Manisa Milletvekili Erkan Akçay’a MHP Genel Merkezi görev vermiş 2013 yılı Haziran ayında, Bayburt’a gelmiş sorunları tespit etmiş, bir gazetede demeci var diyor ki “Bayburt ölmüş ağlayanı yok”. Hükümet Bayburt’u kalkınmada öncelikli yöreler grubunda 5’inci bölümden 6’ıncı bölüme aktarmalıymış. Böylece Bayburt daha çok teşvik alabilirmiş. A efendim, Bayburt’a özel sektör yatırım yapacak olsaydı, kırk kez yapardı. Teşvik, meşvik laf bunlar. “Devlet yeni KİT’ler kurmalı, Bayburt gibi illere kendisi sanayi yatırımı yapmalı” neden diyemiyorsun? Korkuyor musun liberal-kapitalist zihniyetten? “Devletçiliği yeniden hortlatıyorlar, vay gericiler vay” mı diyecekler? Desinler. Sen onlara tek geçerli çarenin senin çözümün olduğunu ısrarla savun ve kafalarına vura vura kabul ettir.

O ki söz buraya “Devletçilik”e geldi, Atatürk Devletçiliğinin ne olduğu ve ne olmadığına da bir bakalım:

ATATÜRK DEVLETÇİLİĞİ KENDİNE ÖZGÜ

“Bizim izlenmesini uygun gördüğümüz ‘mutedil (ılımlı) devletçilik’ prensibi, bütün üretim ve dağıtım araçlarını bireylerden alarak, milleti büsbütün başka esaslarla yönetmek amacını güden ve özel ve bireysel iktisadi girişim ve faaliyete yer bırakmayan sosyalizm prensibine dayanan kolektivizm, komünizm gibi bir sistem değildir.”

“Özetle, bizim takip ettiğimiz devletçilik, bireysel çalışma ve faaliyeti esas tutmakla birlikte, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi kalkınmaya eriştirmek için milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde özellikle iktisadi alanda devleti fiilen ilgilendirmektedir.”


Prof.Dr. Mustafa Aysan, Medeni Bilgiler Kitabı’ndan aktarılan Atatürk’ün yukarıdaki sözlerinin ve “ılımlı devletçilik” deyiminin yorum ve açılımını şöyle yapıyor:

a) Ferdi teşebbüsün korunmasını ve desteklenmesini, demokratik rejimin kaçınılmaz bir koşulu olarak görmektedir.
b) Ekonomik kalkınmanın temelinde ‘ferdi teşebbüs ve menfaatin’ bulunmasını doğal bir olgu olarak kabul etmektedir.
c) Devletin ekonomik faaliyetinin ferdi teşebbüsü engelleme noktasına gelmesini istememektedir.
d) Bu nedenle devletin ekonomik faaliyetine sınır çizilmesini, hükümetlerin temel görevi saymaktadır.
e) Bu sınırın zaman içinde değişeceğini kabul etmektedir.

Aysan, Ilımlı Devletçilik politikasının bir devlet kapitalizmine dönüşmemesi gerektiğini de ifade ediyor.  

İnkılabın ideolojisini oluşturmak iddiasında bulunan “kadrocular”ın önde gidenlerinden Şevket Süreyya Aydemir’in görüşleri de önemli ve ışık tutucu:

“Kadro, Türk inkılabının ideolojisini araştırmaya ve açıklamaya çalışırken, böyle bir devletçiliği, temel bir unsur olarak ortaya atmıştı. Devletçilik bir gaye değil, bir vasıta olacaktı. Gayesi, siyasette olduğu gibi iktisatça da kendine hâkim, ileri teknikli ve sınıf kavgalarına kanunların zoru ile değil de, sosyal yapı dolayısıyla sürüklenmeyen ahenkli bir cemiyet nizamına vücut vermekti. Sanayi kurmak, fakat sınıf mücadelesini önlemek, milli sermayeyi yaratmak, fakat bu sermaye üstünde bir oligarşinin şımarıklığına yol açmamak, devleti geliştirmek, fakat ferdi köle haline getirmemek, hülasa iptidailikten kurtulmak, fakat hem sınıf mücadelelerini besleyen liberal bir demokrasinin, hem de kanlı bir sınıf diktatörlüğünün ağına düşmemek… Hülasa bir sosyal devlet yapısında planlı, disiplinli bir karma ekonomi.”

