Aşık Veysel’in ifadesiyle insanın sadık yâri olan kara toprak, karnı kazma ile bel ile yarılsa, yüzü tırnak ile yırtılsa, yine de gül ile karşılar insanı. Çünkü bereketin kaynağıdır toprak. “Toprağı işleyen, ekmeği dişler” sözünü boşa söylememiş atalarımız. Ancak toprağın tavına gelmesi, işlenebilmesi biraz da vaktinde yağması beklenen yağmura bağlıdır. Bu yüzden olsa gerek, kültürümüzde yağmur rahmet olarak tanımlanmıştır. Toprak ve yağmur, birbirini tamamlayan iki ana kaynaktır aslında. Yağmur yağmadan çift olmaz, yağışlı havada çift sürülmez demişler eskiler.
Zemherinin ortasına geldiğimiz şu günlerde, ülkemizin büyük bir bölümü özellikle Orta Anadolu ve Batı’da ne yazık ki yeterli miktarda yağış düşmedi. Bayburt’ta da durum bundan farklı değil. Daha şimdiden, bu sene kış yok, nerede o eski kışlar demeye başlandı bile. Gözler bir yandan meteoroloji uzmanlarının vereceği sevinçli haberleri bekliyor. Diğer yandan kuraklık endişesi hepimizi tedirgin ediyor. Bir an önce toprağın rahmetle buluşması en büyük temennimiz. Meslek tarihçilik olunca ister istemez aklımıza şu soru geliyor? Acaba geçmişte Bayburt’ta veyahut bölgede ya da ülke genelinde ciddi kuraklıklar yaşanmış mıdır? Mahsullerde kıtlık olmuş mudur? Böyle bir şey yaşanmış ise bunun sosyal ve ekonomik tesirleri nelerdir? Bu sualleri sorduğumuz Osmanlı Arşivi, yine bizleri eli boş göndermiyor. Eh, nede olsa “söz uçar yazı kalır” diye zamanında kaydetmişler bütün yaşananları...
Osmanlı Arşivi, tarihi geçmişi oldukça eskiye dayanan Bayburt’ta son iki yüz yılda birden çok kuraklık ve kıtlık hadisesinin yaşandığını söylüyor bizlere. Hatta Bayburt Postasının kendi arşivi, on yıl önce yine bu konuda bir yazı kaleme aldığımızı bildiriyor. Evet, gerçekten de bugünkü endişelerimizin bir benzerini 2010 yılında da yaşamıştık. Şimdi bunları bir kenara bırakarak, son iki yüz yılda Bayburt’ta kuraklıkla ilgili neler olmuş ona bir göz atalım.
Eldeki mevut vesikalara göre ya da arşive yansıdığı kadarıyla, Bayburt’ta son asırların ilk büyük kuraklığı, Sultan III. Selim döneminde 1797 yılında yaşanmıştır. Kar ve yağmur yeteri kadar yağmamış, şehirde ve köylerde önce kuraklık baş göstermiş, ardından tarım ürünlerinde kıtlık ortaya çıkmıştır. Zor durumda kalan Bayburt halkı, soruna devletin bir çözüm bulmasını istemiştir. Mesele, bürokratik silsile yoluyla başkent İstanbul’a iletilmiş ve hükümet çeşitli çözüm önerileri üzerinde tartışmalar yapmıştır. Evvela 29 Ağustos 1791’de gönderilen bir emirle, Bayburt kalesi içinde bulunan ambarların açılması istenmiştir. Mübaşir İbrahim Bey, şehir voyvodası Mehmed Ağa ve Paşazade Salih Bey ambarları açmışlar, bir deftere kaydetmek suretiyle zor durumda olan ihtiyaç sahiplerine arpa ve buğday dağıtmışlardır. (BOA. AE. SSLM.III 72-4332). Böylece, sorun büyümeden kısa sürede çözüme kavuşturulmuştur.
Aradan bir asır geçtikten sonra, bu defa ilkine göre daha ağır bir kuraklık ve maalesef kıtlık dönemi başlamıştır. Takvimler 1893 ve 1894’ü gösterdiğinde sadece Bayburt’ta değil, Erzurum, Erzincan, Gümüşhane ve daha nice şehirlerde iki yıl üst üste çok büyük bir kuraklık yaşanmıştır. Köylülerimizin ektiği ürünler, yağmursuzluk nedeniyle büyüyememiş, mahsuller azalmış ve belgelerin ifadesiyle fikdân-ı mahsul sebebiyle yani ürün yokluğu nedeniyle memleketlerinde zor durumda kalan insanların bir kısmı, geçimlerini sağlamak üzere kafile kafile yollara dizilip Sivas, Amasya, Trabzon ve Malatya taraflarına göç etmeye başlamışlardır. (BOA. Y.PRK. A.), nr.9/21). Bir Türküde ifade edilen;
Göç göç oldu göçler yola düzüldü
Uyku geldi ela gözler süzüldü
Dizeleri, sanki ilk defa bu hadise için söylenmiş gibidir. Demek ki, bölge insanı özelde Bayburt halkı, sadece 1916 Rus işgali nedeniyle değil, ondan daha önce 1893’te kafileler halinde yollara dizilmiş, bin bir meşakkatle varlık mücadelesi vermişlerdir. Gerek Trabzon’a gidenler gerek Sivas’a göçenler, çok büyük sıkıntılar çekmişlerdir.
