Baharın müjdecisi diye yâd edilen Nevruz’un bir kültür kodu olduğunu kaynaklar doğrulamaktadır. Peki, baharın muştusu Nevruz olur da, yazın müjdecisi olmaz mı? Elbette, onun da müjdecisi Hıdrellezdir.
Baharın müjdecisi diye yâd edilen Nevruz’un bir kültür kodu olduğunu kaynaklar doğrulamaktadır. Peki, baharın muştusu Nevruz olur da, yazın müjdecisi olmaz mı? Elbette, onun da müjdecisi Hıdrellezdir.
Hace Ali Ramitanı’nın (k.s.); “Her geceyi Kadir bil, her kulu Hızır bil” sözleri konumuzun ışık kaynağıdır. Şöyle ki; Hızır’ın kültürümüzde darda kalanların imdadına yetiştiğine inanılır. Ona inanılmakla kalmayıp aynı zamanda halk arasında devamlı ‘Hızır Baba’ olarak da anılır hep. İşte, bu sebeple en sıkıntılı anda bile yardıma koşan ve himaye eden Hızır (a.s.) ile denizde insanları koruyan İlyas’ın (a.s.) kucaklaştıkları güne ‘Hıdrellez’ denilir. Bu buluşma olayı yazın başlangıcı olarak addedilir. Nasıl ki, Nevruz baharın müjdeleyen bir faktörse Hıdrellez de yaz mevsimini muştulayan bir unsurdur. Dolayısıyla her iki muştu da, gerek yurt içi gerekse yurt dışındaki Türk Cumhuriyetlerinde bu şekilde geniş kabul görmüştür.
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’ın Nevruz’u ‘eski bir kültür kodu’ olarak tanımlaması yerinde bir tespittir. Gerçektende Nevruz ve Hıdrellez kültür bakımından Asyatik özelliğe sahip iki narçiçeğimizdir. Nevruz’un İslâmiyet öncesi Türk kültüründe doğması, Hıdrellez’in ise İslâmiyet’le buluşmuş Türklükte ağırlığını hissettirmesi önemli bir husustur. Her ikisinin de ortak paydası Türk kültürü kombinezonunun içerisinde yer almasıdır. Her şeyden önemlisi günümüze kadar varlıklarını sürdürebilmiş olmalarıdır. Zira Nevruz ve Hıdrellez, İslâmiyet’i kabul eden kavimlerde değişik veçheye bürünerek yeni misyon yüklenmiştir. Mesela; Nevruz, İslâmiyet öncesi “Yeni Gün” (YENİ KÜN) olarak telakki edilmesine rağmen, dinimizin etkisiyle bazı kültür dairelerin de Hz. Ali’nin doğum günü olarak yorumlanmıştır. Malum; İran’ın dışında Arap ülkelerinde Nevruz ve Hıdrellez kutlamalarına rastlanmaz. Bu durum, Asyatik kökenli Nevruz’un dini bir bağlantılı olmadığının göstergesidir. Sadece, İslâmiyet’le buluşan Türklüğün; Nevruz ve Hıdrellez’e yeni bir yorum katma veya yeni bir ruh vermesi söz konusudur. Bir başka ifadeyle; M.Ö. 1500–2000 yıllarında Türk coğrafyalarında yılbaşı olarak kutlanan Nevruz, İslâmiyet’le buluşmasıyla birlikte “Sultan” kimliğine kavuşmuştur. Dahası Sultan Nevruz; Hz. Ali’nin (k.v.) doğum gününü hatırlatırcasına Türkün ruhuna kana kan, cana can katmıştır. Zaten bundan 30-40 sene öncesinde Malatya’da Sultan-Nevruz geleneğinin uygulanması bu durumu teyit ediyor.
Özellikle, Hıdrellez şenlikleri Alevi-Bektaşi kültür sahasında tüm ağırlığıyla dikkat çekmiştir. Nitekim Alevi-Bektaşi kültür halkasında Hıdrellez’in kutlanması, Asyatik kaynaklı olduğunu pekiştirir. O halde Hıdrellez de tıpkı Nevruz gibi ‘Yeni Gün’ meşalesine benzer bir mevsim değişmesini haber veren bir yaz heyecanıdır.
Şu da bir gerçek; 21 Martta Nevruz’un (Yeni Gün) Türk dünyasında çeşitli etkinliklerle kutlanması, bu günün İran’a has olgu olmadığının işaretidir. Belli ki Nevruz kavramının Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lûgati’t Türk’te yer alması, İran’ın Şehname’sini de etkilemiş. Bu yüzden Nevruz kelimesinin Farsça olması zihnimizi karıştırmasın. Bu durum kültür alışverişlerin hızla yaşandığı dönemlerin bir sonucudur. Madem öyle Nevruz’u tek başına Şii bayramı veya İran Şahı Cemşid’in Azerbaycan’da taht kurduğu gün olarak bakmak ön yargılı bir davranış olur. Gerek Türklerin kullandığı on iki hayvanlı takviminde, gerekse Sultan Melikşah devrine ait Celali takviminde 21 Mart yılbaşı olarak karşımıza çıkar çünkü.
