Milliyetçi bir kaymakam varmış Muş’un bir ilçesinde, Erzurum’un Karagöbek köyündenmiş. Adı mı? Hadi adı da “Kara Köse” oluversin, boş verin esas adını.
MC iktidarı döneminde İçişleri Bakanı olunca Korkut Özal, bu milliyetçi kaymakamı Malatya Emniyet Müdürü yaptı.
Yani sağın her yanına oynamakta Kara Köse, bir ayağı MHP’de, bir ayağı MSP’de ve duyduğuma göre de bir ayağı Adalet Partisi’nin nurcu kanadında.
Sonra MC gitti, Kara Köse de gitti. Kara Köse Erzurum’a geldi, o sıralar yerel seçimler var, sağın her yanına oynamasından yararlanarak onu belediye başkanı adayı göstermek istiyorlar. MSP ve MHP birlikte aday etsinler, AP’nin nurcuları da el altından destek olsunlar.
İşte o zaman ben bununla Cennet Çeşmesi üstündeki MHP İl binasında tanıştırılıyorum.
MSP, Kara Köse’yi kabul etmiyor, adayları varmış, Kara Köse de adaylığı kabul etmiyor, sağlama oynuyor, MHP orada tek başına seçim alamaz. Kara Köse’nin kardeşi Altun Köse’ye diyorlar ki “Baskı yap kardeşine de aday olsun, kazanamazsa da bugünün yarını da var…”
Haa bak az kalsın unutuyordum, bir de kardeşi var, müteahhit, MHP İl Yönetim Kurulu üyesi, parası için almışlar. Çok varlıklı. İşte bu Altun Köse, baskı yapmayı kabul etmiyor, onlar kazanamayacakları yarışa girmezlermiş. Kendisi de öyle imiş, kazanamayacağı ihaleye girmezmiş, girerse de kazanırmış. Altın tespihini çeke çeke böyle demişti.
Evet Altun’un elinde hep o altın tespih olurdu. Koltuğa gerili vaziyette oturur, ayak ayak üstüne atıp, bu tespihi çeker anlatırdı nasıl ihale aldığını. O günlerde Belediye Başkanlığı CHP’de. Bu da belediyeden yeni ihale almış. Anlatıyor nasıl aldığını: “Gavatlar dürüstlük taslirlar… Açtım kesenin ağzını, ihaleyle ilgili kim varsa hademeler de dahil hepsini mamaladım.”
O böyle anlatınca, Emekçi Hanifi Reis, pis pis bakardı bunun yüzüne ve altın tespihine. Birkaç kere “Şeytan diyir ki, iki tene tokat vur itoğlitin yüzüne, o altın tespihi de sok ağzına yedir…”
Yapamıyor, engel oluyoruz… Ama bir amansız çelişki işte o günlerde kafamı fena halde kurcalamaya başlıyor: “Bu parti kimin Köse Kardeşlerin mi bizim mi? Bu parti hangi kesim ya da sınıftan yana, Köseler gibi yüce değerleri din ve para olanlardan mı, bizim gibi emeği yüce ve helal bilip, gayrısını hizaya getirmek isteyen toplumculardan mı?”
Ve ve ve “Biz kime yakınız, Köse kardeşlere mi, kavga ettiğimiz sosyalistlere mi?”
Yanıtı bulsam da arada bir arkadaşlara desem de bir etkisi olmuyordu, kapılmış bir sele gidiyorduk.
Bu selin bir yerinde Ankara ve Akman boza salonu var. 1978 yılı yazında bir akşam üstüydü, Kara Köse’ye rastladım Ulus’ta. Dört beş kişiyle birlikte karşıdan geliyor. Yaklaşıp boynuma sarılıyor. Hal hatır soruyor. Ve Akman Boza salonunun olduğu yerde oturup bir şeyler içmeyi teklif ediyor. Yanındakiler Altun Köse’nin işçileriymişler, o da kardeşinin şantiyesinde çalışıyormuş.
