Bilindiği üzere bu yıl insan ve toplum sağlığını tehdit eden bir bulaşıcı grip hastalığıyla karşı karşıyayız. Dünyanın birçok ülkesinde salgın haline gelen bu hastalık ülkemizi de tehdit etmektedir. Özellikle Avrupa ülkelerine gidip gelen bazı insanlarda bu hastalık virüsünün tespit edildiği basın ve yayın organları yoluyla duyulmaktadır.
Bilindiği üzere bu yıl insan ve toplum sağlığını tehdit eden bir bulaşıcı grip hastalığıyla karşı karşıyayız. Dünyanın birçok ülkesinde salgın haline gelen bu hastalık ülkemizi de tehdit etmektedir. Özellikle Avrupa ülkelerine gidip gelen bazı insanlarda bu hastalık virüsünün tespit edildiği basın ve yayın organları yoluyla duyulmaktadır.
Ülkemizin sağlık idaresinden sorumlu yöneticilerimiz işi gerektiği gibi ciddiye alarak son derece ciddi ve radikal tedbirler almaya başlamışlardır. Alınan ve alınması gereken bu tedbirler bizzat Bakan seviyesinde halka duyurulması ve takip edilmekte olması ülkemiz için çok önemli bir gelişmedir. Yine bizzat Sağlık Bakanımız tarafından kapıdaki tehlike hiç gizlenmeden ve en kötü senaryoları ile açıklanarak insanlarımızın bu tedbirleri ciddiye almasını sağlaması da çok önemli bir gelişmedir.
Bu arada bir zamanlar Çernobil Faciasının, özellikle Karadeniz bölgesinde yaptığı ve bugün binlerce kanser vakasıyla ortaya çıkan tahribatı önemsemeyen veya halktan gizli tutmayı yeğleyen zamanın yönetici ve bakanlarının ekranlarda çay içerek halkı gaflete düşüren icraatlarını da hatırlayacak olursak; günümüz yöneticilerinin bu şeffaflığının ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlamış oluruz.
Domuz gribi olarak isimlendirilen günümüzdeki salgın hastalığın Müslüman dünyası için çok önemli toplumsal bir ibadet olan hac mevsiminde daha da yayılacak olması ihtimali yöneticilerimizi endişelendirmekte olduğu bir gerçektir. Tüm İslam dünyasının yöneticileri bu hac mevsimi ve hac ibadeti dolayısıyla oluşacak tehlike karşısında hiç tereddüt etmeden gerekli kararları almalıdırlar. Hatta bu hususta akla gelebilecek en radikal kararlar bile alınmalıdır.
Burada önemli bir misal teşkil etmesi açısından böyle salgın bir hastalığın zuhur ettiği bir zamanda Osmanlı Devletinin aldığı ve uyguladığı çok önemli bir karardan bahsetmek istiyorum.
Ecdadımız Osmanlı Devleti, son dönemlerinde meydana gelen ve dünyayı kasıp kavuran kolera salgını karşısında; hac mevsiminde en radikal bir kararı tereddüt etmeden almış ve uygulamıştır.
1910 yılında özellikle Rusya taraflarında salgın halinde yayılan kolera illeti hac mevsiminde Rusya ve Kafkasya’dan hacca gidenlerin uğramadan geçmediği İstanbul’a sirayet etme ihtimali idarecileri endişelendirmekteydi. Zira Kafkas ve Rusya tarafından hacca gidecek Müslümanlar Mekke ve Medine’ye gitmeden önce hilafetin merkezi olan İstanbul’u ziyaret etmeyi adeta haccın bir rüknü gibi addetmekteydiler.
İşte kolera salgınının cari olduğu sırada ve hac mevsimi dolayısıyla İstanbul’a gelecek Rusya ve Kafkasya bölgesi hacılarının geliş gidişlerinde hem karantina ve hem de misafirlik hizmetlerinin yürütülmesi için İstanbul Şehremini yani Belediye Başkanı Maliye Nezaretinden misafirhane ve bir hastane yapımı için para talebinde bulunmuştur. Ayrıca yapılacak hastane ve misafirhanenin ihtiyaçlarını karşılayacak düzenli bir tahsisat talebini de bildirmiştir.
