6 Mayıs akşamında Türk Kültür ve sanat yaşamı için özellikle Bayburt’umuz için çok müjdeli bir haber aldık. Kenan Yavuz Etnografya Müzesi müzecilik alanında 2021 yılı Avrupa’nın En Prestijli ödüllerinden sayılan Silletto ödülüne layık görüldü. Böylece Baksı Müzesi’nden sonra Bayburtlu olarak ikinci kez büyük ödül kazanmanın mutluluğunu yaşadık.
Kenan Yavuz Etnografya Müzesi üç beş ay öncesinde bu ödül için finale kalmıştı. Şahsen daha öncesinden başlayarak Kenan Yavuz ağabeyle bu süreci defalarca konuşma, değerlendirme şansım olmuştu. Etnografya müzesinin Loru köyünde (Beşpınar) tescillenmesiyle bir Bayburtlu olarak benim gibi düşünenlerin rüyası gerçekleşmişti, acaba finalistler arasından sıyrılarak müzesinin ödüle layık görülmesiyle, daha büyük hedeflere doğru koşan müzenin kurucusu Kenan Yavuz’un ve çekirdek aile üyelerinden oluşan ekibinin yakın gelecekteki rüyası da gerçeğe dönüşecek miydi?
Kenan Yavuz’un bu süreçteki heyecanının, olur mu olmaz mı tereddütlerinin yakın şahitlerinden biriyim. Kenan Yavuz yaptığı işin anlamını ve önemini çok iyi biliyordu bilmesine ama ödül için yarıştığı müzeler de yabana atılacak fikirler üzerinde kurulmamıştı. Aday müzeler arasında belki de en mütevazı bütçeye sahip olması, ödülün kazanılmasıyla ilgili olarak Kenan Yavuz’un ümidine gölge düşürse de kendisi haklı olarak hep bu müzenin özgün bir yanının fark doğuracağına bel bağlamıştı. Şimdi anlıyoruz ki, ödül jüri heyeti bu özgünlüğe kredi açmış ve müzenin kuruluş fikrine, tüm insanlık için vadettiği manaya önem vererek kararını vermiş.
Uzmanlık alanım olmasa bile müzeciliğin ana tema’sı, en iyi örneklerinden, mesela benim de görme şansı yakaladığım Louvre Müzesi gibidir. Kenan Yavuz Etnografya Müzesi’ni elbette Louvre Müzesi’yle karşılaştırmak abes kaçar ama dünyanın bu gibi ihtişamlı müzelerinden Kenan Yavuz Etnoğrfaya Müzesi’nin bir fazlası var. Kenan Yavuz’un da çeşitli beyanatlarında dile getirdiği gibi, Loru’daki müze yaşayan ve yaşatan müze. Dünyadaki hatırı sayılır müzelerin mekan, tasarım, estetik, tefriş, mühendislik, rekreasyon vs vizyonu, konu uzmanlığının kenarında duran herkesin her türlü tahayyülünü aşar. Gelgelelim söz konusu bu görkemli müzecilik örnekleri bile bir açıdan da eski çağların cansız silueti gibidir, bu örnekler bana kalırsa nihayetinde insanda eski çağlarda yaşayan canlıların fosillerini temaşa etmek gibi bir his uyandırıyor. Kendinizin dışındaki bir şeye dış göz olarak bakmak gibi. Kenan Yavuz Etnografya Müzesi’nde ise kendi geçmişinizi yaşıyor, sürekli olarak kendinizi sayıklıyorsunuz; yıllar önceki fotoğraf albümünüze bakmak gibi. Birden bire unutmak üzere olduğunuz şeyi yeniden yaşamanın hazzına varıyorsunuz.
Hayatta olan babam ve annemle geçen yıl müzeyi ziyaret etmiştik, her ikisinin gözlerindeki tarifsiz mutluluğu gördüm. 70 yaşını bir hayli geçmiş annem, Kenan Yavuz’un baba evinin birebir modellendiği kırmanlı evinde eskiden eve gelen gelinlerin durduğu yerde durup, benim hayatımda ilk kez duyduğum gelin için söylenen manilerden bir kaçını söylemişti. Kenan Ağabey de bu sahneyi kayda almıştı, o anda hepimizin yüzünde nasılda çocuksu tebessümler uçuşuvermişti.
Burayı ziyaret eden özellikle elli yaşın üzerinde herkese aynı duyguların depreştiğine kaniim. Çünkü burada suni olan, “bu da acaba nedir?” diye hayret ettiğimiz hiçbir şey yok, yaşanmışlık sahicilik müzenin daha giriş kapısından itibaren iliklerinize kadar işliyor hatta benliğinizi orta yerinden sarıp sarmalıyor. Belirli aralıklarla düzenlenen ekmek pişirme, helva yapma şenlikleri vs faaliyetler sizi herhangi bir mekânda değil kendi evinizde hissettiriyor, bu şenliklerin en güzel yanlarından biri de modern dönemlerde özellikle korona günlerindeki atomize yaşantımızın bir kader olmayacağı ümidini bize bahşetmiş olması. Avrupa müzelerinin hiç birinde olmayan bu şeyin cazibesini işte burada aramak gerek.
