‘Hoşgörü ile tahammül, sabır ile açıklık; farklı fikir ve düşünceden ve eleştiriden ötürü vuku bulan rahatsızlığa, hazmı da kolaylaştıran en güzel ilaçtır’ dedi bilge…
Her zaman ki gibi şıpınişi yazıyorum. Bu benim tarzım. Çoğu zaman, bir şeyi, bir konuyu, bir gelişmeyi, bir faaliyeti, yani akla gelebilecek herhangi bir hususu kafama takıyor, orada hayli zaman muhakeme ediyor, sonra ne oluyorsa bir solukta, bazen de o an yazmaya karar veriyorum…
Bunu ilham olarak yorumlayanlar olabilir. Ancak ben ilham olmadığını düşünüyorum. Çünkü esin, bir insanı yazmaya iten tüm koşul ve nedenlerin bir motivasyon oluşturmasıyla ilgili.
Hem hayat gailesi, hem yazdıklarımın rahatsızlık verdiğini hissetmek ve hem de bu saikle, otosansür ikircikliği yaşıyor olmak, motivasyon oluşmasını engelliyor. Ama yine de ondan çok uzak olmayan ruh haliyle, neden yazdığımı yazmaya çalışacağım.
Ama öncelikle; kimseyi rahatsız etmek gibi bir niyetimin olmadığını belirtmeliyim. Ve bu minvalde bir davranışın aklımın ucundan bile geçmediğini… Ne ki yazdıklarım burada, karinin huzurunda. Her türlü görüşe, fikre ve dolayısıyla eleştiriye açık.
Dahası, gerekçesi haklı ve mantıklı bir rahatsızlığa sebep vermekten öte, varsa sözüm, varsa eleştirim, varsa farklı bir bakış açım, varsa eksik, vasat ve kısır bulduğum, bunları dillendirmeye; kimsenin değinmediği konulara değinmeye; yaşanmış ve yaşatılan hiçbir şey, hiçbir husus, hiçbir gelişme, hayatın içinde atlanmasın, unutulmasın, yitip gitmesin diye çaba harcıyor, bu yönde ceht gösteriyorum...
Misal, Bayburt Üniversitesi Gazetesi’nin 3. sayısında çıkan, “Bayburt’ta ‘Kırsal Kesimde Kadının Rolü ve Etkinliği Çalıştayı’ Yapıldı” haberinin altına düşülen fotoğrafta, tek bir kadının olmamasına takılıyorum…
Çarşı Köprüsü’ne meydandan girip sola dönmek, Çoruh kıyısında yürümek isteyen vatandaşlara yolun/kıyının kapalı olmasına takılıyorum…
Bir köşe yazarının; ‘Geziye giden yol’ başlıklı yazısında “Sultan Abdülaziz'in katledilişi, devlet içindeki Yahudi kadrolaşması ve İttihat Terakki'ye kısaca değindikten sonra Cumhuriyet Türkiye'si ve büyüyen oyunlardan geziye giden yolu kaleme alacağız.” sözlerine ve yazarın, ‘antisemitist’ bir tavırla Gezi ile Yahudilik, Alevilik ve İttihat Terakki arasında sanki direkt bağ varmış yanılsaması ile bilinçaltına haksız gönderme yapmasına takılıyorum. ‘Tılsımlı lanet bir el’ başlıklı devam yazısında ise nasıl oluyorsa hem tılsımlı hem de lanet bir elin, istediğini (Ak Parti’yi) başa getiren, istediğini istediği vakit sokağa döken(Gezi’yi) -ve yazının kodları çözümlendiğinde bunların Yahudiler olduğu- iddiasına takılıyorum…
- Yaşadıkları travma, hal ve hareketlerinden okunan, hastalıklı ve cılız sokak hayvanlarına;
- kentin ‘kötü’ süslenmesine;
- çarpık kentleşmeye;
- üretim alanlarında yaşanan sıkıntılara;
- aşırı derecede yüceltme ve kutsanma ile tarihsel ve kültürel değerlerin içinin boşaltılmasına;
- hemen her faaliyetin nümayişe dönüştürülmesine;
- ikbal kaygılarına;
- kalıplarla hareket edilmesine;
- doğal alan ve çevre tahribatına;
- öz değerlere olan yabancılaşmaya;
- israfa;
- birçok mecra ve alanda vasatla hemhal olunmasına;
- ehil ellere olan umarsızlığa;
- rehbersiz(guide) bir kent olunmasına;
- görsel belleğin ve her nevi dokümanın cılızlığına;
- kentin dokusuna, geçmişine ve geleneğine yakışmayan betonlaşmaya;
- tarihi kümbetleri taşıyan tepenin bir kot altına yapılan ultra lüks villalara
- ve iç göçün özendirilmesine dek daha bir çok hususa takılıyorum…
İşte böylesi husus ve takıntılar(ım), yazma sebebim oluyor. Fikirlerime katılsın ya da katılmasın okurlarıma ve mesleğime duyduğum saygıyla, bu yönde yazmaya devam edeceğim, Allah’ın izniyle.)
