Tevrat ve Kur’an’ı Muciz’ül Beyan da ilk insan olarak Âdem’den (a.s) kelam edilirken, İran’ın ünlü Avesta’sın da ise Ebul Beşer’den bahsedilir. Belli ki; Ebul Beşer ve Âdem (a.s) aynı devrenin aynı zatı olsa gerektir. Avesta’nın sayfalarını çevirdikçe Ebul Beşer’den sonra oğlu Cemşid ve Cemşid’den sonrada yerine Feridun’un geçtiğini görürüz.
Tevrat ve Kur’an’ı Muciz’ül Beyan da ilk insan olarak Âdem’den (a.s) kelam edilirken, İran’ın ünlü Avesta’sın da ise Ebul Beşer’den bahsedilir. Belli ki; Ebul Beşer ve Âdem (a.s) aynı devrenin aynı zatı olsa gerektir. Avesta’nın sayfalarını çevirdikçe Ebul Beşer’den sonra oğlu Cemşid ve Cemşid’den sonrada yerine Feridun’un geçtiğini görürüz.
Şeh-nameye göre Feridun; ülkesini Saim, Irak ve Turak (Türk) adında üç oğlu arasında paylaştırmıştır. Feridun bu bakımdan Türkistan, bütün doğu ülkeleri, hatta Çin dâhil bütün Türklerin atasıdır, yani bir başka ifadeyle Tur veya Turece’sidir. Zaman içerisinde üç oğlu ve torunları arasındaki İran-Turan savaşlarında en çok adından sıkça söz ettiren isim şüphesiz Afrasyab’dır (Alper-Tunga). Nitekim Oğuzhan İran kaynaklarında Afrasyab adı geçer hep.
Yine Şeh-nameye göre Afrasyab; Türkistan, İran, Azerbaycan, Hindistan ve Rum ülkelerini fethetmiş, buralarda birçok şehirler kurmuş ve unutulmaz hatıralar bırakmıştır. Kaşgarlı Mahmud bu konuda Türkler'in Afrasyab’a Alper Tunga dediklerini ve onun dünya hükümdarı (Ajun begi) olduğunu bildirir. Aynı zamanda Alper Tunga İskit İmparatorluğu'nun kağanlarından biridir. Belli ki Afrasyab ismi sonraki hükümdarlarca nesep başlangıcı olarak kabul görür. Hatta Uygur Hanları, Karahanlılar ve Selçuklular da soylarını Afrasyab’a dayandırmışlardır. Zaten tarihimiz iyi incelediğinde Türk’ün ikinci adının bariz bir şekilde Oğuz olduğu görülecektir. Kaldı ki Oğuz veya Türkler denilince Türklük çağrıştırıp aynı manayı içerir.
Hz. Âdem’den (a.s) asırlar sonra malumunuz Nuh tufanı gerçekleşir. Bilindiği üzere tufandan sonra Nuh (a.s) dünyayı Ham, Sam ve Yafes ismiyle meşhur üç oğlu arasında paylaştırmıştır. Zira bu paylaşımla Türkler Yafes’in neslinden neşet bulur. İşte İslam müelliflerinin aktardıkları rivayetlere göre;
İslam tarihçileri Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasındaki kalan bölgeyi Aşağı Türkistan (Maveraünnehir) olarak isimlendirmişlerdir. Nuh (a.s) Ceyhun (Amu) nehri ötesindeki yerleri, yani Türkistan’ı Türk’ün atası bilinen Yafes’e verdiğinde; haklı olarak oğlu bu kurak ülkede ne yapacağını sorar. Babası da oğluna adeta sürpriz yaparcasına Allah’ın izniyle yağmur yağdırma kudretini bahşedip üzerinde ismi azam yazılı olan bir taş (tılsım) verir ve ihtiyaç halinde bu yazılı taş vasıtasıyla Allah’a dua edildiğinde rahmete kavuşulacağını öğütlemiştir. Yafes şüphesiz iyi bir mümindi. Evladı çoğalınca onlara reislikte yapar. Fakat bir zaman sonra Yafes nehirden geçerken boğulması sonucu, görevi küçük oğlu Türk devr alır. Mukaddes kitaplara göre; Yafes’in oğlu Türk de vatanını Işık-göl bölgesini vatan kılmıştır. Derken Türk’ün evladı çoğaldıkça nesli TÜRK diye anıldı hep. Hatta bu nesil bunla da kalmayıp tarihi süreç içerisinde Asya’yı mesken tutmuşlardır. Ama ne yazık ki altıncı ve dokuzuncu asırlar arasında başlarına geçen bazı hükümdarların semavi dini bozarak halkını puta taptırmaya başlamalarıyla birlikte yabancı dinlerin yayılmasına meydan verip Türk neslinin manevi birliği parçalanmasına yol açmıştır. Öyle ki; Romalılar'ın Asya’ya kadar yayılan ahlaksız diyebileceğimiz bir takım davranışları insanların duygularını altüst edip bu durum İslamiyet’le buluşmalarına engel oluyordu. Neyse ki İslam’ın adalet kılıcı devreye girince hem batılılar hem de Türk Hakanları İslamiyet’in duyulmasına mani olamadılar. İşte bu elim vaziyette Türklerin dağınıklığı veya birbirinden kopuk manzarası ancak onuncu asırda İslamiyet’le buluşmasıyla son bulur. Hatta İslam’ın o engin birlik ruhu Türk neslini yeniden toparlanmaya yetecektir. Dahası Türkler İslamiyet’in motive edici gücü sayesinde, ileride tekrardan büyük ve güçlü imparatorluklar kurmayı başarabileceklerdir.
