Profesör Osman Turan… Tarihçi… En önemli yapıtı: “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi.” Nasıl bir kafada olduğu, bu kitaba verdiği addan da belli… Türkçü geçinen bu kişinin kitabının adını yeni kuşakların anlaması olanak dışıdır. Hadi ben yapayım çevirisini: “Türk Dünya Egemenliği Ülküsü Tarihi.”
Bu O. Turan, siyasete de pek meraklıydı bir zamanlar, Adalet Partisi’nden milletvekili seçildi, sonra Demirel bunun ne kadar bağnaz ve yobaz biri olduğunu anlayınca yüz vermez oldu, bu da soluğu Türkeş’in yanında aldı, Türkeş bu O. Turan’ı 1969 yılında MHP Trabzon adayı yaptı. Yaptı ya, Trabzonlu da yüz vermedi bu, komik bir oy aldı O. Turan, bir daha da siyasete giremedi.
Bu tarihçi profesörün bir kitabı daha var, adı: “Türkiye’de Siyasi Buhranların Kaynakları.” Bu kitapta “Köy Enstitüleri ve Kültür İhtilali” başlığıyla, Köy Enstitüleri’ne verip veriştiriyor. Yazdıklarının aslı astarı yok, kendi takıntıları, kuşkuları ve ideolojik saplantıları.
Okuyalım hele azıcık:
“Son yıllarda çıkan çeşitli buhranlar arasında Köy Enstitülerinin kapanmasını matem yapan bu kadar yazar, profesör ve siyaset adamları karşısında yine de bir merak uyanır ve meselenin tetkiki akla gelir. Gerçekten millet tepkisine ve feryatçıların hiçbir müspet vermemelerine, yapılan tenkit ve izahlara aldırış etmemelerine rağmen tekrar bir tetkik ve ilmi hükme ihtiyaç hasıl olur. Önce Köy Enstitülerinin kapanmayıp sadece isim ve program değişikliği yapıldığını ve köy öğretmeninin de toprak işçiliğinden kurtarıldığını, kendisi ve talebesinin zaman kazandığını hatırlatalım.
Enstitülerde Türk köyünü kalkındıracağı iddia edilen çocuklara kültürden ziyade çiftçilikten nalbantlığa ve müzikten sıhhat memurluğuna kadar çeşitli sanat, zanaat ve meslek bilgileri vermeye çalışan bir sistem ne görülmüştür ne de mantıki bakımdan muvaffak olması mümkündür.
Gerçekten o Enstitüde nasıl kültürden ziyade işlikte zaman geçirmiş ise köyde de aynı sistemi yürütmek zorunda idi.”
Burada keselim, yanıt verelim, sonra devam ederiz. Köy öğretmeni toprak işçiliğinden kurtarılmış. Köy öğretmeni toprak işçisi miydi Enstitü döneminde? Hayır. Ama o toprağı biliyordu, toprağın dilinden anlıyordu, fenni tarımda öncü rolü oynuyordu köylerimizde. Söylediklerini uygulayarak örnek oluyordu köylüye. Kültürden ziyade sanat ve zanaat öğretiliyormuş. Bu adam kültürden neyi anlıyor acaba? Birkaç kültür tanımı sunalım yanıttan önce:
“Kültür -en kısa tarifiyle- insanlığın, sayısı bilinmeyen asırlar içerisinde geçirdiği tecrübelerle vücuda gelmiş bir bilgi ve melekeler bütünüdür.” Hasan Âli Yücel
“Kültür, insan emeğinin ürettiği bütün maddi ve manevi değerlerin toplamıdır. Bir toplumun maddi ve manevi kültürüne, bir bütün olarak toplumsal sistem denir.” Doğu Perinçek
“Kültür, doğaya insan müdahalesiyle başlar, üretimle başlar. Uygarlık ise tarih öncesinde yoktu, tarihle başlar. Uygarlık, toplumların sınıflara bölündükten sonraki kültürleridir. Kabile toplumunun uygarlığı yoktu ama kültürü vardı.” Doğu Perinçek
Kültür üretimle başlıyor demek ki, çiftçilik nalbantlık da kültürmüş… Bu profesörün, bu sağ ve sığ kafanın aklına kültür deyince belli ki Osmanlı’nın “Kalem Efendiliği” geliyor.
Böyle bir sistem ne görülmüş ne de başarısı mümkünmüş… Niye? Çünkü bu toprağın, bu halkın gerçeklerine göre hazırlanmış, yüzde yüz yerli ve milli bir sistem, kökü teey Turancı Sosyalist Ethem Nejat’a dayanıyor. Amerika, Avrupa ve Arap’tan alınıp uygulanan bir sistem olsaydı, Osman Aga’nın takdirini kazanırdı.
Devam edelim, biraz daha okuyalım:
“(…) Bütün Enstitülere yayılmamakla beraber, bu müesseselerin şöhreti de solcu yuvası yapılmak gayretlerinden gelmiştir. Gerçekten istenilen kültür değil, bugün Çin’de olduğu gibi tam bir kültür ihtilali idi. Böyle bir ihtilal için ise sağlam bir kültür ve muhakeme tehlikelidir. Enstitülerin şehir ve şenlikten uzak beyabanlarda kurulması da köy çocuklarına istenilen şekli vermek içindi. Bolşeviklerin ‘amele kültürü’ yaratma gayretleri iflas ettiği halde bizde daha büyük bir cüretle bir kültür ihtilali teşebbüsüne girişilmiş ve Çin’e öncülük edilmiştir. Nitekim Köy Enstitülerinde ‘kızıl muhafız’ örneğinde unsurların yetiştirilmesi düşünülüyordu.”
Bir bilim insanı nasıl böyle “elini kana batırıp” iftira eder. Kızıl muhafızlar yetiştirilmesi düşünülüyormuş. Nereden biliyorsun, kanıtın ne? Yok. Enstitülerin şehir dışına yapılmasından bile hile seziyor Osman Efendi. Oysa inşaat, işlik ve tarım işleri için oralar uygundu. Anti-Komünistlik insanı böyle mantıktan, bilimsel ahlaktan bile yoksun bırakır.
Köy Enstitüleri, Anadolu köylerinin yoksul halk çocuklarına okuma olanağı tanımış, onlara meslek, zanaat ve sanat öğretmiş ve onlarla ışık saçmışlardır Anadolu köylerine. Benim ilkokul ve ortaokuldaki çoğu öğretmenlerim Köy Enstitüsü çıkışlı idiler, hepsi aydın, ülkesini seven, dürüst insanlardılar.
1945 yılında İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dünya dengesi içinde, yönünü ABD’ye çeviren Türkiye’ye çok partili yaşam geçmesi, belli dallar dışında sanayiden vazgeçmesi (özellikle Harp Sanayii), demiryolu yapımından vazgeçip karayollarına ağırlık vermesi ve Köy Enstitülerini kapatarak dinsel eğitim veren kurumlar açması istendi ve Stalin’in tehditlerinden çekinen İsmet Paşa bunların hepsini kabul etti.
Sonrasına iyi bakmak gerek…