O günkü içtenliğine ve ilgisine çok memnun olmuştum doğrusu.
Kara Köse, 1979 yılı sonunda “CHP+11 ayartma adam” hükümeti yıkılıp yerine MSP ve MHP’nin dışarıdan desteklediği Adalet Partisi hükümeti kurulunca, Adalet Partisi’nin nurcu milletvekili Osman Demirci’nin torpiliyle Erzurum Emniyet Müdürü oluyor ve gelip görevine başlıyor. Bense hâlâ Akman Boza Salonundayım, o günkü Kara Köse’deyim. Varıp makamına hayırlı olsun demeye hazırlanıyorum. MHP eski il başkanı Sarı Reis de çok sevinçli ve o da ziyaret niyetinde. “Gidince birlikte gidelim” diyorum, yok da demiyor “Olur hay hay” da… Sonra bir öğreniyorum ki gidip ziyaret etmiş, beni bulamamış giderken dediğine göre. Ve bir gün hükümet binasının yan tarafında Kara Köse karşıma çıkıyor. Ben gülümseyerek yaklaşıyorum, o tanımazlıktan geliyor sert sert yüzüme bakarak vurup geçiyor.
Vay zibidi zaptiye vay! Belli ki bir yerlerden bana yüz vermemesi için uyarı almış.
Çok kalıyor mu Kara Köse o görevde. Yok. Erzurum deyimiyle “merek yansa da sıçanlara da kalmıyor ortalık”, 12 Eylül Askeri Müdahalesi oluyor, bunu hemen görevden alıyorlar, askeriyeden torpil arama girişimleri de sonuç vermiyor.
Kara Köse, bu durumu mağduriyet olarak sunup ranta dönüştürmeyi başarıyor yeniden demokrasiye geçilince. Doğru Yol Partisi’nde yerini alıyor. Ve Erzurum’da kürsüye çıkarak halka “Ağamızdan size selam getirdim” diyor. Ağası Demirel...
Yıl 1989 yerel seçimler var. Sarıkamış’tayım. Bir grup Doğru Yol Partili büromu işgal etti günlerce. Beni belediye başkan adayı yapmak istiyorlar. İstiyorlar ama bir aday daha var ve ona söz de verilmiş. “Yok olmaz”larım fayda etmiyor. Birlikte Ankara’ya gitmemiz gerektiğini söylüyorlar. Bakıyorum, başka çare yok, bu işi öyle ya da böyle bitirmem gerek. Yukarıda adından söz ettiğim, beni atlatıp Kara Köse’ye tek giden Sarı Reis, Erzurum’da ANAP İl Başkanı o sıralar. Duymuş aday adayı olduğumu, telefon açıp kutluyor beni, ben de “Daha bir şey belli değil, bugün Ankara’ya gidiyoruz” diyorum. “Kara Köse’ye ben söylerim, merak etme” diyor. Ben de teşekkür ediyorum.
DYP Genel Merkezi… Genel İdare Kurulu Toplantısı var bir salonda. Biz de dışarıda koridorda bekleşiyoruz. Toplantı uzun sürünce ben ayrılıyorum oradan ama daha önce Kara Köse’yi eskiden tanıdığımı ve kendisine bir ortak arkadaşımızın telefon ettiğini söylüyorum.
Ben yokken, Kara Köse çıkıyor toplantıdan, arkadaşlarım çevresini sarıyorlar, benim adaylığımı söylüyorlar. “Evet ben onu tanıyorum, o aday olamaz, bu kesindir” deyip ayrılıyor yanlarından.
Vay puşt vay!
Ben aday olamıyorum, buna çok seviniyorum aslında, büroma artık gelen giden olmuyor, huzurla çalışıyorum. Ama Kara Köse hep belleğimde.
