Ah Buhara! Ah Semerkand! Ah Yesi! Ah Hiva! Ah Taşkent! Ey sevgililer diyarı! Sana ne kadar hasretiz bir bilsen. Senin o nefesini, o güzel gül kokunu unutmak mümkün mü?

Ah Buhara! Ah Semerkand! Ah Yesi! Ah Hiva! Ah Taşkent! Ey sevgililer diyarı! Sana ne kadar hasretiz bir bilsen. Senin o nefesini, o güzel gül kokunu unutmak mümkün mü?

İnsanlık yeniden çarpan gönülle seni arıyor, arayacakta. Bu dert bizde oldukça sana mecburuz meftun olmaya. Sadece seni arayan insanlık mı? Medeniyetler de sana muhtaç. Her ne varsa senin ışığında mevcut. Her şey seninle başladı, dolayısıyla sen bizim narına nuruna kurban olduğumuz cananımızsın, aşığız sana bu yüzden. Zira her dilde senin adın var bundan böyle.

Ey sevgi diyarı! Sen bizim tacımızsın,  her geçen gün an be an seni düşünürüz. Öyle ki seni yar bilmenin harcı âleminde can bildik candan öte. Bu kütük de size ait her şey var, senden gayrisine de yer yok zaten. Hatta aklanırsa ruhumuz ancak seninle hayat bulacak, bu sevdadan vazgeçmeyiz o yüzden, tanırız seni çünkü.

*

Senden bize kalan hatıralar olmasa, inan yaşamak işkence. Sanki uzakta kaldı nur damlaları. Üstelik her taraf bumbuz sensiz... İşimiz zor ve yollar çetin, ama sevdalara kapılmışız bir kere. Ömrümüzü meçhule adadık her dem. Bir gün olsun kendimize faydamız olmadı. Bu sebeple yaramıza merhem tek ilaç sende... Zira kalbimize ateş olup yaktın yüreğimizi. Uykusuz gecelerde kapında dururken bir sır gibi girdin sinemize. İyi ki de girdin iç dünyamıza, o halde al yüreğimizi yoğur bizi yeniden. Hatta kendine bent et ve kirlenmiş dünyamızı sil baştan temizle, müptelayız çünkü. Naçiz bedenimiz sana armağan olsun. Nitekim yolunu yol bilen, gerektiğinde emrine amade ferman padişahındır diyen bağrı yanık sevdalılar var, bu nedenle boynumuz kıldan ince ve kurbanız sana. Can feda olsun toprağına, yeter ki ferman buyur. Bir işaretle biz seni bekliyoruz;  Ey Semerkand! Ey Hiva! Ey Yesi! Ey Taşkent! Ey Sevgililer diyarı!

Senden uzak kalalı çaresizce ardından baka kaldık hasretle. Gözlerimizi bağlasalar, iki elimiz kanda olsa bile biz seni yine buluruz, eğilmeden bükülmeden yürürüz aynı yolda izbe iz. Bu dileğimiz aynı zamanda aşk mektubudur. Ne olur içimizde kopan fırtınaya bir bak, gayri sen bizi anlamazsan başka kim anlar ki. İnan sen olmazsan mana yerini bulmaz da. O halde kapını aç, nübüvvet güllerini koklamak için güneşini yak. Yak ki aydınlattığın kandilinle akkor kesilsin bedenimiz.

Muhammedi ışık önce Mekke de doğdu, o ışığın uzantısı olan Şah-ı Zinde (Peygamberimizin akrabası Kusam bin Abbas) Semerkand'da manevi koruyucu olarak metfun hala. Seni nasıl aramam ki ey Şahı Zinde! Ruhaniyetin canlanır ruhumuzda perde perde. Zira bizim her şeyimizsin, sevilmişlerin sevilmişi, seçilmişlerin seçilmişi, sılamızsın, sevdamızsın ve umut tacımızsın sen. Peygamber kokusunu oraya taşıdın çünkü. Sayende Peygamber dilinde gökteki yıldızlar diye övülen Sahabeler, sahabe halkasının izleyicisi Tabiinler,  İmam Maturidi, Pir-i Türkistan, Şahı Nakşibendî’nin ruhaniyeti çarpan gönüllerde oralarda atıyor pare pare.

