19. yy liberal kapitalizminin nasıl bir vahşet yarattığı üstüne çok şey yazılmıştır. Sadece akademik çalışmalardan söz etmiyorum; onlardan daha çoğu ve daha etkilisi edebiyat dünyasında ortaya çıkmıştır.
 Emile Zola’nın Germinal’i Richard Levrey’in Vadim O Kadar Yeşildi ki’si Charles Dickens’un İki Şehrin Hikayesi, John Steinbeck’in Gazap Üzümleri, Jack London’ın Doğu Yakası ve daha birçok eser “kapitalizmin liberal halinin” yarattığı bu vahşetin, roman kahramanlarının hayatına yansımalarını anlatan çarpıcı sahnelerle doludur. Liberal-kapitalizm, kapitalizmin sosyalleşmeden önceki halidir. 


Soma’da yaşanan facia, liberalizm meselesinin yeniden gündeme gelmesi ve tartışılmasına vesile oldu. Liberaller arasında, liberalizmin iyi bir sistem olduğunu, iyi uygulanması durumunda aksaklıkların olmayacağını, esasen liberalizmin kendi mekanizmalarının “kötü işletmeleri piyasadan kovacağı” için hem ekonomik hem de sosyal bakımdan kamu çıkarı da dahil, he tür işletmeden en çok fayda elde edilebileceğini savunan bir anlayış yaygındır. 


Kapitalizmin sosyalleşmesi 


19. yy’dan 1929 dünya ekonomik krizine kadar liberalizmin yaratığı vahşi kapitalizm uygulaması göstermiştir ki, bu politikalardan sadece işçiler değil, toplumun bütün sınıfları ve kurumları zarar görmektedir. Liberal uygulama içindeki piyasanın, ekonomide dâhil “düzenleyeceği gücü”nden çok tahrip edici, yıkıcı gücünden bahsetmek daha gerçekçidir. Nitekim 1929 krizi sonrası Batı, liberal kapitalim yerine tabiri caizse “sosyal kapitalizme” yönelerek bu vahşet dönemini kapatmak istemiştir. 

Vurgulamak istediğim husus şudur: Ekonomik liberalizm, toplumsal sorunları artıran, toplumu tahrip eden bir sistem olduğu kadar, ekonomide meydana getirdiği dengesizliklerin krize yol açmasını da önleyemez durumdadır. Bu sebeple, yüz yıl önce yerini “sosyal devlet ve sosyal kapitalizm” gibi uygulamalara bırakmıştır. 

Bu anlayışın 1980li yıllarda “neoliberalizm” olarak, adeta yeni bir hamle yaparak ortaya çıkması “dünya sisteminde yaşanan değişimin” Batı kapitalizmde yarattığı, yeniden yapılanma arayışının sonucudur. Batı toplumları, sınıfsal dengeleri oluşmuş, devlet-toplum ve sivil yapılar arasında demokrasi geleneğiyle uzlaşma mekanizmaları kurulmuş olan toplumlardır. Küreselleşme sürecinin yükselişi, teknolojik gelişme, bilgi devrimi patlaması “sanayi toplumlarının kurumsal yapısına” sahip olan Batı’yı değiştirecek olan dinamikleri yaratmıştır. Devletin ekonomideki fonksiyonlarını daraltan, özelleştirmeler yoluyla, ekonomiyi daha fazla rekabete, etkinliğe ve yenilikçiliğe yönelten politikalar beklentisiyle neoliberalizme yönelen Batı’da, Amerika’da Regan’ın Avrupa’da Thatcher’ın buna öncülük ettiği biliniyor.

Madendeki neoliberal 

Bu politikalar, “küresel değişim dalgasıyla” birleşince birçok şeyin değişmesine yol açmıştır. Daha şimdiden çok satanlar listesinde yer alan Thomas Piketty  “21. yy’da sermaye” kitabı çok konuşuluyor ve konuşulmaya devam edecek şeyler söylüyor. Piketty’ye göre Amerika’da ve Avrupa’da son 30 yılda yani “neoliberal dönemde” gelir dağılımı hızla bozulmuş bulunmaktadır. OECD ülkelerinde nüfusun %1’ini oluşturan kesimin milli gelirden aldığı payın %70 oranında arttığı görülmektedir. ABD’de nüfusun %1’nin milli gelirden aldığı pay ise yaklaşık iki katına, %20’ye çıkmıştır. 

Neoliberalizmin Türkiye gibi ülkelerde yol açtığı en büyük sorun ise, ABD ve Avrupa ülkelerinde sebep olduğu gelir dağılımı sorunu değildir. Batı’da sosyal haklar, onları koruyan kurumsal yapılar ve onların dayandığı “sosyal hukuk ve demokrasi” sayesinde güçlenen, toplumsal uzlaşma anlayışı söz konusudur. Bunların olmadığı, gelişmediği ülkelerde neoliberalizm tam bir vahşet, sömürü ve kuralsızlığa dönüşmektedir. İş kazaları, maden faciaları bunların en görünen halidir.