Satuk Buğrahan
Malum olduğu üzere ilk Müslüman Türk hükümdarı Satuk Buğra Han’dır. Babası Karahanlı Devleti hükümdarı ailesinden olup asıl adı Bezir Arslan Han’dır. Dolayısıyla 829 yılında bir Karahanlı Türk Hükümdarının oğlu olarak doğup soyu Türk bin Yafes bin Nuh’a uzanır. Babasının ölümü üzerine amcası Oğulcak Kadir Han’la evlenen annesinin himayesinde büyüyecektir o.
Horasan ve Maveraünnehir civarlarında kurulan Samanoğulları Devleti’nin hükümdarı İsmail bin Ahmed’dir. Hükümdar İsmail bin Ahmed kardeşleriyle giriştiği taht kavgaları sonucunda Kaşgar’a geldiğinde Oğulcak’a sığınıp himayesine girer. Oğulcak Kadir, sadece himayesine almakla kalmayıp, Artuc nahiyesinin idaresini de Nasir bin Ahmed’e vererek adeta jest örneği sergiler. İşte bu dönemlerde Satuk Buğra Han Artuc’a sık sık yolu düştüğünde Nasır bin Ahmed’le tanışma fırsatını elde eder. Zira Satuk Buğra Han bu gidiş gelişlerinde Müslümanların namaz kıldığını görünce ister istemez dikkatini çeker. Belli ki namaz hoşuna gitmiş ve merakını yenmek için;
-Bu nedir diye sorar.
Nasir bin Ahmed sualine cevap vermenin yanı sıra İslamiyet’le ilgili mevzuları da ayrıntılı bir şekilde izah eder. O anlattıkça Satuk Buğra Han’ın gönlünde iman nuru parlamaya başlar da. En nihayet on iki yaşında Müslüman olmakla şereflenir.
İbn’ül Esire göre ise;
Satuk Buğra Han rüyasında gökten inen bir zat kendisine Türkçe lisanla: “Müslüman ol, dünyada ve ahrette selamete er” der ve rüyasında Müslüman olur. Uyanınca hiç kimseden çekinmeden Müslüman olduğunu açıklar da.
Satuk Buğra Han’ın bizatihi rüyasında Resulullah’ın (s.a.v) talimatıyla Müslüman olduğu yönünde görüşler de mevcut. Şöyle ki; Türkistan’da büyük bir iştiyakla okunan Satuk Buğra Han tezkiresi adlı menkıbeye göre;
“Allah Resulü Miraç’a çıktığı gece Peygamberler arasında tanımadığı bir kimseyi görmüş ve Cebrail’e onun hangi Peygamber olduğunu sormuş. Cibril Emin de onun Peygamber değil 333 yıl sonra yani Miladi 944 yılında Türkistan’ı dininize sokacak Satuk Buğra Han’ın ruhu olduğunu” bildirmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v) böylece Satuk Buğra Han’a dua etmiş, anlatılanı meraklı bakışlarla dinleyen ashabı kiram dayanamayıp onu görmeyi murad etmişlerdir. Bunun üzerine Allah Resulü isteklerini kabul edip; o anda başlarında Türk külahı ve silahlı kırk atlı selam vererek yaklaştıklarında, bunlar Buğra Han ve arkadaşlarının ruhları olduğunu beyan etmiştir. Hatta bunların arasında Türk Han’ına hidayet yolunu gösteren Samani Ebu Nasr’da vardır.
