Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
                                                                                                              Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi…

Sağlığın, sıhhatin önemini ne güzel özetlemiş Kanuni Sultan Süleyman, başka söze ne hacet!  Atalarımız boşuna dememişler, sağlık varlıktan yeğdir diye. Her şeyin başı sağlık, en olumsuz durumlarda bile insanoğlu teselli için birbirine “canın sağ olsun” diyerek sağlığa vurgu yapmaz mı? İçinde yaşadığımız salgın dönemi, doğrudan veya dolaylı hepimize öğretti sağlığın kıymetini. Peki, geçmişte toplum sağlığını muhafaza etmek için acaba ne gibi adımlar atılmıştır? Memleketimiz Bayburt’a devlet ne zamandan itibaren tabip göndermeye başlamıştır? Eski Türk filmlerinde gördüğümüz doktoru eve çağırma usulünün tarihsel gerçekliği var mıdır? Bu gün bu suallere cevap arayacağız. Evvela Osmanlı sağlık teşkilatlanması hakkında kısa bir malumat ardından hep beraber Bayburt’a gideceğiz.

Bilindiği üzere klasik Osmanlı çağında sağlık alanından en yetkili kişi başkent İstanbul’da ikamet eden “hekimbaşı” idi. Diğer hekimler ona bağlıydı. Sağlık kurumlarında tabip, cerrah, eczacı ve kehhal adı verilen göz doktorlarının tayinlerine de bakarlardı. 1850’de Sultan Abdülmecid döneminde günümüz Sağlık Bakanlığının ilk nüvesi sayılacak Tıbbiye Nezareti’nin kuruluşuyla sağlık alanında modern yapılanmaya geçildi. Hekimbaşıların görev alanı daraltıldı ve adeta saray başhekimliği pozisyonuna dönüştürüldü. (Nil Sarı, “Hekimbaşı”, TDV İ.A. cilt 17, s.161-164). Sağlık alanında sağlam bir örgütlenme 19. Yüzyılda yapıldı. Kurulacak teşkilatta ihtiyaç duyulan hekimlerin yetiştirilmesi için ilk defa 1866’da sivil Tıp Mektebi açıldı. Ebeler ve hekimlerden ibaret sağlık personelini nitelik ve nicelik yönünden artırma arayışı başladı. Bu bağlamda 1861 yılında Belediye Tabipliği tüzüğü çıkarıldı. İlk defa tabiplik belirli kurallara bağlandı. Modern okullardan diploması olmayanların hekim olamayacağı hükme bağlandı. 1871 yılından itibaren taşraya Memleket Tabibi adıyla hekimler gönderilmeye başlandı. Esasen bu sağlık alanında bir devrimdi. İlk defa modern mektepli doktorlar şehirlere tayin edilmeye başladı. Bunlara hem halk sağlığı alanında koruyucu hekimlik hem de tedavi edici görevler yüklendi.  Yayımlanan tüzüğe göre tabipler, belediye tarafından belirlenen yerlerde haftada iki gün hastaları parasız muayene edeceklerdi. Bir başka madde ise filmlerde gördüğümüz doktorların eve çağrılmasıyla ilgiliydi. Hasta, hekimin bulunduğu yere gelemeyecek durumda ise tüzük gereği ister fakir ister zengin olsun tabip onun evine gitmek zorundaydı. Doktoru evine çağıran kişinin durumu ekonomik açıdan çok kötü değilse, tarifeye uygun tabip ücreti ödemek zorundaydı. Yine aynı tarihte ilk defa belediye eczanesi teşkilatı tesis edildi.  1913 yılına kadar memleket tabibi olarak halka sağlık hizmeti sunan doktorlar, bu tarihte yapılan değişiklikle Hükümet Tabibi unvanı aldılar. İl merkezlerinde sağlık müdürlükleri ve sıhhiye meclisleri kuruldu. (Erdem Aydın, “19. Yüzyılda Osmanlı Sağlık Teşkilatlanması”, ss.185-206).