*

Dahası var; enlem hesapları yapabilecek bir meziyete sahip bir bilge insan özelliğinin yanı sıra Tıp biliminde kendinden söz ettirecek kadar etkili olan İbni Sina, İranlı şair Rudeki, Gazne’de Şehnameyi yazan Firdevs’i, ilk astronom ünlü rasathaneci Uluğ Bey, Ömer Hayyam, Doğuyu da batıyı da mest edecek fikirleriyle ünlü Farabi, modern cebir’in öncüsü Harezmî, Harizm’in gurur kaynağı Zemahşeri, Bursa’dan Semerkanda uzanan Kadizade Rumi, Matematik ve astronomi alanında usta deha olan aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet’in davetine icabet edip Maveraünnnehir’in İstanbul’a açılan kolu diyebileceğimiz Ali Kuşçu,  Türkçe aşığı Ali Şir Nevai, Divani Lugati’t Türk eserinin Piri Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Hind’e İslami zenginlik katan Babürname eseri ile meşhur Babür, müzik dehası Abdülkadir Meraği ve daha niceleri bu toprakların bereket kandilleridir... Hepsinden en önemlisi senin sayende İslam medeniyetinin hamuru olan Horasan Erenlerini tanıdık.

*

Onların elinde yoğrulmuş buralar.

Horasan erenleri Buhara, Semerkand kilimini dokumakla kalmadılar, kıyamete kadar eksik olmayacak gönül sultanlarını da kilime nakşettiler. Şimdi o nakşettiğiniz büyük bir emanetin taşıyıcıları olarak Orta Asya’dan Anadolu’ya, oradan Balkanlara ve en nihayet dünyaya yelken açtınız. Dağlar, taşlar, bozkırlar, ırmaklar, okyanuslar,  hâsılı cümle âlem sizinle hayat buldu,  kuşkusuz nefesinin devam edeceğine de inancımız tam. Doğu insanı ile batı insanını buluşturacak manevi soluk oldunuz, köprü oldunuz, aynı zamanda canlar cananında her dem oldunuz.

Eb’ül Hasan Harkani, Ebu Ali Farmedi, Yusuf Hemadani, Abdülhalık Gucdüvani, Arifi Rivegari, Ali Ramiteni, Muhammed Babasemmasi, Seyyid Emir Kü’lal, Bahaeddin-i Buharı, Alaüddin-i Attar, Yakubi Çerhi, Ubeydullah-ı Ahrar, Muhammed Zahit, Derviş Muhammed gibi daha nice Hacegan Erenleri bu bereketli topraklarda saçtıkları ışıkla tüm insanlığa rehber olmaya devam ediyorlar edecekler de. Çünkü ışık doğudan doğar. Nitekim tarih buna şahitlik ediyor habire.

Bir feryat sardı cihanı aldı gidiyor. Baksanıza Batı bile ruhunun susuzluğunu giderecek kaynağın doğuda olduğunun farkında, ama o ışığın önünde engel olan sis perdelerini daha henüz kaldıramadılar. Şimdi onlara ait Buhara, Semerkand ve Taşkent kütüphanelerinin tozlu raflarında dizili ciltler dolusu eserlerini okuyacak bir yüreğe, ya da bu engin hazineleri sunacak bir ele ihtiyaç var. Bu meydan er meydanı, yeniden sen ortaya çıkınca meydanların sarsılacağı muhakkak, senin ne vahşetin ne de zulmün söz konusu, aşkın çilesi var sadece sende. Yeter ki seni candan çağıran yürekler an be an çarpsın gerisi kolay, aydınlık günler bir gün elbet bizim olacak.

Hâsılı hasretle bekliyoruz, zincirine bağlıyız, altın halkana pervaneyiz. Her daim kapına dayanmaya hazırız, ne olur bizi kabul et en derin sinene.

*

Bu bir gönül yolculuğudur. Seni anarken bile takatimizin tükendiğini hissederiz, dayanılmaz oldun, gönlümüzün feri soldu bile. Bu yüzden şair; “Toprak basar kucağına, güneş çeker sıcağına, atar derdin ocağına” demiş.

Vesselam...

Ekim 2011