bakımsızlık, araştırmaya muhtaçlık… Ne bileyim, Kale’miz mazlum ve boynu bükük. Son şey: Anamur Kızkalesi’ni de gezdim. Devletin eli her yerinde kendini gösteriyor. Turizm sorumlularının yaptıkları, kaleyi bilinmezlikten kurtarmış. Her an bir görevli ile karşılaşıyorsunuz. İyi de bunlar bizim kalemizde niye yok? Kızkalesi’nin denizi varsa Kale’mizi kucaklayan, sarıp sarmalayan Çoruh var!

Bu gün “Bayburt Döneri” yiyeceğiz. Tanıdığımız bir ustanın elinden. Yedik ve yine Akın’ın önderliğinde Aruzga’ya doğru yol aldık. Bayburt’tan çıkıncaya değin üç dört kişiye yol sorduk. Yollar dar, bakımsız çukur dolu. Köy yoluna girdik de rahat ettik. Beyböyrek, çocukluğumun kahramanı. Annemin ezgili masallarının kıralı. Uzun kış gecelerinde, dizinin dibine oturur, Beyböyrek’in serüvenlerini dinlerdik. Kerem’in 32 dişini, Aslı’nın dizinde yatmak için çektirişini de Beyböyrek’in yiğitliklerini de anamdan dinledik, öğrendik. Bu duygularla Aruzga’yı gezdik. Adını köye veren “Erenler”i ziyaret ettik. Köyün delikanlıları(!) ile de fotoğraflandık.

Çok yorulduk, ancak bu yorgunluğa değdi… Bir de uğradığımız düş kırıklıkları olmasaydı!