Yıl 1924… Cumhuriyet kurulalı daha 1 yıl bile olmamış, savaştan çıkalı ise hepi topu 2 yıl olmuş… Ülke sürekli savaşlar, ekonomik ambargolar, kapitülasyonlar gibi iktisadi esaret zincirleri altında aç, biilaç, yoksul, perişan… 1923 yılında enflasyon %250 olmuş, bütçe %40 açık vermiş…
Evet Atatürk bütün bu tabloyu olumluya çevirerek bir ekonomik mucize yaratmıştır. Bunu “Atatürk Ekonomisi ve Beş Destan Adam” adlı kitabımızda anlattık, 2017 yılında yayımlatmayı düşündüğümüz “Ekonomik Milliyetçilik” kitabımızda daha da ayrıntılı olarak yer alacak…
Atatürk bu ekonomik mucizeyi yaratırken, büyüklüğüne uygun sıra dışı başak uygulamalara da imza atıyor ve herkesi şaşırtıyordu.
Evet yıl 1924… Ahval ve şerait yukarıda arz olunduğu gibi… Atatürk bu ahval ve şerait altında, devlet bütçesinden 200.000 lirayı, Türkiyat Enstitüsü kurulması için özgülüyor… 200.000 deyip geçmeyiniz, o gün 1 lira 1 altına eşit, yani o büyük adam 200 bin altını ayırıyor Türklük araştırmaları için.
O’nun bu girişimine “Ülke bu yokluktayken, nedir bu müsriflik” diye açıktan karşı çıkanlar, gizli gizli homurdananlar olmuştur ama o bunlara hiç aldırış etmemiştir.
Atatürk kurdu o Enstitüyü, o parayı verdi ve başına da büyük Türkçülerden Prof.Dr. Fuat Köprülü’yü getirdi. Fuat Köprülü, 200 bin altın ödeneği öğrendiğinde çok şaşırdığını, hatta inanamadığını söylemiştir.
Atatürk bu girişimi, hayal ettiği “Büyük Türk Devletleri Birliği” uğruna yapıyordu. Evet Sovyetler Birliği dostumuz ve komşumuzdu, fakat orada soyca ve kültürce bizden olan kardeşlerimiz vardı, onlarla kültürel bağlar sağlamlaşmalıydı, şimdilik bu yeterliydi… İleride?... Büyük ihtimalle çökecekti bir gün Sovyetler, işte o güne hazırlıklı olmalıydık ve işte o gün “Büyük Türk Devletleri Birliği”ni kurmalıydık.
Ve gün oldu o Sovyetler Birliği göçüp gitti, içinden Türk Devletleri çıktı… Fakat biz Atatürk’ten sonra, o kültür birliğinin peşini bırakmıştık, hatta İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, SSCB’yi ürkütürüz diye “Çırpınırdın Karadeniz” şarkısını bile radyolarımızda yasak etmiştik. Oralarda Türkler olduğunu ya inkâr ediyorduk ya da “Onlar Ruslaştı” diyorduk… Azeri türküleri bile Kars Türküsü etmiş sözlerini, bu politikaya uygun olarak değiştirmiştik, sözgelimi “Guba’nın ağ alması”, “Iğdır’ın Al Elması” olmuştu… Olmuş muydu? Hayır, bilenler biliyorlardı Iğdır’da elma değil çok iyi kaysı yetiştiğini…
Ve fena halde hazırlıksız yakalandık. Önce palavralar attık, bazıları eski söylediklerini unutup bizden çok Türkçü kesildiler… Sonra duruldu ortalık, palavralar anlaşıldı, başta ABD olmak üzere batılı güçler oraya girebilmek, egemen olabilmek için Fethullah Gülen’i görevlendirdiler… Fethullah, Türkçü-Turancıların birçoğunu devşirdi, dönüştürdü, ortaya “Fethullah Turancıları” çıktı. Oralar bunlara havale edilmişti.
Sonra o kardeşler, o Türk Cumhuriyetleri, Fethullah’ın ne olduğunu, bizim kofluğumuzu anladılar, ona göre pozisyonlar aldılar, artık Türk Cumhuriyetleri Devlet Başkanları zirvesi bile toplanamamaktadır.
