Kendini kendine bildirmek, kendini çevreye bildirmek, çevreye haddini bildirmek… Yıllar önce yazdığım bir tümce… Bugün bu üç aşamadan seslenmek istiyorum. Algısı, bilgisi, sezgisi olanlar hisselerini alırlar, gerisini Bayburt deyimiyle “modullasan” da boşuna.

SEVGİ SOSYALİZMİ, ÜÇ İZM VE BENİ BAYBURT’TA LİNÇ ETTİRECEK ÇAKMA PROF.

Benim gönlümde padişahlık yok ki, birisi taht kursun, ben de onun tebaası olayım. Benim gönlümde sevgisel eşitlik, sevgi sosyalizmi var. Sevgi sosyalizmi ile birlikte iki izme daha gönül vermişim 50 yıllık düşünce çilesinin sonucunda, onları da yazayım: Kemalizm ve Deizm.

Cemaziyelevvelini bildiğim bir sığ ve de lığ profesör, kuduruyor benim Kemalistliğime, Sosyalistliğime, Deistliğime, zerrece utanç duymadan ağız dolusu sövgüler yöneltiyor bana. Yanıtlarını verdim ama anlamıyor, Neyzen Tevfik’in o dizesini yazdım kendisine: “Anlamaktan bihabersin kulağına dürttüğüm.”

İyice kudurdu ve beni memleketim Bayburt’la korkutmaya başladı. İşte o salyaları: 

“Bayburt'a git ve bu saçmaladıklarını orada anlat. Bu millet seni linç eder...”

“Cenazeni Bayburt'a bile getiremeyecek bir halk düşmanısın...”

Beni tanıyanlar bilirler, bu kişi de bilir, inandığım her şeyi her yerde yazarım, söylerim, hiç çekinmem. Bu sığ ve de lığ Profesörün doğduğu ilin, yolsuzluk ve hırsızlıklarına göz yuman o yıllardaki valisi Vâsıf Paşa’ya:

“Hilede tilki, hıyanette sıçan, salyada kelp
Düz taban, şom kadem, Hırs-ı Horasani Vâsıf” 

diyebilen Bayburtlu Zihni’yle aynı topraklarda doğmuşum. Zihni kadar sivri ve uzun dilli bir adamımdır, bunu kanıtlamışımdır. Meraklısı ya da inanmayan; kitaplarıma, youtube ve televizyon söyleşilerime bakabilir. Bu hırs ve ihtiras küpü, kıskanç Prof. karşımda aciz kalınca, yeni bir sığıntı buldu kendine, aklı sıra beni linç ettirecek, hem de Bayburt’ta.

Ne zaman arzu buyurursunuz beyefendi, o gün Bayburt’ta olayım, linç ekibini de hazır edin, tam vaktinde isbat-ı vücud eyleyeyim orada. Kubilay gibi başımı da sen kesersin, bir bağ bıçağı bulundur yanında. 

Cenazemle de ilgilisin ya, o iş de o arada kendiliğinden halledilmiş olur.

KENDİNE YETERLİK BELGESİ

Bu sığ ve de lığ profesörün ve bunun gibilerin her şeyi bildiğini sanmak gibi de bir derin saplantıları vardır. Kendi kendilerine “yeterlik belgesi” verirler, bunu tartışanlara ise verip veriştirirler. Oysa ki, bu gibilerin yeterli mücadele deneyimleri, yeterli okumaları, yeterli irdeleme, usavurma yetenekleri ve geleceğe ilişkin öngörüleri yoktur. Bunların değer yargıları; yalan yanlış, yüzeysel olarak öğrendikleri dinsel kalıpyargıları ya da önyargılarıdır. Başka bir yargı türü tanımaz, düşünemez, üretemezler. Üretenleri de okumazlar.

Aykırılıktan korkarlar, aykırılıktan sonuçlar ve yeni düşünceler çıkaracak bilinç sığaları yoktur. 

Peki bütün bunlara karşın, bu güven bu kesinlik, nereden geliyor bu zavallılara?

Ülkem halkının bilisizliği ve bilinçsizliğinden geliyor. Bunların bu tutkulu ve hileli öne çıkarma çabalarının arkasının aranıp sorgulanamamasından; bunların eksiklerinin, kusurlarının, yanlışlarının dillendirilememesinden geliyor. Karşılarına çıkıp çapsızlıklarını, yanlışlarını yüzlerine vuran, eleştiren olmadı mı onlara da kesinlik ve güven duyguları egemen oluyor.

“Kendini öne çıkarma" itkisi insanların doğasında vardır. Vardır ya, bu çakma Prof ve bunun gibiler, bu itkiyi kutsanmış tutku durumuna getirip, bu uğurda her yol ve yöntemi mubah ve helal görürler, gözlerini hırs bürür. 

Yani klinik vak’adırlar, tedavileri şarttır.