Sözü bezeli ve sanatsal severim, buna bir ömür vermişim neredeyse... Vermişim, severim ya, bir atasözü var ki, onu düşününce, bana yurda ve Bayburt’a sevdalı olmayı öğreten rahmetli babama hak veririm. Anılarıyla, sözleriyle hep yaşayan babacığım "Oğlum, uzak yerin somunu büyük olur" derdi.
Uzak yerin somunu gerçekten büyük mü olur? Büyük olanı vardır ama küçüğü de çoktur... Ne ki, bu halk, kendi mahallesinde, ilinde, ilçesinde pişen ekmeği ekmekten saymaz, hep uzak yerlerin somunlarını; o somunun hamurkârını, pişiricisini över. Davet de eder onları, herkese fırın yakmayı, hamur yoğurmayı, somun pişirmeyi anlatsın diye...
Babamdan duyduğum bu atasözü benim yaşamakta olduğum Kocaeli ve İzmit için yüzde yüz geçerlidir, her gün onlarca kez bunu yaşıyorum. Yaşıyorum ve üzülüyorum, kızıyorum, ama elimden bir şey de gelmiyor şimdilik ama ilk fırsatta ömrüm vefa ederse o uzak yerlerde bir fırın açacağım ve bu görgüsüz, bu ağızlarının tadını bilmeyen bu güdük kafaların haline bakıp bakıp eğleneceğim...
Peki ya Bayburt? Bayburt bağlamında ise bir başka atasözümüz girer devreye, “Ev danası öküz olmaz”. Bayburt öz evlatlarını küçümser. Bu öz evlatlar hangi alanda doruklara tırmanmış olursa olsunlar, bugünün Bayburt’unda fazla bir değerleri yoktur. Siyasette güç ve erk sahibi değilse, yani iktidar olup ona bir çıkar sağlayamayacaksa ve din’in bir yerinde bir şey değilse (ilahiyatçı, müftü, hoca, şeyh vb gibi)… Bu iki grupla ilişkisi sağlamdır Bayburtlu’nun, gerisini görmez, bilmez, saymaz, o yönde bir idraki ve bilgisi yoktur. Günü yaşar, çıkarını gözetir.
Peki bu bakış, bu yaklaşımdan dolayı kaybeden kimdir? Tek sözcüktür bunun yanıtı: Bayburt.
Bir şehrin iktidarlara yaslanarak bir yere kadar büyüyebileceğini, kalkınabileceğini (büyüme ve kalkınmayı bazı cahiller aynı sanırlar, değildirler), bir yerden sonra tökezleyeceğini, aslolanın o şehrin değerler üretmesi ve o değerleriyle ulusal ve evrensel ölçekte yer bulması olduğunu birileri bu gidişle hiç anlayamayacaklar. Bir yazımda daha yazmıştım, “City-marketing” diye bir kavram var Batı dillerinde ve bilimlerinde bugün, bunun Türkçesi “Şehir pazarlama”dır.
Hadi pazarla bakalım Bayburt’u, neyini pazarlayacaksın? Hık-mık… Üç beş kişi, üç beş nesne sayarsın, onlar da fi tarihinden kalma, sonra sus-pus; sanayi ürünün yok, el sanatların yapay solunumla yaşıyor, kültürel ve edebi ürün üretecek ortamın yok, kurumların yok; Bayburt dışında olanlardansa haberin yok, haberli olmak gibi bir niyetin ve cehdin yok, ufkun yok… Bir Bayburtlu yazar Nobel bile alsa, bir milletvekili kadar değeri yoktur senin gözünde (bunda da samimi değilsin, o milletvekili o unvanı yitirir yitirmez, senin gözünde değerini yitiriyor anında, birkaç dönem önceki milletvekillerinin adını bile çoktan unuttun).
Uzak yerin somunu gerçekten büyük mü olur? Büyük olanı vardır ama küçüğü de çoktur... Ne ki, bu halk, kendi mahallesinde, ilinde, ilçesinde pişen ekmeği ekmekten saymaz, hep uzak yerlerin somunlarını; o somunun hamurkârını, pişiricisini över. Davet de eder onları, herkese fırın yakmayı, hamur yoğurmayı, somun pişirmeyi anlatsın diye...
Babamdan duyduğum bu atasözü benim yaşamakta olduğum Kocaeli ve İzmit için yüzde yüz geçerlidir, her gün onlarca kez bunu yaşıyorum. Yaşıyorum ve üzülüyorum, kızıyorum, ama elimden bir şey de gelmiyor şimdilik ama ilk fırsatta ömrüm vefa ederse o uzak yerlerde bir fırın açacağım ve bu görgüsüz, bu ağızlarının tadını bilmeyen bu güdük kafaların haline bakıp bakıp eğleneceğim...
Peki ya Bayburt? Bayburt bağlamında ise bir başka atasözümüz girer devreye, “Ev danası öküz olmaz”. Bayburt öz evlatlarını küçümser. Bu öz evlatlar hangi alanda doruklara tırmanmış olursa olsunlar, bugünün Bayburt’unda fazla bir değerleri yoktur. Siyasette güç ve erk sahibi değilse, yani iktidar olup ona bir çıkar sağlayamayacaksa ve din’in bir yerinde bir şey değilse (ilahiyatçı, müftü, hoca, şeyh vb gibi)… Bu iki grupla ilişkisi sağlamdır Bayburtlu’nun, gerisini görmez, bilmez, saymaz, o yönde bir idraki ve bilgisi yoktur. Günü yaşar, çıkarını gözetir.
Peki bu bakış, bu yaklaşımdan dolayı kaybeden kimdir? Tek sözcüktür bunun yanıtı: Bayburt.
Bir şehrin iktidarlara yaslanarak bir yere kadar büyüyebileceğini, kalkınabileceğini (büyüme ve kalkınmayı bazı cahiller aynı sanırlar, değildirler), bir yerden sonra tökezleyeceğini, aslolanın o şehrin değerler üretmesi ve o değerleriyle ulusal ve evrensel ölçekte yer bulması olduğunu birileri bu gidişle hiç anlayamayacaklar. Bir yazımda daha yazmıştım, “City-marketing” diye bir kavram var Batı dillerinde ve bilimlerinde bugün, bunun Türkçesi “Şehir pazarlama”dır.
Hadi pazarla bakalım Bayburt’u, neyini pazarlayacaksın? Hık-mık… Üç beş kişi, üç beş nesne sayarsın, onlar da fi tarihinden kalma, sonra sus-pus; sanayi ürünün yok, el sanatların yapay solunumla yaşıyor, kültürel ve edebi ürün üretecek ortamın yok, kurumların yok; Bayburt dışında olanlardansa haberin yok, haberli olmak gibi bir niyetin ve cehdin yok, ufkun yok… Bir Bayburtlu yazar Nobel bile alsa, bir milletvekili kadar değeri yoktur senin gözünde (bunda da samimi değilsin, o milletvekili o unvanı yitirir yitirmez, senin gözünde değerini yitiriyor anında, birkaç dönem önceki milletvekillerinin adını bile çoktan unuttun).