Dönemin Şehremini ve Vali Vekili’nin Dâhiliye Nezareti’nden bu konuda tedbir alınması hususunda gelen yazıya verdiği cevabı ve taleplerini bildirdiği yazısının bu günkü dille anlaşılır hali şudur:
“İstanbul Vilayeti
Tahrirat Kalemi
322
Dâhiliye Nezareti Celilesine
Muhaberat-ı Umumiye Dairesi Dördüncü Şubesi ifadesiyle gelmiş olan 2 Ağustos 1326 (15 ağustos 1910) tarihli ve üç yüz on altı numaralı Dâhiliye Nezareti tezkeresine cevaptır.
Hac mevsiminde Rusya taraflarından çok miktarda fakir durumdaki hacıların İstanbul’a gelerek buradan Hicaz tarafına gitmekte oldukları malum olunup, fakir hallerinden dolayı sokak ortalarını ve cami köşelerini mesken edinen söz konusu hacıların her sene tekrar eden geliş-gidişleri münasebetiyle genel sağlık ve çevre temizliği noktasında etraflı bir tedbir alınarak memleketin muhafazası ve fakir hacıların hizmetlerinin ve bir dereceye kadar hallerinin düzeltilmesi her zaman gerekli olan insanî ve medenî vazifeler cümlesinden olduğu halde Rusya’da hüküm sürmekte olan kolera hastalığının hali hazırdaki vahameti sebebiyle mezkur vazifenin yerine getirilmesinin gerekliliği ve ehemmiyeti bu sene olağan üstü bir hale gelmiş ve vaktiyle Şehremaneti Heyet-i Sıhhıyyesi (Belediye Sıhhiye Meclisi)’nce mezkur hacılar hakkında icrası lazım gelen sıhhî ve karantina tedbirleri incelenerek bunun için senelik altı yüz lira civarında masraf ayrılmasına ve şehrin münasip bir yerinde iki yüz kişilik bir hastane ile misafirhane tesisine ihtiyaç olduğu anlaşılıp bir defaya mahsus tesis masrafıyla senelik altı yüz lira daimî masrafın temini için Maliye Nezareti Celilesine durum bildirilmiş ve Vilayete icra edilen tebligat üzerine de teşebbüse geçilerek ilk tedbirlerin alınmasına başlanmış ve ilk tedbirlere başlamak üzere talep olunan tahsisatın verilmesinin Maliye Nezaretince uygun görülüp görülmeyeceğinin 9 Şubat 1325 (22 Şubat 1910) tarihli ve yüz altmış numaralı tezkere ile Maliye Nezaretinden sorulmuş idi. Zaten meselenin ehemmiyeti ve ayrılacak masarifin yüksek olmayacak bir durumda bulunduğu açık ise de bütçeye dahil olmayan bir masrafın istenmesi Maliye Nezaretince ve tehlikeli sonuçların oluşmasına karşı alınması lüzumlu, engelleyici tedbirlerin alınma işinde ve icrasında ihmal edilmesi hususu hükümet idarecileri için zor ve sorumluluk gerektireceğinden ve hastalığın bulaşmış olduğu mahallerden gelecek şahısların ve eşyanın temizlenmesi işi ve bulaşıcı hastalığın yayılmasının engellenmesi Sıhhiye Nezareti Celilesi’nin en öncelikli vazifelerinden olduğuna göre söz konusu maksadı temin etmekle beraber adeta bir karantinahane vazifesi icra edecek olan bu misafirhane ve hastane için Sıhhiye Meclisince bu masrafın ayrılması isteneceğine göre bu hususta uygun bir karar alınması ve hele bu seneye mahsus olmak üzere bazı istenen masrafların itiraz edilemeyecek kabilden bulunduğundan haberleşme zamanına tahammülü olmayan arz edilmiş olan bu meselenin Sıhhiye Nezaret-i Celilesine bildirilerek bir fiili neticenin çıkarılması ve misafirhane ve hastane yapılmak üzere devlete ait münasip bir binanın tahsisine delalet ve müsaade buyrulması bu kere de Maliye Nezaret-i Celilesine bildirildiğinin arz ve beyanına ibtidar kılındı. Bu hususta emir, emir verme yetkisi elinde olanındır.
