Gördüğüm Bayburt, “Şen ol” dediğim Bayburt mu? Hiç de değil! İleri Sokak, İmaret, Şehit Osman, taş konaklar, Saray Bahçesi, Koruk… Tümü silinmiş; kişiliğini kaybetmiş, yürek yakıyor. Hiç biri de “şen” değil…
Gördüğüm Bayburt, “Şen ol” dediğim Bayburt mu? Hiç de değil! İleri Sokak, İmaret, Şehit Osman, taş konaklar, Saray Bahçesi, Koruk… Tümü silinmiş; kişiliğini kaybetmiş, yürek yakıyor. Hiç biri de “şen” değil…
***
Cumhuriyet İlkokulu’nun merdivenlerinden başlayarak Cumhuriyet Caddesine kadar uzanan o kısacık sokaktı “İleri Sokak”… Çocukluğumun geçtiği canlı, cıvıl cıvıl, geniş, aydınlık bir yaşam alanıydı… Ya şimdi?
Çocuk sabahlarımız İleri Sokak’ın aydınlığına açılırdı. Paket taşlı sokağımızın iki yanında dar ve yoldan azıcık yüksek kaldırımlar vardı. İki yanında sıralanan konutlar tek katlı; çoğu düz, toprak damlı; oldukça geniş bir bahçeyle yoldan ayrılırdı. Bu bahçeler kavak ve söğütlerle çevrilmişti. Sokağımıza bakan konutlarda yaşayanlar, ortak bir yaşam alanının bireylerini oluştururdu. Yaşamları kederde de kıvançta da ortaktı. Hele biz çocuklar için bu ortaklık daha bir yoğun ve önemliydi…
Neden “ileri” adının verildiğini çok merak ederdim. Herkese sorardım çocuk ilgisiyle. Ağabeylerim ilgilenmez; anam dudağını büker, bilmezliğin sıkıntısıyla omuzlarını boynuna doğru kaldırırdı. En doyurucu ve bir bakıma beni mutlu kılan yanıtı babam vermişti: “Herhalım bu sokaktan iyi işler yapan kişiler çıkar da ondan!” Gerçekten bu sokağa bakan evlerden yargıçlar, subaylar, öğretmenler yetiş-ti… Tüm sokağın sahiplendiği, övündüğü kişiler… “İleri” adına yakışır…
Cumhuriyet Caddesi’nden başlardı İleri Sokak… Girişinin sol yanı iki önemli kurumun sarı taş duvarları ile süslenmişti, sokak ortasına kadar: Transit Oteli ve Bayburt Ortaokulu… Transit Oteli’nin duvarları daha yüksekti. Burası daha sonra sırasıyla Kız Meslek Okulu(Kız Sanat), Endüstri Meslek Lisesi(Erkek Sanat), Halk Eğitim Merkezi oldu. Şimdi ne olarak kullanılıyor bilmiyorum. Umarım, ilimize yararlı çalışmaların yapıldığı, eski işlevselliğini sürdüren bir konumdadır.
Ardından Bayburt Ortaokulu gelirdi. Koskocaman ön ve arka bahçeleriyle, yontma taş binası ve bize göre ‘baş müdür’ Asaf Emi’siyle… Okulumuzla sınırı olan tüm konutlar da kesinlikle bahçeliydi. Bu nedenle okulumuzun görkemi daha da artardı. Okulların açık olduğu günler öğrencilerle; tatillerde de Asaf Emi’yle kovalamaca oynayan(!) biz İleri Sokak çılgınlarıyla cıvıl cıvıl yaşar, bir ‘deli yürek’ gibi atardı. Asaf Emi ön bahçedeyse biz arka bahçede; arka bahçede ise biz ön bahçede… Yüreğimizde kıpır kıpır ‘yakalanma korkusu’; Emimizi atlatmanın hazzıyla koşturur, kısa oyunlar oynardık. Şimdi doyumsuz bir özlem duygusuyla düşünüyorum da Asaf Emi’nin de bizimle oyun oynadığı sonucuna varıyorum. Ön bahçede oynadığımızı bile bile bizi arka bahçede arardı, ya da tersi… Bulunduğumuz bahçeye girerken de var gücüyle bağırır, sanki bizi uyarırdı: “Kaçın ula dığalar! Yürüyün arka ya da ön- bahçeye!”
Cânım okulum… Şimdi heyula binalaşmanın karmaşası içinde görkemini yitirmiş; boğulup gitmiş… Eklentileri yapılırken amele olarak çalıştığım o ufku açık, görkemli bina sanki cüceleşmiş. Hadi Asaf Emi’yi ancak gönüllerde yaşatabiliriz de okulumuzu kendi özellikleri ve geniş ufkuyla gözlerimizde yaşatamaz mıydık?
Ortaokuldan sonra bizim evler sıralanırdı. Ardından da tüm mahallenin kocaman oyun alanı başlardı. Orası yaz-kış biz çocuklarındı. Taşla belirlenen kaleler arasında, uyduruk topların ardından koşturup; “goldü”, “değildi” tartışmaları arasında zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık. Cam ya da demir bilyelerle ne oyunlar oynardık. Değneklerle cızı, kırdıkırdı, kuyulama, çelik çomak oynar; kırık kiremitleri üst üste yığarak uzaktan yıkmaya çalışırdık. Aşık kemikleri ile tüm oyunlarımızı bu geniş alanda oynardık. Sonunda bu alan da heyula binalaşmanın kurbanı olmuş. Merak ediyorum çocuklar nerede oyun oynuyorlar gönüllerince…
Sokağımızın sağ yanına ise boydan boya ta Cumhuriyet İlkokulu’na değin geniş bahçeli evler sıralanmıştı. Bu bahçelerde de zaman zaman oynar, ağaçlara tırmanırdık. Bahçe sahiplerinin uyarılarıyla karşılaştığımız da olurdu. Biz çocuklar haddimizi bilir, onların sınırsız sevgilerine sığınırdık.
Ve sokağımız, kendisini dik kesen Cumhuriyet İlkokulu’nun geniş, yüksek ve taş merdivenleriyle sonlanırdı. Okulumuzun ışıklı görkemi sokağın başladığı Cumhuriyet caddesinden bakıldığında da göz kamaştırırdı. Sanırım sokağımızı “ileri” kılanlardan birisi de Cumhuriyet İlkokulu’ydu… Öteki de ortaokulumuz. Elbette sokağımızın yaşayanlarının “ileri”liği de göz ardı edilemez.
Önce sokağımızın adını değiştirdiler: Lise… Neden, hangi gerekçeyle ve kime sorarak… Şimdi adı ne bilmiyorum, aslına bakarsanız öğrenmek de istemiyorum. Sokağımızın aydınlığını, sıcaklığını, ufkunu hoyrat binalaşmayla yok etmişler, bari adını yüreğimde yaşatayım dedim. Bir de sokağımızın Seher Nene’sinin, Hanım Eze’sinin, daha nicelerinin sıcaklığını anmak istedim.
Bir şey daha, benim bildiğim çağdaş kentleşmede cadde ve sokaklar daha geniş ve ferah tutulur… Niye Bayburt’ta bunun tersi olmuş? Sokak ve caddeler izbe galerilere dönüşmüş!
Yüreğimdeki sızıyı anlatamamanın sıkıntısını yaşıyorum…
Aralık 2011