Evet, Osmanlının genel sağlık örgütlenmesi kabaca resmiyette bu şekilde idi. Şimdi gelelim Bayburt’taki duruma… Osmanlı Arşiv kaynaklarına bakıldığında Bayburt’ta tabiplik ile ilgili en eski vesika şimdilik 1847 tarihlidir. Bu tarihte Bayburt’ta hem karantina müdürü hem de tabibin görev yaptığı anlaşılıyor. Demek ki henüz memleket tabipliği teşkilatı kurulmadan yıllar önce Bayburt’ta karantina tabipleri görev yapmışlardır. Ancak sözü edilen karantina müdürü ve tabip bazı gerekçelerle görevden alınmışlardır. Bunun üzerine Erzurum karantina müdürü Hüsrev Ağa Bayburt müdürlüğüne atanmış, Bayburt tabipliğine ise adı belirtilmemekle beraber başka bir tabip görevlendirilmiştir. ( BOA. C.SH. 4/195).

Ülke genelinde 1871’den itibaren memleket tabipliği teşkilatının kurulması ön görülmekle birlikte, muhtemelen hekim yetersizliğinden dolayı bunun her tarafa şamil olması ne yazık ki mümkün olamadı. Bayburt, 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonrasında Sancak statüsüne kavuşunca buraya bir memleket tabibinin atanması zarureti ortaya çıktı.  Kelkit, Tortum ve İspir kazalarının da bağlı bulunduğu Bayburt Sancağında 1881 yılına kadar Tıbbiye Mektebi mezunu ve diplomalı bir memleket tabibi maalesef istihdam edilemedi. Bayburt Mutasarrıfı ve meclis üyeleri, durumu bağlı bulundukları Erzurum Vilayetine ileterek ivedilikle bir hekim ataması yapılmasını talep ettiler. Tayin olacak hekim, hem sancak merkezindeki yaralanma ve cinayet gibi adli olayların raporlarını düzenleyecek hem de halkı muayene ve tedavi edecekti. 3 Temmuz 1882’de başlayan mücadele çok kısa sürede netice aldı ve 3 Ağustos 1882’de bir hekim gönderilmesi kararlaştırıldı. Ancak bu defa tabibin maaşının belediye bütçesinden mi yoksa şehirdeki beytülmal sandığından mı ödeneceği hususu tartışmaya neden oldu. Uzun süren yazışmalar neticesinde doktorun maaşının belediyeden ödenmesi halinde, belediyenin şehirde yapması gereken temizlik vs. hizmetleri aksatabileceği düşünüldü. Bu nedenle tabibin maaşının mal sandığından ödenmesine karar verilerek sorun çözüldü ve sıra kimin atanacağına geldi. Nihayetinde Trabzon Vilayeti eski tabibi Doktor Ali Rıza Efendi 1.200 kuruş maaşla Bayburt doktorluğuna tayin edildi  (ŞD. 2461/21). Böylece şehir merkezi diplomalı bir doktora kavuştu.  Ancak kaza ve köyleriyle yaklaşık 53 bin nüfusu bulunan Bayburt Sancağına bir doktorun yeterli olmayacağı aşikârdı. Nitekim 1886 yılına gelindiğinde bölgede artan frengi illetinden ötürü doktor ihtiyacı zorunlu olarak gündeme getirildi. Erzurum Fırka-ı Askeriye hastanesinin yarısı frengi hastalarıyla doluydu. Bayburt ve diğer sancaklar ile kazalarda da durum farksızdı. Bu nedenle ahalinin çoğu malul olduğundan, hastalığın yayılmasını önlemek için Erzincan ve Bayburt sancaklarında birer hastane hazırlanması süreci başlatıldı. Fakat Bayburt’ta bir hastane maalesef inşa edilemedi. Ardından bu şehirlere eczacı ve yeni doktorlar gönderildi. Ayrıca İstanbul’dan görevlendirilen bir seyyar askerî tabibin bölgede incelemelerde bulunması kararlaştırıldı. Fakat bir tabibin bütün kaza ve köyleri gezip denetlemesi mümkün olamayacağından, en azından bunlara üç askeri seyyar tabibin ilave edilmesi istendi. Ne yazık ki olumlu cevap alınamadı (BOA. DH. MKT.1381/15).