12 Şaban 1328 ve 4 Ağustos 1326 (20 Ağustos 1910)
Şehr Emini ve İstanbul Vali Vekili
Sahib”
İstanbul Belediye Reisi ve Vali vekili olan Sahib Bey tarafından Dâhiliye Nezaretine gönderilen bu maruzat, Maliye Nezaretine ulaştırılmış ve yapılan bu talep Maliye Nezareti tarafından doğrudan kendilerini ilgilendirmediği gerekçesiyle olumsuz olarak cevaplandırılmıştır. Bu olumsuz cevapta Osmanlı maliyesinin sıkıntı içerisinde olmasının da büyük payı vardır.
İstanbul Belediyesinin bu tedbir talepleri karşılanamayınca da Sıhhiye Meclisi toplanıp radikal bir karar almıştır. Alınan bu kararla Rusya taraflarından İstanbul yoluyla Hacca gidecek hacı adaylarının bu vahim kolera salgını sebebiyle İstanbul’a girmeleri yasaklanmıştır.
Sıhhiye Meclisi’nin aldığı bu radikal kararın uygulanması için Sıhhiye Nezareti Müsteşarı tarafından Dâhiliye Nezaretine gönderilen yazının metni ve çevirisi de şu şekildedir:
“Nezaret-i Umur-ı Sıhhiye
Tahrirat Odası
Sayı: Umumi,1371 Hususi, 65
Dâhiliye Nezareti Celilesi’ne
Hülasa: Rusya’dan gelecek hacıların Dersaadet’e (İstanbul’a) uğratılmamalarına dair.
Nazır Beyefendi Hazretleri:
Bin üç yüz yirmi sekiz Hicrî senesi Hacc-i Şerifi esnasında hüccac-ı kiram ile hacı nakleden vapurlar hakkında tatbik edilmek üzere Meclis-i Sıhhiyece alınan kararların yetmiş beşinci maddesi gereğince Karadeniz’in şüpheli veya hastalığın (Koleranın) bulaşmış olduğu limanlarından gelen hacıların vapurları tıbbî muayene ile karantinaya tabi tutulmak üzere doğrudan doğruya Sinop Tahaffuzhanesine gidecekler. Ve bu tıbbî muayene neticesi müsait olduğu takdirde mezkûr vapurlar yollarına devam ederek Kavak Tahaffuzhanesine kadar gidip orada tekrar tıbbî muayeneye tabi tutulacaklar. Ve işbu ikinci muayenenin neticesi de müsait olduğu takdirde bile mezkûr vapurlar her halde boğazlardan hiç yolcu indirmeden geçecekler, (eğer) Hicaz’a devam edecekler ise doğrudan doğruya Kalazumin Tahaffuzhanesine ve (eğer) gitmek istedikleri yer Suriye limanlarından biri ise doğrudan doğruya Beyrut Tahaffuzhanesine devam edeceklerdir. Binaen aleyh bu sene hac farizasını ifa için Rusya’nın Karadeniz limanlarından hacı vapurlarıyla topluca gelecek hacıların Dersaadet (İstanbul) limanlarına uğratılmamaları lazım geleceğinden keyfiyetin icap edenlere şimdiden emredilip anlatılmasını rica ve hususi hürmetle arz eylerim, efendim hazretleri.
27 Şaban 1328ve 19 Ağustos 1326 (1 Eylül 1910)
Sıhhiye Nazırı namına
Baş Kâtip”
Görüldüğü gibi konu insan sağlığı olunca ve bulaşıcı bir hastalık ta zuhur edince zamanın idarecileri en radikal kararları almışlardır. Bu hususta Osmanlı Devleti yönetimi hiç düşünmeden hac mevsimi de olsa insanların telefine sebebiyet vermemek için ibadet maksadıyla yola çıkmış Müslümanları bile kendi topraklarına uğratmadan karantina tedbirleri altında transit geçirmek suretiyle üzerine düşeni yapmakta tereddüt etmemiştir.
Günümüzde cereyan eden bulaşıcı bir illet dolayısıyla devlet yöneticilerimiz bu illetten en iyi bir şekilde korunmak için özellikle de hac mevsiminde hacı adayları için en radikal kararları almak durumundadırlar. Bu hususta alınacak kararlara kimsenin müdahil olmaması ve karşı çıkmaması gereği aşikârdır. Konu insan hayatı ve toplumun sağlığının korunması olunca en radikal kararların alınmasında hiçbir tereddüt gösterilmemelidir.