Bayburt’un Şingâh Mahallesinden Vağındalıoğullarından Şükrü oğlu Şevki, Balkan Harbinden dönmüştür. Teşkilat-ı Mahsusa temasa geçer onunla. Kısanta’ya (Demirözü) yerleşmesini, Ermenilerin faaliyetlerini bildirmesini, gerekirse müdahale etmesini ister.
Bir süre yapar bunu, sonra Birinci Dünya Harbi patlar, Kafkas Cephesi’ne gider Serçavuş Şevki Efendi. Sarıkamış bozgunundan yaralı döner Kısanta’ya. 1915 yılının Mart ayıdır.
Karabet adlı Ermeni’nin kendisini çağırdığını söylerler, gider, aralarında şu konuşma geçer...
(Bu konuşmayı kitap halinde yayımladığım “Ölü Dirilir Hesap Görülür” adlı radyo oyunumdan aktarıyorum):
KARABET: Gel Şevki Efendi gel! Canım bugün rakı içmek istedi... Kurdum çilingir sofrasını... Kurdum ya, tek başıma hiç sinmedi içime... Şevki’yi çağırtayım, eski günlerdeki gibi birlikte kafayı çekelim dedim..
ŞEVKİ: Taşnakçı kafadaşların var ya Karabet, onlarla çekseydin kafayı...
KARABET: Böyle konuşursan Taşnakçı kafadaşlarım kırarlar senin kafanı.
ŞEVKİ: Görmeyeli senin dilin çok uzamış Karabet!
KARABET: Dilim... Evet dilim uzamıştır... Elim de, kolum da... Yakında illerim de uzayacak, büyük Ermenistan olacak buralar...
ŞEVKİ: Aç tavuk kendini darı ambarında düşlermiş...
KARABET: Yahu neyine güveniyorsun?... Yahu ölü dirilir mi Şevki?.. Bakma öyle yüzüme! De bakalım dirilir mi?... Demiyorsun, susuyorsun... Ben diyeyim: Dirilmez.
ŞEVKİ: Yahu ne demeye getiriyorsun be adam?! De diyeceğini...
KARABET: Dur canım sabırlı ol hele. Bak şimdi, ölü dirilirse eğer, Türk Milleti de bir daha dirilir... Siz öldünüz dostum, öldünüz, örtüleceğiniz kaldı.
ŞEVKİ: Seninle konuşacak bir şeyim kalmadı Karabet. Ben şimdi gidiyorum. Bu sözlerini sakın unutma. Unutma, çünkü bir gün sana hatırlatacağım.
KARABET: Hah hah ha!.. Sen o günü çok beklersin Şevki Efendi çook!.. Rus’un gelmesi yakındır... Hayal görmeyin, ayaklarınız yere bassın... Benimle iyi geçinirseniz, ben de yardımcı olurum o zaman sizlere... Tamam mı?!.. Hadi var git şimdi yoluna, daha fazla sıkma canımı!...
ŞEVKİ: Vay yılan! Vay namussuz! Demek Rus’u beklersin ha!.. Senin Rus’unla ben tanıştım, çarpıştım erkekçe, onu da hallederim senin gibi köpeklerini de... Geberteceğim ulan seni!...
KARABET: İmdaat! Yetişin, adam öldürüyorlar!...
Sesi kesilir birden hırlar, Şevki boğazını sıkmaktadır. Ayak sesleri, koşuşturmalar, “ayırın, yardım edin” sesleri...
Müzik vurur önce, sonra ağırca devam eder...
Dedem Erzincan’a gider bu olaydan sonra, yeniden birliğine katılır, Çanakkale Cephesine yollarlar. Oradan sağ döner, gelir 1916’da Loru Köyü yakınlarında ve Of’ta yeniden Ruslarla savaşa tutuşur. 1918 başlarında görev verirler, Demirözü’ne gelir, Karabet ve avanesini yakalayıp Tercan’a gönderir. Gönderirken “Ölü dirilir, adamın ..mına böyle koyar” demeyi ihmal etmez.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, yeniden oluşturulan 37.Kafkas Fırkası Karargâhında görevlidir Şevki Efendi. Tirebolu’dadırlar 1918 yılı başlarında, sonra hareket emri gelir Trabzon’u, Rize’yi, Artvin ve Batum’u alırlar. Mondros Mütarekesi ile birlikte terhis olur Şevki. Duhul tarihi 1911’dir, demek ki yaklaşık 7 yıl askerlik yapmıştır.
O radyo oyunumu şu sözlerle bitirmişimdir. Önce okuyalım onları:
“Balkan, Birinci Cihan... Şevki hep yenilen orduların askeri... Yenilgiler ve yaraları çok ağır ama, Şevki’nin umutları hep delikanlı. Ha umutsuz olmuşsun, ha da imansız. İmansız olmaksa yakışmaz Türk erine. Mutlaka Tanrımız bir başbuğ gönderecek. Gönderdi de...
Hani soruyordu ya Karabet: ‘Ölü dirilir mi?’ diye. Mustafa Kemal'in sur düdüğü ile dirilmekle kalmadı, şahlandı Türk Milleti. Anadolu mahşer yığınağına döndü.
Müstevliler ve yardakçıları savruldular, kovuldular ve kahroldular. Şevki köyündedir artık. Bir oğlu oldu, Cahit Yüzbaşısı'nın adını taşıyan Cahit. Ölünün dirildiğini gördü; kara yüzlü ve kara sözlü Karabet. Kütür Köprüsü’nde süngülenip gömüldü Karasu’ya. Kaçak tütün ve fındık getirir Temel Aga Trabzon'dan; koyu mavi Erzincan üzümü ve kuru soğanla gelir Hayri Erzincan’dan. Satarlar Şevki'nin köyünde, anarlar eski günleri. En iyi onlar bilir, savaş denen derin kuyunun karanlığını ve maviliklerde kanat çırpan barışların engin doyulmazlığını. Özgürlüğün tadı da onlardan sorulur, bağımsızlığın kıvancı da. Ve ben, öyküyü bugünlere taşıyıp aktaran kişi; artık son sözümü demek, kimliğimi açıklamak istiyorum: dedemin adı Şükrü oğlu Şevki, Cahit'tir babamınki..”.
Müstevliler ve yardakçıları savruldular, kovuldular ve kahroldular. Şevki köyündedir artık. Bir oğlu oldu, Cahit Yüzbaşısı'nın adını taşıyan Cahit. Ölünün dirildiğini gördü; kara yüzlü ve kara sözlü Karabet. Kütür Köprüsü’nde süngülenip gömüldü Karasu’ya. Kaçak tütün ve fındık getirir Temel Aga Trabzon'dan; koyu mavi Erzincan üzümü ve kuru soğanla gelir Hayri Erzincan’dan. Satarlar Şevki'nin köyünde, anarlar eski günleri. En iyi onlar bilir, savaş denen derin kuyunun karanlığını ve maviliklerde kanat çırpan barışların engin doyulmazlığını. Özgürlüğün tadı da onlardan sorulur, bağımsızlığın kıvancı da. Ve ben, öyküyü bugünlere taşıyıp aktaran kişi; artık son sözümü demek, kimliğimi açıklamak istiyorum: dedemin adı Şükrü oğlu Şevki, Cahit'tir babamınki..”.
Bayburt’un kurtuluş günü hepimize bir şeyler hatırlatır, bana da bunları… Dedemin kuşağı, ölüyü diriltip hesabı görmüşlerdi, birileri yine o hesapları karıştırmaya başladılar, şair “Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır” der, dedemin kuşağı hesaplarını gördüyse, ben de /biz de görürüz.
Bu böyle biline!