Nevruz hem bir kültür kodu hem yeni bir güne başlangıç, hem de arınmanın sembolü olarak görmekte fayda var. Kaldı ki Ergenekon efsanesi ile Şehname’deki İran’ın motifleri arasındaki paralellik kültür temaslarını akla getiriyor. Nasıl getirmesin ki; Ergenekon’un esaretten hürriyete çıkış yolu olması, Şehname’de zikredilen demirci Kawa’nın Nevruz ateşini yakmasıyla birlikte başlattığı özgürlük adımı iki kültürün kesiştiği noktaları hatırlatmakta. Yani; Ergenekon’da rehber; Gökböri (Bozkurt), Şehname’de ise demirci Kawa’dır. Zira dört yüzyıl Ergenekon’da yaşayan Türk’ler rehber eşliğinde demir dağları ateşleyip (eritip) öyle düzlüğe çıkmışlardır. Enteresandır, her iki destanda da ortak payda ateştir. Anlaşılan Ergenekon’da ki ‘Demirci’ ile Şehname’deki ‘Kawa’ hürriyete giden yolda semboller olarak karşımıza çıkmaktadır. Bundan da öte ateş ortak eksen de arınma görevi ifa edip yeni bir günü muştulamaktadır.
Günümüze geldiğimizde 70 yıl komünizmin pençesinde yaşayan Kazaklar, Kırgızlar, Azeriler, Özbekler, Tatarlar, Türkmenler vs. Nevruz’u doya doya anamamışlar, ancak gönüllerinde yaşamışlardır. Neyse ki Sovyetler Birliğinde komünizmin çökmesi sonucu bir alev topu misali gönüllerden dışa yansıyan Nevruz, adeta Asyatik kültür unsurlarımızı bir bir su yüzüne çıkarmıştır. Malum Kırgızlar için hayati öneme haiz olan Manas destanında Hızır’ın (a.s.) bitkilere bereket verdiği düşüncesi yer alır. Öyle ki onun mübarek ayaklarının bastığı her yerde baharla birlikte bereketin geleceğine inanılır. Yine İlyas (a.s.)’ın da bastığı yerde hayvanlar üzerinde bereket etkisi oluşturduğu inanışı yaygındır.
Peki, Ya Türkiye! Malum Türkiye’de de PKK’nın her seferinde kültür unsurlarımızı istismar ederek, farklı mecralara çekmesini otorite boşluğuna bağlıyoruz. Maalesef devlet olarak, kültür hazinelerimizin farkına çok sonraları varıyoruz. Bakın İranlıların ünlü tarihçisi; “Selçukluların bayrakları da sarı-yeşil ve kırmızı olmak üzere üç renkten ibaretti” diyor. Buradan şu noktaya gelmek istiyoruz: PKK’nın elindeki istismara yönelik propaganda malzemelerini devletimiz akıl dolusu kültürel politikalarla ellerinden alması gerekiyordu. Bu politikalar izlenmeyince ister istemez kültür zenginliklerimiz bir başkalarınca eninde sonunda bize karşı koz olarak dönebiliyor.
Türk dünyasında kutlanan sadece Nevruz mu? Elbette ki hayır. Hıdrellez de tıpkı Nevruz gibi büyük kabul görmüştür. Genellikle Hıdrellez, daha çok Anadolu ve Balkan Türk coğrafyasında yaygındır. Hıdrellez’in İslâmi yorumla, darda kalanların yardımına seferber olan Hızır (a.s.)’la özdeşleştirilmesi sonucunda Asyatik kültür unsurlarına yeni bir renk katmıştır. Nasıl katmasın ki, Hızır (a.s.), Alevi-Bektaşi kültür cem halkasında yer aldığı gibi, iyi incelendiğinde Hacegân silsilesinin birçok Pir’leri bu kültüre ilham kaynağı olduğu görülür. Hızır (a.s.) sadece sıkıntıya düşenlerin yardımına koşan remz olmanın yanı sıra, Tarikatı Aliye’lerin şeceresinde yer alan gönül sultanlarına bile rehberlik rolü üstlenmiş izine rastlıyoruz. Aşağı yukarı birçok tarikatların nispeti Yusuf Hamedani’ye dayanır. Hatta Mevlevi tarikatının bir nispeti ve Bektaşiliğin bir kısmı Yusuf Hamedani’den feyiz almıştır. Bu yüzden Nakşibendî tarikatının esaslarının, Asya’ya, Anadolu’ya ve Balkanlara yayılmasında kolbaşı üstlenmesi bakımından Yusuf Hamedani’yi (k.s.) önemli bir kutup olarak görüyoruz. Hiç kuşkusuz bu kutbun taşıyıcılığını üstlenip Türk Cumhuriyetlerine kazandıran ışık ise Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi den başkası değildir.
