Ata-dedem (bu yörelerde yaşayan herkes gibi), Rus, özellikle de Ermeni zulmü görmüştür.

Büyüklerimden, Ermeni’nin vahşet ve dehşetini dinlemişimdir soba başlarında, gaz lambası ışığında. Aşk ve cenk hikâyelerinden daha çok yer etmişlerdir çocuk belleğimde.

Üniversite sıralarına dek -çok merak etmeme karşın- hiç Ermeni görmemişimdir. Sonra sonra anlamışımdır ki, görmem gerekmez. Büyüklerinin anlattıkları, net bir ‘Ermeni robot resmi’ çizmeme yeter de artar bile. Hani derler ya ‘tıpkısının aynısı’.

‘Ermeni suratlı’ demek, meymenetsiz ve çirkin demekti bizim oralarda. ’Ermeni dığası’, kalleşlik ve içten pazarlıklı olmayı çağrıştırırdı. Büyüklerim boşuna şişinenlere derlerdi ki ‘Görün ki Haço’nun hançeri var’

Ve hep ‘nefretî makamında’ söylenirmiş kilisede okudukları ilahileri olan ‘Şaraganlar’.

Nefret doluymuşlar Ermeniler, acıma nedir bilmezlermiş.

Bayburt’un ortasından geçen Çoruh Nehri kıyısında bir çay bahçesine götürmüştü rahmetli babam beni. Girişte kocaman bir levhada ‘Şehit Nusret Bey Çay Bahçesi’ yazmaktaydı. Babama sormuştum Şehit Nusret Bey’in kim olduğunu, anlatmıştı bildiği kadarıyla.

Sevgili Üstadımız Necdet Sevinç Bey’in ‘Arşiv Belgeleriyle Tehcir/Ermeni İddiaları ve Gerçekler’ adlı kitabının 173’üncü sayfasına gelince, bu anılarım canlandı. Çoruh kıyısı, o çay bahçesi, ‘Şehit Nusret Bey’ levhası geldi gözlerimin önüne.

Nusret Bey, Nemrut Mustafa Paşa Divanında yargılanan iki kaymakamdan biri. Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey gibi o da, Ermenileri katlettiği iddiasıyla idama mahkûm edilip asılmış.

Nemrut Mustafa Paşa Divanı, gerçek bir mahkeme değil. Kuyruk acısıyla kıvrananlardan oluşturulmuş bir soysuz ve gammaz kurulu. Yargılamalar adet yerini bulsun kabilinden, tanıklar düzmece, iddialar soytarıca, karakuşî, komik ve kalleşçe. Amaç, Türk’ten intikam almak…

23 Nisan 1920’den sonra, Ankara’da Milli Kurtuluş Destanını yazan Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı yasa ile ‘Milli Şehit’ ilan edilen bu iki kaymakamımız; yurtseverlikleri kadar, dürüstlükleri ile de öne çıkıyorlar. Yakınlarına vasiyet olarak yazdıkları son sözler, Türk Milliyetçilerinin kulaklarına küpe, belleklerine silinmez iz, yüreklerine sönmez ateş olmalıdır.

İşte tehcir sırasında istese dünyanın parasını kazanabilecek olan Bayburt Kaymakamı Nusret Bey’in, kardeşi Cevdet Bey’e yazdığı mektuptan sözler:

“(…) Küçük çocuklarımı, karımı, yalnız ve fakir olarak bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri kalmayacaktır. Allah aşkına sokaklara bırakma”

Bayburtlu Hacı Mecit Efendi'nin Laiklik Tanımı

Halkın kafasındaki laiklik tanımına dair güzel bir Bayburt fıkrası anlatalım, bakalım doğru mu anlamış halkımız laikliği?

Cumhuriyetin ilk yıllarında, Bayburt'un ileri gelenlerinden Hacı Mecit Efendi ile röportaj yapıyormuş bir gazeteci:

-Atatürk’ü nasıl bilirsin Mecit Efendi?
-Çoook böyük bir adamdır.
-Peki niye büyüktür?
-Layıkluh getürdügü üçün.
-Mecit Efendi, laiklik denilince sen ne anlıyorsun?
-Vallaha begim, camiye layık olan camiye getsin, meyhaneye layık olan da meyhaneye. Benim bildügüm budur!