Bir başka Menakıba göre de;
Ebu Nasr Türkler arasında İslamiyet’i yaymak maksadıyla ticarete başlamış. Bir gün rüyasında Peygamberimizin kendisine:
-Artık yerinden doğrul, Türkistan yolunu tut! Orada Tekin Satuk Buğra Han Müslüman olmak için seni bekliyor demiş. O da bu rüyanın sevinciyle 330 kişilik kervanla yola çıkmış. Böylece on iki yaşında Buğra Han Ebu Nasr ile Fergana’nın başşehri Endican’da karşılaşıp Müslüman olmuştur. Hatta Müslüman olmasını bir süreliğine amcası Oğulcak’tan gizlemeyi de ihmal etmez. Bu arada yakın akrabasından elli kişi de Müslüman olup Satuk Buğra Han’a tabii olurlar. Ama amcası şüphelenmiş olsa gerek ki, peşine adamlar takar. Sıkı takip sonucunda Satuk Buğra Han’ın abdest alıp namaz kıldığını gördüklerinde, durum vaziyeti derhal amcasına bildirdiler. Amcası acele etmeyip bizatihi olayı yerinde görmek ister ve yeğenini sınamaya başlar. Derken bu amaçla hemen ona put haneyi tamir etme görevi verir. Fakat Satuk Buğra Han değil put hanede iş yapmak adına bile tahammülü yoktu, bu durumu Nasir bin Ahmed’e anlattığında cevaben:
-Merak etme, şimdi burası put hane olarak yapılır, sen orayı zamanla camiye çevirirsin der. Böylece Satuk Buğra Han tane tane dökülen inci sözler karşısında derin bir nefes alıp rahatlar ve denilenleri büyük gayretle yapmaya çalışır.
Abdülkerim Satuk Buğra Han 25 yaşına geldiği sıralarda İslami ilimleri öğrenmiştir artık, üstelik Müslüman olduğunu bundan böyle gizleme gereğini duymayıp açıkça ilan etmekten çekinmez de. Nihayet kendi kendine amcasıyla bu uğurda mücadeleye karar verir. Amcası durumdan haberdar olunca derhal harekete geçer. Tabii Kaşgar hükümdarı olan amcası Harun Buğra Han, yeğeninin tekrar eski dinine dönmesi için çaba sarf ettiyse de ecel yakasını bırakmayıp bu dünyadan muradına eremeden göç eyler. Böylece Satuk Buğrahan’a gün doğup yerine geçecek ilk hükümdar olur. Öyle ki etrafında 300 kadarda süvari bile kazanır. Hatta bunu takip eden günlerde taraftarları 1000 kişiye yükselir. İlk fethettikleri topraklarda ise Atbaşı olur. Hatta zaman içerisinde sahip olduğu 300 kişilik orduyla Kaşgar üzerine yürüyüp orayı da fetheder. Aynı zamanda Oğulcak Kadir Han’ı öldürüp saltanatına son verir. Ardından Kaşgar halkı da Müslümanlıkla şereflenir. Nasıl şeref kazanmasın ki; İslamiyet onun sayesinde hızla yayılır, dahası zaferlerine zafer katarak Türklere İslamiyet’in kapılarını açan ilk hükümdar unvanını kazanır. Nitekim Kaşgarlı Mahmud, Allah’ın; Benim Türk adını verdiğim ve şarkta yerleştirdiğim bir ordum vardır. Bir kavme gazaplandığım zaman onları o kavim üzerine saldırırım (hâkim kılarım) dediğine dair Kutsi hadisi nakletmesi bu yönden manidardır (Bkz. Divanı Lügat’üt Türk 1, S. 294).
Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın Müslüman olmasının olumlu yansımaları hemen etkisini gösterir de. Öyle ki; İslamiyet’i kabul eden ilk Türk boylarından Karahanlılar ve İdil Türkleri devlet olarak İslamiyet’in bayraktarlığına soyunup din uğrunda cihat etmeye başlarlar bile. Satuk Buğra Han’ın İslam’la şereflenmesiyle birlikte millet hakanına tabii olduğu gibi şeksiz şüphesiz itirazsız İslamiyet’i bir çırpıda kabul etmekten yüksünmemişlerdir. Belli ki İslamiyet onun vesilesiyle zafer kazanmıştır. Hakeza 96 yaşına kadar (ölünceye kadar) kılıcı ile kâfirleri Müslüman yapmış, batıda Amuderya boylarına, güneyde Kış-kezek’e ve kuzeyde Kara-koruma kadar kâfirleri İslam dinine çevirmiş, hasta olunca Kaşgara dönmüş ve orada ölüp Artuç’da Meşhed denilen yerde defnedilmiştir.