1889 yılında Bayburt belediye tabipliği görevini icra eden Karabet Efendi 800 kuruş olan maaşının yetersizliği nedeniyle maaşına zam istedi. (BOA. DH. MKT. 1633/108). Ancak ilgili kurumlar 200 kuruş zam isteğini kabul etmedi. Aslında kaynak bulunamadığından talep geri çevrilmişti. Nihayetinde eski maaşıyla çalışmayı kabul etmemesi halinde istifasının kabul edileceği ve yerine başka bir atama yapılacağı bildirildi.( BOA. DH. MKT. 1699/105). Ondan sonra Bayburt memleket tabipliğine bu defa yine Tıbbiye Mektebi mezunu Mehmed Efendi atandı. 29 Mayıs 1892’de üçüncü rütbe ile ödüllendirildi (BOA. DH. MKT. 1954/56). Bir süre Bayburt’ta görev yapan Mehmed Efendi, şehrin sıhhi durumu hakkında İstanbul’u bilgilendirici telgraflar çekiyordu. 1893’te gönderilen böyle bir telgrafta halen Bayburt’ta bir hastane tesis edilemediğinden yakınıyordu (BOA. DH. MKT. 120 /33). Onun görev yaptığı yıllarda Bayburt ve çevresinde kolera salgını baş gösterdi. Tabip Efendi öncülüğünde alınan karantina tedbirleri neticesinde salgın kısa sürede atlatıldı. 1895’te Bayburt ve köylerinde devlet tarafından ücretsiz olarak 125 çocuğun çiçek aşısı yapıldı. Mehmed Efendi’nin görev süresinin ne zaman sona erdiği tespit edilemedi. Lakin onun yerine bir süre görev yapan İstalyos Efendi, Ağustos 1899’da Gümüşhane tabipliğine tayin edildi (BOA. DH. MKT. 2232 /53). Fakat aynı anda bir başka doktorun oraya ataması yapıldığından İstalyos Efendi’nin tayini gerçekleşmedi (BOA. DH. MKT.2284/95).

1901 yılında Bayburt tabipliğini Estel Nikola Efendi yürütüyordu (BOA. DH. MKT.2450/31). Onun döneminde Erzurum Valiliği, Erzurum merkez ve Pasinler kazalarıyla birlikte Bayburt’a birer aşı memur tayin edilmesini istedi (BOA. DH. MKT. 2542/ 2). Ancak bu talep de ne yazık ki karşılık bulamadı. Pasinler ve Erzurum’a birer memur tayin edildiyse de Bayburt’a henüz bir talipli çıkmadı. Ne zaman bir istekli çıkarsa o vakit tayin edileceği bildirildi. Öyle anlaşılıyor ki, bu talep birkaç sene karşılanamadı. Bayburt’a ancak 1904 yılında Ahmed Hilmi Efendi aşı memuru olarak atandı ([BOA. DH. MKT. 907/54). 1907’de Bayburt tabipliği görevine Mehmed İbrahim Efendi atandı ve Trabzon yoluyla Bayburt’a gelerek görevine başladı (BOA. ZB. 347/93). Ancak ilginç biçimde doktorun, yeterli tıp bilgisine vakıf olmadığı iddia edildi. Bayburt’un büyük bir kaza merkezi olması, buranın daha yeterli ve donanımlı bir doktora olan ihtiyacı nedeniyle Mehmed Efendi başka bir yere atandı. Onun yerine de İskenderun’dan Yahya Efendi görevlendirildi (BO. DH. MKT. 1209/25). Pek çok tayin belgesinden anlaşıldığına göre, atamalar tabiplerin istekleri doğrultusunda gerçekleşiyordu. Nitekim 1909 senesinde Tıbbiye Meclisi Reisi, Bayburt kazası tabipliğine taliplisi bulunur bulunmaz atama yapılacağını söylüyordu (BOA. DH. MUİ. 3/18). Aradan iki ay geçmeden talipli bulundu ve Doktor Şemseddin Ahmed Efendi Bayburt’a atandı (BOA. DH. MUİ. 26/17).