Devrin Sivas Valisi, hükümete resmi yazılar göndererek muhacirlerin içler acısı durumunu anlatmış, kısa ve uzun vadeli çözüm önerileri aramışlardır. Bayburtlular ile birlikte Erzurumlular ve Erzincanlılar da göç etmişlerdir. Muhacirlere Sivas Valiliğinin organizasyonuyla, “erbab-ı hamiyet” olarak tanımlanan hayırseverler yardımlarda bulunmuş ve mümkün mertebe yaralarına merhem olunmaya çalışmışlardır. Ancak Valilik, muhacir sayısının çokluğundan dolayı, yeterli ölçüde yardım yapmakta zorlanmıştır. Sivas Valiliğinin İçişleri Bakanlığına bildirdiğine göre, muhacirlerin pek çoğu ne yazık ki sokak aralarında perişan vaziyette kalmışlardır. Bakanlık, bunlardan gücü kuvveti yerinde olanlara iş bulma hususunda yardımcı olunmasını istemiştir. Çocuklar, yaşlılar, hastalar ya da sakat olanların ise belediyeler ve hayırseverler aracılığıyla bu badireyi atlatması planlanmıştır. Dâhiliye Nazırı Halil Rıfat Paşa, sayıları bin ile iki bin arasında olan muhacirlerin, Sivas gibi nüfusu büyük bir vilayet tarafından rahatlıkla finanse edilebileceğini düşünmüştür. Gönderdiği yazıyla, mağduriyet yaşayan insanların geri dönüşlerine kadar, üçer beşer nüfus şeklinde köylere ve kasabalara dağıtılarak misafir edilmelerini istemiştir.
Böylece Bayburtlular, Rıfat Paşa’nın şahsında devletin babacan tavrını yüreğinde hissetmiş ve bu zor günleri Sivas Valisinin gayretleri ve hamiyetperver Sivaslıların yardımlarıyla köylerde misafir olarak geçirmişlerdir. Yazılabilseydi kim bilir ne hikâyeler anlatılırdı. Yollarda çekilen çileler, sokak aralarındaki mücadeleler ve elbette geri dönüşler…
Trabzon’a gidenlerin ahvali, Sivas’takilerden farklı değildi. Buradaki durumu Vali Kadri Paşa anlatmıştır. Gidenlerden bir kısmı iş bulup çalışarak geçimlerini temin ederken, hiçbir iş bulamayıp sıkıntıya duçar olanlar, tıpkı Sivas’ta olduğu gibi belediyeler ile hayır sahipleri tarafından iane edilmişlerdir. Göçmen sayısı, burada çok daha fazladır. Hükümet, bir kısmına ekmek parası yardımında bulunmuştur. Bir kısmı da Vali’nin bildirdiğine göre, köy kenarlarında ve orman aralarında siperlenip zor bir hayat sürmüşlerdir. Yaşadıkları mahaller pek sağlıklı olmadığı gibi, kışın şiddetine dayanacak elbise dahi bulamamışlar. Bütün bunlardan dolayı kolera, tifo ve dizanteri gibi bulaşıcı hastalıklara yakalananlar olmuştur. Aileler üçer beşerli gruplar halinde farklı köylere dağıldığından, yani toplu olarak bir arada bulunamadıklarından istenilen öcüde ciddi sağlık tedbirleri de alınamamıştır.
Diğer taraftan Bayburt kaymakamlığı da çözüm üretmeye çalışmıştır. 1893 kuraklığının neden olduğu sosyal yaraların sarılması için hükümet nezdinde girişimlerde bulunmuştur. Kaymakam Bey, Erzurum Valiliğine gönderdiği telgrafta, kuraklığın sebep olduğu zararın en aza indirilebilmesi ve ertesi yıl etkilerinin görülmemesi için çiftçilerin tarlalarını bir an evvel ekmelerinin sağlanması gerektiğini dile getirmiştir. Ancak zarara uğrayan köylülerin, ellerinde ekebilecekleri tohumluk bulunmadığından ve tohum mevsimi de sona ermek üzere olduğundan çok acil tedbirlerin alınması gerektiğini ifade etmiştir. Erzurum Valiliği, Kaymakam Bey’in talebini telgrafla İstanbul’a iletmiş ve Nisan ayı sonuna kadar çiftçilerin ihtiyaç duyacağı arpa ve buğdayın başka illerden satın alınarak buraya sevk edilmesinin zaruretini arz etmiştir. Uzun yazışma trafiğinin ardından, köylülerin tekrar tarlalarını ekebilmelerine imkân verilmiş ve böylece bu badire de daha derinleşmeden atlatılmıştır. (BOA. MV. nr.74/76).