Selçuklu'nun doğuşu
İslamiyet sayesinde Karahanlı Türkleri Türkistan’da, Gazneli Türkleri Hindistan’da, Oğuz ve Selçuklu Türkleri Anadolu’da ve Osmanlıda üç kıtada cihangir devlet oldular. Anlaşılan şu ki; iki yüz bin çadır halkının Müslüman oluşu bu hadiseden sonradır. Bununla beraber Müslüman Karahanlılar'ın büyük tesiri olduğu muhakkak. Yani İslamiyet’in ilk Oğuz ve Karluklar arasında yayılması, başlangıç itibariyle değerlendirildiğinde İslam ve dünya tarihinde büyük neticelere yol açtığı anlaşılacaktır. Tarihi kaynaklar; M.960/H.349 yılında iki yüz bin çadırlık büyük bir göçebe kitlenin toptan İslam dinini kabul ettiğine dair mühim hadiseyi bildirmişlerdir. Karahanlılar’ın asli unsurlarından olan Karluklar'ın Satuk Buğra Han ile birlikte daha önce Müslüman olduklarını da nazarı itibara alındığında bu yüce şerefin Oğuzlara ait olduğu kuvvet kazanır.
Demek ki; Türkler Maveraünnehir bölgesini vatan yaptıktan sonra Allah Resulü ve arkadaşlarının ışık saçtığı İslamiyet güneşi üzerlerine yavaş yavaş doğmaya başlamış. Böylece Türkistan’da bahar havası esip Türkler Arap İmparatorluğu'na katılıyorlardı. Akabinde diğer Türkler de göç edince kendi dillerini konuşan soydaşlarıyla buluşmaları sonucu bunlarda İslamiyet dairesine girdiler. Artık bu noktadan sonra Türkleri dünya taşımaya kâfi gelmeyecektir.
Destanlarımızda özetle şöyle geçer;
Türklerin önlerinde bozkurt hareket edince:
-Göç ediniz, yani kalkınız diyordu adeta. Türklerde onun arkasında durduğu yerde otağ kuruyorlardı. Uzun müddet onlara rehberlik ettikten sonra ne hikmetse bozkurt bir daha görülmemek üzere sırra kadem basar.
Nihayetinde Türkler bu ülkelerin kendilerine kâfi gelmediğini anlayıp üç kısma ayrıldılar. Malum; Hindistan’a gidenler putperest, kuzeye gidenler Rumların Kumania (Kıpçak-ili, Cemub Rusya ülkesi) adını alıp Hıristiyanlarla birleştiler. Meskûn dünyanın ortasında batı tarafına giden Ya’i Selçuk Oğuzları ise Araplara karışıp İslam’la tanışma fırsatı bulurlar. Hatta Halife Araplardan olmak kaydıyla Müslüman toplulukların hükümdarı olmayı başaracaklardır. Niye başarmasınlar ki, baksanıza;
O yıllarda Araplar ve Berberiler yüksek bir medeniyetin rehaveti içerisinde gevşemişler, İslamiyet’i yeni kabul etmiş bulunan Karahanlılar ise sadece doğuda cihatla uğraşmaktalar, Gazne Devleti de sadece Hindistan seferi ve fetihle meşguldüler. Bu arada Büveyhîler de Abbasileri tahakkümüne almış zayıf bir Şii devleti idi. Diğer küçük devletlerde birbirleriyle çekişmekte, değim yerindeyse iç kargaşalar yüzünden hiçbir devlet tek başına İslam dünyasını koruyacak güçte değildi. İşte Türklerin İslam’la şereflenmesi neticesinde ve nihayet Selçukluların hâkimiyetiyle birlikte bu buhranlı devre sona ermiş olur.
Velhasıl; Satuk Buğra Han’ın açtığı diriliş sancağı Selçuklu'ya sıçramış, Selçuklu'dan da Osmanlı'ya geçip cihanşümul olmuşuz, vesselam...
Şubat 2013