Kaldır indir TİKA diye bir kuruluşumuz var oralarda, o da AKP’nin elinde ne hâle geldi, bilenler biliyor…
Evet Atatürk bütün bu tabloyu olumluya çevirerek bir ekonomik mucize yaratmıştır. Bunu “Atatürk Ekonomisi ve Beş Destan Adam” adlı kitabımızda anlattık, 2017 yılında yayımlatmayı düşündüğümüz “Ekonomik Milliyetçilik” kitabımızda daha da ayrıntılı olarak yer alacak…
Atatürk bu ekonomik mucizeyi yaratırken, büyüklüğüne uygun sıra dışı başak uygulamalara da imza atıyor ve herkesi şaşırtıyordu.
Evet yıl 1924… Ahval ve şerait yukarıda arz olunduğu gibi… Atatürk bu ahval ve şerait altında, devlet bütçesinden 200.000 lirayı, Türkiyat Enstitüsü kurulması için özgülüyor… 200.000 deyip geçmeyiniz, o gün 1 lira 1 altına eşit, yani o büyük adam 200 bin altını ayırıyor Türklük araştırmaları için.
O’nun bu girişimine “Ülke bu yokluktayken, nedir bu müsriflik” diye açıktan karşı çıkanlar, gizli gizli homurdananlar olmuştur ama o bunlara hiç aldırış etmemiştir.
Atatürk kurdu o Enstitüyü, o parayı verdi ve başına da büyük Türkçülerden Prof.Dr. Fuat Köprülü’yü getirdi. Fuat Köprülü, 200 bin altın ödeneği öğrendiğinde çok şaşırdığını, hatta inanamadığını söylemiştir.
Atatürk bu girişimi, hayal ettiği “Büyük Türk Devletleri Birliği” uğruna yapıyordu. Evet Sovyetler Birliği dostumuz ve komşumuzdu, fakat orada soyca ve kültürce bizden olan kardeşlerimiz vardı, onlarla kültürel bağlar sağlamlaşmalıydı, şimdilik bu yeterliydi… İleride?... Büyük ihtimalle çökecekti bir gün Sovyetler, işte o güne hazırlıklı olmalıydık ve işte o gün “Büyük Türk Devletleri Birliği”ni kurmalıydık.
Ve gün oldu o Sovyetler Birliği göçüp gitti, içinden Türk Devletleri çıktı… Fakat biz Atatürk’ten sonra, o kültür birliğinin peşini bırakmıştık, hatta İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, SSCB’yi ürkütürüz diye “Çırpınırdın Karadeniz” şarkısını bile radyolarımızda yasak etmiştik. Oralarda Türkler olduğunu ya inkâr ediyorduk ya da “Onlar Ruslaştı” diyorduk… Azeri türküleri bile Kars Türküsü etmiş sözlerini, bu politikaya uygun olarak değiştirmiştik, sözgelimi “Guba’nın ağ alması”, “Iğdır’ın Al Elması” olmuştu… Olmuş muydu? Hayır, bilenler biliyorlardı Iğdır’da elma değil çok iyi kaysı yetiştiğini…
Ve fena halde hazırlıksız yakalandık. Önce palavralar attık, bazıları eski söylediklerini unutup bizden çok Türkçü kesildiler… Sonra duruldu ortalık, palavralar anlaşıldı, başta ABD olmak üzere batılı güçler oraya girebilmek, egemen olabilmek için Fethullah Gülen’i görevlendirdiler… Fethullah, Türkçü-Turancıların birçoğunu devşirdi, dönüştürdü, ortaya “Fethullah Turancıları” çıktı. Oralar bunlara havale edilmişti.
Sonra o kardeşler, o Türk Cumhuriyetleri, Fethullah’ın ne olduğunu, bizim kofluğumuzu anladılar, ona göre pozisyonlar aldılar, artık Türk Cumhuriyetleri Devlet Başkanları zirvesi bile toplanamamaktadır.
Kaldır indir TİKA diye bir kuruluşumuz var oralarda, o da AKP’nin elinde ne hâle geldi, bilenler biliyor…
İşte hal-vaziyet budur Kardaşlar… Hiçbir şey için geç değildir elbette, yeni bir şevkle, akıl ve bilgiye dayalı stratejilerle, yeni projelerle, ısrarlı politikalarla “Büyük Türk Devletleri Birliği” gerçekleşebilir. Bunun için önce, slogancılığı, fosilciliği bırakmak gerek… “Kurtarıcı” beklememek gerek… Örgütlü, bilinçli, sistemli, uzun soluklu çabalarla mesafe almak mümkündür…