Cumhuriyet’in önemli isimlerinden Türk devlet adamı ve hukukçu Mahmut Esat Bozkurt ise, devletçiliğin ne demek ve neden gerekli olduğunu şöyle ifade eder:

“İhtilali yapan büyük partinin iki bariz vasfı vardır. Milliyetçidir, ılımlı devletçidir. Milliyetçi demek, bütün hakları Türklere tanır, Türkleri her şeyin üstünde görür demektir. Ilımlı devletçilik, müdahalecilikle izah edilebilir. Yani zaman gelir, işler olur ki, ferdi teşebbüsler bunların başarılmasına kâfi gelmez, karışık iktisadi vaziyetler kendiliğinden düzelmez. Bunları düzeltmek, işleri haklamak için devletin müdahalesini istemek, devlet kuvvetini kullanmak bir zaruret olur.

(...) Biz yaşamak istiyoruz. Yaşayacağız. Yaşamak için, yaşamanın bütün yeni şartlarıyla silahlanacağız.

Bu şartlar nedir? Nelerdir?


İktisadi sahalardaki hayati meselelerde, liberalizmi bir tarafa koymaktır. Hem de göz kırpmadan...

Hakikatler göz çıkartacak kadar katıdır. Daha fazla düşünmelere, hele tereddütlere tahammülleri, takatleri yoktur.

(...) Ben komünist değilim. Sosyalist değilim. Mutlak devletçi değilim... Öz Türk milliyetçisiyim. Fakat memleketimizde birçok iktisadi sahalarda devlet müdahalesinin hayati bir zaruret olduğuna inanıyorum.


Bunu Türk Milliyetçiliğinin icaplarından sayıyorum.”


O dönemin tanıklarından Falih Rıfkı Atay’ın anlatımları da Atatürk’ün devletçilik anlayışına ışık tutuyor:

“Bizim devletçiliğimiz sol bir teoriden değil, Osmanlıca deyimiyle ‘zaruret-i eşya’dan doğmuştur. Gerçi partide ve Atatürk’ün çevresinde liberal de, yarı sosyalist de, komünist de vardı. Her biri Atatürk’ü kendi eğilimi içine almak istemiştir. Ama hürriyetçi Atatürk, devletçiliğin ister istemez yaratacağı Rus tipi bir diktatoryayı asla aklına getirmemişti. (..) O insan değercisiydi. Kamu yararcılığı ile özel sektör gelişmelerini uzlaştırıcı karma ekonomi, onun tuttuğu ekonomi sistemi olmuştur. Özel sektörü daima korumuştur.”

Atatürk devletçiliğini daha öz, kısa ve çarpıcı olarak , ifade etmek istersek, şunu diyebiliriz: “Devlet işletmeciliği geçici, devletçilik kalıcı…”

Yani devlet, özel sektörün kârlı ve avantajlı olarak görmediği için girmediği, giremediği alanlara girecek, devlet işletmeleri kuracak, fakat bu süreklilik arz etmeyecek, zamanı geldiğinde şartlar olgunlaştığında, özel sektöre devrederek o alandan çekilecek…

Gelin görün ki 15 yıldır ülkemizi yöneten AKP, ülkenin nesi var nesi yok satarken, devlet işletmeciliğinden de kaçınıyor, bunu küfür gibi görüyor. Teşvik ya da amiyane deyimle, “pışpışlama” yoluyla özel sektör öncülüğünde kalkınma öngörüyor, devlet sanayi ve ticarete girmiyor kesinlikle. 