Kara Köse milletvekili oluyor, kardeşi Altun Köse ballı ihaleler almaya devam ediyor.
Kara Köse, Çillerci oluyor Demirel’den sonra ama Çiller, Kara Köse’yi karalayıp liste dışına atıyor.
Vee Kara Köse MHP’nin yolunu tutuyor… Bir dönem de oradan milletvekili seçiliyor ve parlamento deneyimi olan birkaç kişiden biri olduğu için de grup başkan vekili oluyor.
Ben de o sıralar da MHP’ye yakın olan Büyük Kurultay ve daha sonra da Yeniçağ gazetelerinde yazarlık yapıyorum, Toprak Mahsulleri Ofisi’nde de yönetim kurulu üyesi oluyorum. Ve günlerden bir gün Kara Köse’yi görüyorum TBMM koridorunda. Bakıyor dikkatlice bana, ben de ters ters bakıyorum ona, tıpkı Erzurum Hükümet binasının yanında onun bana baktığı gibi. Renkten renge giriyor yüzü ve hızla uzaklaşıyor oradan. Yanımdaki Erzurumlu bir Dost, sunturlu bir küfür savuruyor “Tek ayak üstünde beş yüz yalan söylediğini” söylüyor bana. Bunu başkalarından da duyuyorum.
Ve aman Tanrım, başka neler duyuyorum: Kara Köse “Atatürkçüymüş” hem de pek sıkı!
Vay uyanık vay!
İşi iştir yani Kara Köse’nin, bir de dağarcığı dolu olaydı. O boş! Mecliste konuştukça çapsızlığı sırıtmaya başlıyor. İşte bunun çarpıcı bir örneği: Televizyonda TBMM görüşmelerini izliyorum. Fazilet Partili Abdüllatif Şener, kürsüye çıkıp DSP-MHP-ANAP Hükümetine “Siyam üçüzleri” diyor, Siyam İkizleri’ne benzeterek, “Bunlar ancak ameliyatla ayrılabilirler, fakat yaşama şansları çok azdır” diye de devam ediyor. Bizim Kara Köse yerinden fırlıyor, söz istiyor sataşma gerekçesiyle. Meclis başkan vekili gerekçesini soruyor. O da söylüyor “Abdüllatif Şener, hükümeti oluşturan koalisyon partilerine Siyam öküzleri demiştir.”
Gülüşmeler başlıyor, Abdüllatif Şener yerinden fırlayıp “Yahu üçüz üçüz, üçüzü öküz anlamış” diye alay ediyor. Kara Köse susup yerine oturuyor.
Evet neden anlattım ben bu Kara Köse’yi, çok mu önemli adam? Hayır.
Dünyalarımız ayrı, sınıflarımız ayrı, değerlerimiz ayrı olan adamlarla birlikte milliyetçilik yapmaya kalkıştık biz, zaman içinde ayrıştık, çelişkiler belirginleşti ve herkes kendi yoluna gitti, aslına rücu etti. Şimdilerde benim Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nde olmamı, Daim Sola Daim Sola, Rafine Sosyalizm, Bilimsel Ateizm, Mustafa Suphi Olayı ve Edebiyata Yansımaları gibi kitaplar yazmama şaşıranlar oluyor. Oysaki şaşıracak bir şey yok, doğru olanı yapıyorum, doğru yerdeyim.
Yazımı burada bitirecektim ama Emekçi Hanefi Reis kardeşimi de anlatmam gerek. Altın Köse’nin altın tespihinden gıcık kapan bu Kardeşim, Erzurum Şeker Fabrikasına işçi oldu sonraki yıllarda. Orada işyeri temsilcisi ve Şeker-iş Sendikası başkanlığı yaptı. Emeklidir şimdilerde ve emekçinin halini çok iyi bilir, her olayı da emek açısından değerlendirip ölçer.
Peki başka… Sen ve Hanefi? Başka?... Pek yok, olanları da yazarız bir gün.