Elbette ki Pir-i Türkistan-ı Ahmed Yesevi (k.s), Türk dünyasında önemli bir isim. Öyle ki Mevleviliğin ve Bektaşiliğin bu pınardan beslenmesi, Hıdrellez kültürünün menşei yönünden ışık vermektedir. Çünkü Hacegan Silsilesinin piri Yusuf Hamedani Hz.leri, hem Ahmed Yesevi’yi hem de Abdülhalık-ıl Gücdevani’yi terbiye etmiştir. Her ne kadar Nevruz ve Hıdrellez tamamıyla eski Türk kültür yansımasının bir parçası diye nitelense de, Türklerin İslâmiyet’e girmesiyle birlikte yeni yorum alanı bulup zenginleşmiştir. Üstelik Nevruz ‘Yeni Gün’ hüviyetiyle birlikte İslâmiyet pınarında Hz. Ali’nin doğum günü olarak karşılık buluyor. Keza, Bektaşi-Alevi kültür sahasının kaynağını teşkil eden Pir-i Türkistan-ı Ahmed Yesevi’nin feyiz aldığı kol’un Gavs-ı Sani Hz.lerine uzanan halkasında hafi zikir talimatını maneviyatta Abdülhalık-ıl Gücdevani’ye öğreten Hızır (a.s.)’ı görüyoruz.
Hıdrellez yaz başlangıcı anlamında Hızır Babamızdır. O halde Sultan Nevruz ve Hızır Baba hem ilkbaharın sembolü, hem yazın başlangıcı olmasının ötesinde manevi rolü de söz konusu. Bu noktadan hareketle, Hıdrellez’de günahlarımızdan arınma dönüşümüdür. Böylece gönül dünyamızda Hızır Baba’nın yaktığı aşk ateşiyle, günahlardan tövbe edip (arınıp), diriliş muştusuna geçmek gerektiğini idrak ederiz. Efsanelerden alabileceğimiz dersler galiba bu olmalı. Ki; destanlarımız, yaşayan toplum için diriliş meşaleleridir. Kelimenin tam anlamıyla her bahar başlangıcı veya her yaz başlangıcı, ruh dünyamızda yansımaları ciheti yönünden kurtuluşumuza vesile şenliğimizdir. Dahası Hızır ve İlyas (a.s.)’ın buluştukları an bizim için bir esenlik kaynağıdır. Değim yerindeyse Hızır (a.s.) bitkilerin fotosentezi, İlyas (a.s.)’da hayvanların pak sütüdür. Hatta bir inanışa göre de hayvanlara bereket vermesinin ötesinde koruyucusu da. İşte her yıl Anadolu’nun birçok yerlerinde kutlanan Hıdrellez şenliklerinden amaç, bir bakıma bereketin artacağına yöneliktir. Kırlara çıkıp, şenlikler düzenlemek bu inanışı pekiştirmek içindir. Bu tavır adeta ‘gündönümü’ niteliği taşır.
Bitkileri yeşerten Hızır (a.s.) ile her yudum suyun dostu ve her hayvana bereket kaynağı İlyas (a.s.)’ı bu şenliklerde ne kadar yâd etsek o kadar azdır. Onun için, gelecek nesilleri yabancı kültür cenderesine hapsedip Noel Baba masallarıyla oyalamanın manası yok. Tüm berraklığı ile karşımızda Hızır Baba varken, diğerleriyle uğraşmak beyhude bir durumdur.
Öyle ya, Hıristiyan Avrupa’nın Noel babası var, neden bizim bir ‘Hızır Babamız’ olmasın ki. Devleti oluşturan erkin insanların toplumun bu katılımcılık ruhunu keşfettiği an, Hızır Baba’dan bihaber nesile Hıdrellez şenliklerini vesile kılarak, kültürümüzü diri tutma yolunda etkinlikler düzenleyebiliriz pekâlâ. Kültürel alanda daha iyi bir konuma gelebilmek için, fertlerin kollektif girişimcilik anlayışlarına saygıyla bakmanın yanı sıra, destekte vermeli de. Artık Türkiye’miz dernekleriyle vakıflarıyla ve sivil toplum kuruluşlarıyla katılımcılık hamlesi yolundadır. Bu yüzden siyasilerimiz, sivil toplum örgütlerinin sesine kulak vermek zorundalar, bu böyle biline, vesselam...