Girmiyor ve şunları yapıyor:

Devlet Yapacak, Özel Sektörü Pışpışlayacak, Sonra da Peşkeş Çekecek… AKP Usulü Yatırım Teşviki…

Başbakan Binali Yıldırım, Doğu ve Güneydoğu’daki 23 ili kapsayan bir teşvik paketi açtı 2016 yılının ortalarında. Özel sektör ve kamu yatırımı gitmeyen bu iller için öngörülen çözümler şunlardı:

“Bu 23 ilimizde cazibe merkezleri oluşturuyoruz. 5 ana kümeye ayırdık. Gruplar halinde 5 merkez. Bu illerimize yatırım yapacak yatırımcılarımıza neler getiriyoruz? Yatırım yerini tamamen bedava veriyoruz. Yatırım yapmak istiyorum diyen herkese yer verdiğimiz gibi ihtiyacı olan fabrikayı da devlet yapıp teslim edecek. Bu fabrikaları da sembolik bir rakamla onlara kiraya vereceğiz. Devletin ihtiyaç duyduğu ürünleri buradaki fabrikalardan alacağız. Burada üretim yapan yatırımcıya devletin alım garantisini vereceğiz. Bu ürünleri bu bölgelerde üretenlere diyoruz ki sen bunları yap, alıcısı devlet olarak biziz. Satma derdin olmayacak.”

Yani özel sektör eliyle kalkınmadan ödün vermiyorlar akılları sıra. Altı kaval üstü şeşhane bir modelle kendilerini ve milleti kandırıyorlar yine.

Devlet yatırım yapsa oralarda, kendisi işletse Cumhuriyetin 70 yılında olduğu gibi, sonra oralar kalkındığında alanı özel sektöre bıraksa, olmaz, bunların liberalizm takıntılarına aykırı oluyor o zaman…

Ve Bayburtlu Maliye Bakanı, bu teşvik sistemini sahiplenip savunup “Devlet daha ne yapsın?” diyebiliyor.

Devlet çok şeyler yapabilir Sayın Bakan, yukarıda ifade ettiğimiz koşullar çerçevesinde devlet işletmeleri kurabilir, sonra da şartlar olgunlaştığında devreder bunları. Devlet-Özel sektör ortak yatırımlar yapabilirler.

Peki ben bunları hangi sıfat ve bilgi birikimimle söylüyorum, onu da ifade edeyim: Türkiye’nin en büyük KİT’lerinden biri olan Toprak Mahsulleri Ofisinde yönetim kurulu üyeliği yaptım. Türkiye’nin en büyük KİT’lerinden biri olan TEKEL’de (sizlerin satıp savıp kapattığınız Tekel, onu kapattınız ülkeyi uluslararası tütün tekellerine teslim ettiniz) Başmüdürlüğü yaptım ve yine en büyük devlet kuruluşlarından biri olan TSE’de de bölge müdürlüğü görevinde bulundum. Ziraat Bankası’nda ise memurluk yaptım, rahmetli babam Ziraat Bankası müdürü idi (yani o kuruluşu da bilirim).

Evet işin kamu tarafını yeterince biliyoruz.

Gelelim özel sektöre; AKP Hükümetinin izlediği politikalar sebebiyle artık mesleği bırakacak noktaya gelmiş olsak da biz, muhasebe mesleğinin doruklarına tırmanmışızdır, Yeminli Mali Müşavir ve Bağımsız Denetçiyiz, özel sektörle iç içeyiz, onların her hâlini biliriz. Karma Ekonomiden yana bir insan olarak onların da yanındayız, ama ülke gerçeklerine gözümüzü yumarak ve ideolojik gözlükler takarak değil. Gerektiğinde onları devletle birlikte yatırım yapmaya teşvik edip yönlendirerek…

Bir örnek verelim Atatürk dönemine ait:

Devlet-Özel Sektör işbirliği olmalıdır

Millet Devlet Elele: Ergani Örneği…

Şükrü Kaya (Atatürk’ün ünlü bakanı), kalkınmanın, devletin rehberliğinde millet ile devlet arasında sıkı bir işbirliğinin ortaya konmasıyla sağlanabileceği kanaatindeydi. Bunu tanımlarken Kaya, Atatürk’ün ‘güdümlü ekonomi’ ifadesine benzer biçimde, devletin rehberliğinden bahsetmekteydi. Ergani borçlanmasını, bunun bir örneği olarak göstermiştir. Halk, Ergani bakırının çıkarılması için demiryolu bağlantısını sağlamak üzere belli bir parayı bir araya getirmişti. Bakır hattı halkın tasarrufu ile yapılmıştı. Kaya, bunu milli iktisadı kurma davasının önemli bir örneği saymıştır. Ergani bakır hattı tahvillerini almanın her yurttaş için şerefli bir borç olduğunu düşünen Kaya, halkın tasarruflarını Ergani bakırının çıkarılması için değerlendirilmesiyle milli tasarrufun manasının anlaşıldığını belirtmektedir. Ona göre işlenmeyen, işletilmeyen paralar sahibi için ülkeye zarar vermiştir. Çünkü saklanan paralar çoğunlukla zayi olmuştur ve daima alışveriş hacmini daraltmıştır.
Günümüz ekonomistlerinden Bartu Soral, devlet-özel sektör işbirliğini günümüz koşullarına uyarlayarak ifade ediyor:

Soral, özellikle kilit önemi haiz sektörlerde kamu-özel sektör işbirliğinin olması gerektiğini söylüyor: 

“Özelleştirme/devletleştirme tartışmalarının yerine, Türkiye’nin stratejik öneme sahip sektörlerde özel sektör-kamu sektörü ortaklıklarına girmesi hayati önem taşıyor. Zira Türk özel sektörü ölçek ekonomisine uygun yatırımlar yapabilecek sermaye birikimine sahip değil. Ayrıca bu sektörlerde, kısa vadede değil, uzun vadede getiri sağlayan teknoloji yatırımları öne çıkar; özel sektör böyle yatırım tercih etmez, kısa vadeli -az riskli- çok getirili yatırımları tercih eder. Devletle özel sektörün ortak olarak dev yatırımlara imza atması ve planlı stratejiler doğrultusunda hareket etmesi, Türkiye’nin önündeki tek çıkar yol.” 


Ve Bayburt’un hâli

Bakanlığın 2001-2016 arası döneme ait aktif ve tamamlama vizesi alan teşvikli yatırımları içeren Teşvik Bülteni'ne göre 5. Bölgede en fazla yatırım alan il Kahramanmaraş, en az yatırım alan ilin Bayburt olduğu görüldü. Son 16 yıllık süreçte 5. Bölge illerinden Kahramanmaraş’ta 973 adet yatırım teşvik belgesi aldı. Kahramanmaraş’ı teşvik belgesi sayısına göre 393 ile Adıyaman, 379 ile Niğde, 363 ile Ordu, 328 ile Tokat, 324 ile Erzurum, 247 ile Yozgat ve 201 ile Çankırı takip etti. En az teşvik belgesinin alındığı iller sıralamasının ilk sırasında ise 42 ile Bayburt, 54 ile Tunceli, 94 ile Kilis ve 113 ile Gümüşhane ve 126 ile Sinop yer aldı.

İyi mi? Değil… Özel sektör kârlı bulmadığı, verimli görmediği yerlere ve alanlara yatırım yapmaz. İşletme İktisadı bilimi, fabrika yatırımlarının kuruluş yerine ve konuş yerine etki eden faktörleri saymıştır. Bunlar kısaca; hammaddeye yakınlık, pazara yakınlık, ulaşıma elverişlilik, iklim koşulları, kalifiye elemen temin imkânı vb… Bayburt birçok bakımlardan, özellikle pazara yakınlık, kalifiye eleman temini ve iklim açısından avantajlı değildir. Bu dezavantajları, pışpışla kapatamazsınız.

Keşke kapatsanız, keşke Bayburt kalkınsa, keşke biz yazdıklarımızdan utansak… Ama siz de ne olur inadınıza vermeyiniz, ideolojik yaklaşmayınız bu konulara, liberalizmi kutsamayınız…