Bayburt tabipliğine az rağbet gösterilmesinin iki sebebi vardı. Birincisi maaşının diğer şehirlere nazaran düşük olması, diğeri ise İstanbul’a olan uzaklığıydı. Bunun için bazı tarihlerde Bayburt kaymakamları 1910’da yapıldığı gibi tabip maaşını artırma çabasına girdiler. Ancak mesafenin uzaklığına yapılabilecek bir şey yoktu. Zaten coğrafya kader değil miydi? (BOA. DH. MUİ. 92/25). Bu nedenle de Bayburt, sağlık alanında arzu edilen noktaya gelemedi.

1925’e gelindiğinde manzara yine eskisinden farklı değildi. Seferberliğin ve savaşın olumsuz etkisini üzerinden atamayan Bayburt’ta sağlık teşkilatı hala istenilen düzeyde değildi. İctihad Gazetesi muhabiri bu tarihte gezdiği Bayburt ve köylerinin sağlık durumunun pek sağlıksız olduğunu söyler. Muhabir, çözüm olarak sıhhi heyetlerin kurulmasını önerir. Bayburtlunun mustarip olduğu en büyük sağlık sorunu bu tarihte frengi hastalığıdır. Muhabirin gözlemlerine göre, Bayburt şehir merkezinde epeyce frengili hasta vardır. Köylerin de çoğu bu hastalıkla doludur. Hastalıkla mücadele hususunda arzu edilen çaba ne yazık ki gösterilmemektedir. Belediye dispanser açmış fakat buraya yüz lira gibi oldukça az bir para tahsis etmiş ve ondan da tasarruf etme çabasındadır. Şehre uzak köylerde durumun daha kötü olduğu anlaşılıyor. Yakın köylerden ise gelebilenlerin muayene olabildiği ve tedavi edildiği söyleniyor. Ancak köylere tedavi etmek amacıyla giden hiç kimsenin olmaması muhabirin gözünden kaçmıyor. Bazı köylerde ise buna ilaveten trahom adı verilen göz ağrısı hastalığı çok yaygındır. 

Evet, 1847’den 1925’e Bayburt’un sağlık sektörünün ahvali özetle bundan ibarettir. Hepinize sağlıklı ve mutlu günler dilerim sağlıcakla kalınız. Unutmayınız her şeyin başı sağlık…


Dâhiliye Nezaret-i Celîlesi Cânib-i ‘Âlisine
Ma’rûz-ı Çâkerleridir ki!
Bayburd Sancağı merkezi olan nefs-i Bayburd kasabasında mal sandığından tesviye olunmak üzere şehrî (aylık) bin iki yüz kuruş maaşla tasdikli ve icâzetnâmeli bir tabibin lüzum-ı vücudu hakkında ba’zı ifâdeyi hâvi livâ-ı mezbûr meclis-i idâresinden mevrûd (gelen) 21 Haziran 1298 (3 Temmuz 1882) târîhli ve yüz yetmiş beş numrolu mazbata leffen takdim kılınmış ve Bayburd Sancağında hakikaten tabîb olmadığından ve suret-i ma’rûza muvafık-ı hâl ve maslahat bulunduğundan îcâbının icrâsı ve emr u inbâsı menût-ı irade-i ‘aliyye-i cenâb-ı nezâretpenâhîleri bulunmuş olmağla ol-bâbda emr u fermân hazret-i menlehü’l-emrindir. Fî 18 Ramazan sene 1299 (3 Ağustos 1882). BOA. ŞD. 2461 /21.