Kenan Yavuz’un çıkış noktasının “bir direniş noktası” meydana getirmek olduğunu biliyoruz. 2020 yılında Türkiye’de özel müzeler içinde en fazla ziyaretçisi olması, bence insanların sadece nostaljik bir lezzet yaşamalarıyla açıklanamaz, bunun özellikle modernite karşısında her şeyin sallantıda olduğu şuuruna vardıktan sonraki bir köke bağlanma ihtiyacıyla ilintili olacağını düşünmekteyim. O kadar ikna edici bir direniş noktası oluştu ki aklıma Türkiye’nin işgal günlerindeki Kuva-yı Milliye çabaları geldi, ilk başlayan hangisiydi, tam olarak nasıl başlamıştı, detaylarını çok da bilmiyoruz ama bir tanesinin başarılı olması sonrası diğerleri sökün edip gelmişti.
Kenan Yavuz Etnografya Müzesi sadece geçmişi yaşatmakla kalmayacak, geleceği de şekillendirecektir, en azından Bayburt ölçeğinde Baksı’dan sonra Kenan Yavuz Etnografya Müzesi’nin tescillenen başarısının nelere, kimlere ve nasıl ilham kaynağı olacağını, hangi güzellikleri tetikleyeceğini yaşayan herkes görecek. Belki fazlasını da bir parantez açmak gerekir, uluslararası bir ödülle taçlanmış olması, bu başarı hikâyesinin insanlığın kültür içerikli evrensel sorunlarına da kendi çapında bir direniş noktası teşkil edeceğinin kabul edilmesi manasına gelir.
Ey azim, ey yüce niyet, ey adanmışlık sen nelere kadirsin. Sosyal medyada nüfusunun azlığı ile matrak geçilen bir ilinin, “gitmesek de görmesek de” şeklinde tariflenesi kadar uzak sayılan bir köyündeki gelişmeler, bilimin sanatın, teknolojinin yani bilcümle çağdaşlığının yüzyıllardır anavatanı için bile deniz feneri kıymetinde sayılıyor.
Sohbetlerinden, konuşmalarımızdan Kenan Yavuz’un yaptığı işin mahalli olarak ne anlama geldiği konusunda kendisini ta başından beri nasıl ikna ettiğini herkes kadar ben de biliyorum. Bu ödül sanırım onu en çok yaptığı işin evrensel değerini görmesi bakımından sevindirmiştir. “Marifet iltifata tabidir”. İltifat büyük yerden geldiğine göre bundan sonra Kenan Yavuz ve mütevazı ekibinden çok daha büyük hamleler bekleyebiliriz.
Sonucu tescillenmiş başarıya güzelleme yapmak kolaydır ama birde madalyonun öbür yüzü var. Kenan Yavuz’a bu yolculuğunda kim ne kadar destek oldu? Şimdi onu ve başarısını alkışlayan kişiler, kurumlar hakkında Kenan Yavuz ne düşünüyordur? Yanlış anlaşılmasın kendisinde bu konuda kişileri ve kurumları hedef alan tek bir serzeniş duymadım. Kendimi onun yerine koyuyorum da sanki ben böyle bir başarının faili olsaydım, bazı ihmaller, kenardan seyretmeler, ne bileyim türlü türlü baştan savuşturmalar aklıma geldikçe yüzümde acı bir tebessüm de oluşurdu herhalde.
“Kenan Yavuz dost meclislerinde acaba böyle imalar mı yapıyor” şeklinde konu farklı mecraya kaymasın diye tamamen şahsımla alakalı bu hissiyatımı bir kenara bırakıp akademisyen olarak, özellikle Kenan Yavuz’u ve müze sürecini yeterince tanıdığımı varsayarak, bu başarı öyküsünün kendim için, bilim dünyası, Bayburt için hatırlattıklarını birkaç maddede özetleyerek yazıma son vereceğim.