Bayburt’un kuraklıkla imtihanı, 20. Yüzyılın başında da devam etmiştir. Bu defa 1908 yılında Elazığ, Erzurum, Narman, Tortum ve Erzincan ile birlikte Bayburt köylerinde yine kuraklık yaşanmıştır. Hükümet, köylülerin sıkıntılarının büyümemesi için radikal kararlar almaya çalışmıştır. Bu yılda ortaya çıkan kuraklık, öncekiler kadar sosyo-ekonomik tahribata yol açmamıştır. Ancak yine de bazı köylerde yemeklik ve tohumluk zahireye ihtiyaç hâsıl olmuştur. Yöneticiler, Ziraat Bankasını devreye sokarak, çeşitli yollarla sorunun giderilmesine çalışmışlardır (BOA. DH. MKT. 1219-77).
1908’den günümüze belli dönemlerde yine yetersiz yağış nedeniyle ufak tefek sorunlar ortaya çıkmıştır. Memleketimizin kuraklık tarihçesi, arşive yansıyan tarafıyla bu şekilde özetlenebilir. Dualarımız, bu elim hadiselerin yeniden yaşanmaması, bu kış ve baharın toprağın rahmetle bolca buluşması içindir.
Kuraklık Nedeniyle Sivas’a Göç Eden Bayburtluların Durumuyla İlgili Olarak
Dâhiliye Nazırı Rıfat Paşa’nın Sadrazamlık Makamına Gönderdiği Yazı
Ma‘rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki (aciz kulunuzun arzı şudur ki)
Bayburd ve Erzurun ve Erzincan ve civâr mahalller ahalisinden pek çok hâneler halkı kaht u gala (kıtlık ve pahalılık) sâ’ikasıyla (sebebiyle) Sivas ile mülhakât-ı vilâyete (Sivas’a bağlı yerler) vürûd etmiş (gelmiş) ve erbâb-ı hamiyyet (yardım sever) taraflarından mümkün mertebe i‘âne (yardım) edilmiş ise de bunların kesretine mebni (sayıca çokluğundan dolayı) i‘âne ile tehvîn-i ihtiyâçları (ihtiyaçlarını hafifletme) gayrikabil (mümkün değil) oluğ pek çoğu sokak aralarında perişân olarak sürünmekte olduklarından bunların şu hâl-i esef-i iştimâlden vikâyeleri (üzüntü verici durumun yayılmasından korumak) için haklarında olacak mu‘âmelenin istifsârını hâvî (işlemlerin açıklamasını içeren) Sivas vilâyet-i ‘aliyyesinden keşide edilen (çekilen) 17 Kânûn-ı Evvel 1309 [29 Aralık 1893] telgrâfnâme sûreti leffen (ek olarak) takdim kılınmış ve âhâli-i merkûmeden (adı geçen topluluktan) işe güce muktedir olanların iş bularak ta‘ayyüş etmeleri ( geçinmeleri) ve sıbyân ve ‘alîl ve nâ-tüvân (çocuk ve hasta/sakat ve güçsüz-zayıf) olanların ve ‘acezeden bulunanların dahi devâ’ir-i belediyeden (belediye dairelerinden) ve erbâb-ı hamiyetdânânîş (hayırseverler) i‘âne ile i‘âşeleri lâzım geleceği deyü âhâlinin mecmu‘u (halkın toplamı) bin iki bin nüfus olsa bile Sivas gibi bir milyona karîb âhâlisi olan bir vilâyette o miktar nüfusun ‘avdetlerine (geri dönüş) kadar birkaç ay müddet i‘âşelerinde hiçbir güçlük olamayıp bunların münasip kurâya (köylere) üçer beşer nüfus taksimiyle oralarca ve kasabalarca barındırılmaları mümkünâttan göründüğü ve bu da her vilâyetin himmet-i mahsûsasına mütevakkıf (özel gayret ve yardımına bağlı) idüğü cevaben vilâyet-i müşârûnileyhâya (Sivas Vilayetine) bildirilmiş olmağla ma‘lûmât olmak ve bu bâbda başka yapılacak bir mu‘amele ve tedbir var ise emr ve iş‘âr buyurulmak üzere beyân ve istîzân-ı keyfiyete müsâra‘at kılındı ol-bâbda emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir. Fî 24 Recep 1313 ve Fî 20 Kânûn-ı sâni 1309 [1 Şubat 1894].
Nâzır-ı Umûr-ı Dâhiliye (İç İşleri Bakanı)
Halil Rıfat Paşa [BOA. BEO. nr.356/ 26692].