1- Başarı için imkân (para, bütçe) sanıldığı kadar önemli, hayati bir faktör değilmiş. Kenan Yavuz Etnografya Müzesi bunu bir kez daha hatırlattı hatta yüzümüze çarptı. Niyet, azim, adanma ve tabii ki bunlardan da önce doğru tasarlanmış vizyon her şeyin başı, anahtarıymış; bir kez daha gördük ve Kenan Yavuz’un meşhur tabiriyle “yaşadık”. Kenan Yavuz yola koyulmasaydı ve bu sonuç ortaya çıkmasaydı, hepimiz bir köyde etnografya müzesi kurulması fikrine karşı haklı gibi görünen bin türlü mazeretler ileri sürebilir, bu iddiamızı da gayet ikna edici bilimsel cümlelerle süsleyebilir, hatta böyle bir teşebbüsü içten içe delilik olarak da niteleyebilirdik. Lakin karadan gemileri yürütenlere ancak Fatih namı veriliyor. O gün karadan gemilerin yürütülmesi fikrine dudak bükenlerin isimlerini bu gün kimse hatırlamıyor bile.
2- Gerçek bir başarı elde etmenin ilk adımı yerelden başlar. Kendi gücünün imkânlarının, potansiyellerinin farkına varmak aydınlanmanın ve başarının ilk adımıdır. Kenan Yavuz, çatı katlarına atarak çürümeye terk ettiğimiz “Tec mühürleri”, “gaz lambaları” vs gibi yaklaşık yarım asır önce kullandığımız eşyaların aslında kültür hayatı bakımından nasıl bir hazine olduğunu gösterdi. Modern çağ arifliği böyle bir şey olsa gerek. Müzenin ödüllendirilmesi ile meşhur “Simyacı” romanının ana tema’sı arasında bir bağlantı kurdum. Paulo Coelho’nun romanı, insanın gördüğü rüyanın peşine takılmasının önemi pek güzel tasvir etmektedir. Romanı okumayanlar için ana fikri hatırlatalım: Her şeyini satıp gördüğü düşün etkisiyle Mısır’a doğru yola çıkan Santiago bir sürü maceradan sonra aradığı şeyin aslında yanı başında olduğunun farkına varır. Gördüğü rüyanın peşini bırakmayan Kenan Yavuz’dan da Bayburt’ta aranması gereken hakiki definenin ne olduğu öğrenmiş olduk: Tandırımız, kırmanlı evlerimiz, harman yerlerimiz, tec mühürlerimiz, halaylarımız, düğünlerimiz, derneklerimiz…
Öte yandan doğrudan ekonomiyi amaçlayarak kurulmamış olsa da özellikle ödül sonrasında bu müzenin tetikleyeceği hareketlenmenin Bayburt’a kazandıracağı maddi katma değer de tahminlerimizden fazla olacaktır. Tam bu nokta ille de “Bayburt’a fabrika yapılsın” diye tutturup başka ihtimallere hiç kafa yormayanlara Kenan Yavuz’un kültür hizmetinin aynı zamanda orta ölçekli birkaç fabrika istihdamı sağlayacağını hatırlamak isterim. Sözün özü, sağlam temelli yaklaşımlar gün gelir öylesine “karma” bir güzellik ortaya çıkarır ki, bunun için yola çıkanlar bile yaptıkları şeyin bereketi karşısında hayrete düşmekten kendilerini alamazlar.
3- Baksıdan sonra bu başarı Türkiye’nin yönetim anlayışında köklü bir zihniyet değişiminde geç kaldığımızı da bir kez daha açığa çıkarmıştır. Yaratıcı fikirler, ilham verici girişimler ne yazık ki kamu kesimi/düzeni/sistemi içinden çıkmıyor; istisnai örnekleri saymaksak çıkamaz da. Niyetim hiçbir kurumu zan altında bırakmak herhangi bir kurumu yıpratmak değildir. Ama gündemde olan bir başarı üzerinden bir kez daha düşünelim, Türkiye’de şu kadar resmi kamu kurum ve kuruluşu vs. var ama niçin böyle başarılar “resmi”den çıkmıyor, aslında uzmanlık alanım olması dolayısıyla bu sonuç benim fazla şaşırdığım bir şey değil, devlet; güvenlik, sağlık ve yargının dışında behemehâl kendisini emekliye ayırmalı. Sanat, kültür, din ve hatta bilim esas olarak devlet organizasyonu dışında olmalı; devlet bu konuların patronluğundan işvereni olmaktan çıkıp, hakemliği ile yetinmelidir.
Kendisine işveren, aş bulan rolü biçen, kültür üretmek misyonu edinen devlet maalesef, hantallaşarak bunları yapamadığı gibi kendisi için gereksiz alanlarda enerjisini, kaynaklarını tükettiği için asli görevlerini yapamayacak derecede yorgun düşmektedir. Artık titreyip kendimize gelelim; kamu yönetimi alanını küçültecek, sivil inisiyatifleri cesaretlendirilecek değerler dizisi değişikliği şarttır. Yeri gelmişken, yeni Anayasa değişikliği tartışmalarının omurgasını keşke bu fikir oluştursa. Ne var ki hükümet sistemi o mu olmalı, bu mu olmalı vs tartışmaları arasında asıl meseleye bir türlü gelemiyoruz.
Baksı Müzesi ve Kenan Yavuz Etnografya Müzesi’nin bütçe imkânları elde ettikleri başarıya nispetle çok ama çok kısıtlıdır. Diğer yandan evrensel başarısı onaylanmış bu işleri çekip çeviren insan kaynağı bir iki elin parmaklarını geçmez. Hadi bu başarının onda birini, on kat bütçe, on kat insan kaynağı ile kamu kesiminde yapın bakın yapabilecek misiniz?
Son zamanlarda projeden geçilmiyor, kişisel kurumsal projeler birbiriyle adeta yarış ediyor. Onlarca, yüzlerce projenin hazırlandığını, yapıldığını işitiyoruz ve görüyoruz. Bu noktada Allah aşkına siz de meraktan ölmüyor musunuz? İçinde yaşadığınız proje cenneti bu toplumda “bu projeler kime ne fayda sağladı ve sağlayacak”. Pek azı hariç “dostlar alış verişte görsün” mantığı ile kısa günün kazancı gibi görünen projecilik modası yüzünden Türkiye korkarım ki çok yakın gelecekte proje çöplüğüne dönüşecek. Diyeceğim o ki kimse kimseyi kandırmasın, ya Kenan Yavuz Etnografya Müzesi’ni ödülle buluşturan yaklaşım ile proje yapsın ya da hiç yapmasın.
4- Kenan Yavuz’un yaptığı iş dünya çapında tescillenerek rüştünü ispat ettiğine göre, Bayburt’un özelikle mimari ve kültürel geleceğinin şekillenmesinde karar vericilerin “akil insan” olarak kendisine çok daha fazla başvurmasını bekleme hakkımız doğmuştur. Umarız bundan sonra Kenan Yavuz da siyaset üstü duruşunu bozmadan yoluna devam edip, fikirlerinin itibarına gölge düşürmeyecektir.
5- Aslında Bayburt’un geleceği için Kenan Yavuz gibi adanmış nice koca yürek isimler var. Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, Prof. Dr. Rıfat Yıldız, Doç. Dr. Turgut Bayramoğlu, Akın Bayrak, Asuman Uz ilk çırpıda akla gelenler. Benim bilmediğim daha nice kıymetli kimseler de vardır muhakkak. Bayburt’un geleceği için çırpınan, kimisinin sadece Bayburt’a değil, Dünyaya söyleyecek sözü olduğunu ispat ettiği bu insanlar, Bayburt’un geleceğinin tasarlanmasında dışarıda kalırlarsa, herkes kaybeder, en çok da Bayburt’a yazık olur.
Tam bu noktada içimde “söylesem kâr etmez, söylemesem gönül razı değil” kabilinden bir dürtü oluştu. Bayburt yerel haber kaynaklarından aldığımız bilgiye göre -evden kaçan kızdan en son babanın haberi olması misali belki de en son bizim haberimiz olmuştur- Çoruh Nehri Projesinin 2. etabı, eğer haber kaynağı doğruysa kaldığı yerden başlamış. Benim de için de olduğum bir grup akademisyen, sürdürülen projenin yanlışlıklarını ve çözüm yollarını bilimsel olarak ortaya koymak için Prof. Dr. Rıfat Yıldız ve Sn. Akın Bayrak’ın öncülüğünde “Çoruh Nehri Platformu”nu kurmuş, sırf Bayburt sevgimizden yola çıkıp hatta bazı yanlış anlamaları da göze alarak bir çalışma yapmış, komisyon olarak hazırladığımız raporu kitaplaştırmış ve ilgili mercilere sunmuştuk.
Bayburt yerel gazetelerinin sorumlu yayıncılık tutumlarıyla meseleye tam sahip çıkmasına rağmen, söz konusu kesimlerden hiçbir geri dönüş alamadık. Keşke bahse konu etkili ve yetkili merciler tarafından ikna edici bir açıklama yapılsaydı ve kamuoyu ile paylaşılsaydı. Biz de farklı açılardan meseleyi yeniden tartıp değerlendirme imkânına kavuşsaydık. Bayburt’a iyi niyetle başlayıp yıkılma kararı verilen çok sayıda proje örneklerini hepimiz biliyoruz. Geniş bir istişare yapılsa yani çok gözle meseleler enine boyuna masaya yatırılsaydı istenmeyen bu sonuçlar ortaya çıkar mıydı? Korkarım ki “felaketle öğrenmek”ten “hikmetle öğrenmeye” geçmemiz çok da kolay olmayacak.
Yazıma son verirken bana ve benim gibi düşünenlere “hikmetle öğrenme” penceresi açan Kenan Yavuz Etnografya Müzesi’nin başarısında katkısı bulunan herkesi tebrik ediyorum. Benzeri başarıların farklı alanlarda yaşanması dileklerimle.