Yine de haksız ve yersiz davranmak, gerçek dışı bir iddiada bulunmak, bir durumu saptırmak ve kişilik haklarına saldırıda bulunmak gibi gerekçelerle rahatsızlık verdiğimi, kırdığımı iddia edenler, buyursun beyan etsin(ler) lütfen! Ki ben kendimi tekzip etmeye de özür dilemeye de hazırım.
Dahası bu mecrada, çoğunluk bir köşe yazarı olarak yer alıyorum. Köşe yazarı; hayata ve insana dair tüm gelişmeleri yorumlar. Her şeyi irdeler. Halkın, darda olanın, ötekinin, mağdurun sesi olur. Farklı bakış açıları getirir. Soru sorar. Sorgular. Ayrıntılara takılır. Çünkü şeytanın ayrıntılarda gizli olduğunu bilir. Ama aynı zamanda şeytanın avukatlığını yapar. Elbet fikrini de söyler. Neden öyle düşündüğünü bilimsel parametrelerle ortaya koyar…
Oysa istesem zorun yerine, kolay olanı seçip hem de ikbal peşinde koşabilir, takiye yapabilir, hamasi duygularla, Bayburt üzerine retorik cümleler kurarak, epik yazılar yazarak pekâlâ çoğunluğun ve yöneticilerin ilgi ve takdirini toplayabilirim. Ne ki ulusal ve uluslararası dergilerde, ana akım medyada yazmış, çizmiş, fotoğraf ve foto-röportajları yayınlanmış ve yayınlanmakta olan bir insan olarak bunu kolaylıkla yapabilirim. Lakin referanslarım, tedrisatım, ilkelerim ve inandığım değerler bunu mümkün kılmıyor…
Neden yazdığımı biraz daha açarsam; vasatlığa, zerre kadar tahammül gösteremiyorum. Çünkü vasatlığın, tüm topluma içten içe sirayet eden sinsi bir hastalık ve kayda değer bir zaaf olduğunu düşünüyorum. Keza bir haksızlığa, hukuksuzluğa, bir yanlışa, bir mantık hatasına, akıl ve vicdan dışı duruma, art niyete ve benzer durumlara tepkisiz kalamadığım için yazıyorum…
Dahası fazlasıyla duyarlı ve takıntılıyım. Ancak bu ‘duyarlılık’ ve ‘takıntı’ içinde; kenarda ve köşede kalmış bir tek insanın söyleyeceklerine tercüman olmak var.
Ahalinin sıkıntı ve sorunlarını kamuoyuna duyurmak; sorulmamış soruları sormak; düşünsel ve fikri gelişime katkı sunmak var. Belki de en mühimi, bir gazeteci olarak tarafsızlık ilkesi ve yalnızca gerçeğin peşinde olmak şiarı ve tezliğimden ötürü şu an aklıma gelmeyen daha birçok şey var…
Neden yazdığımın ve meramımın üç aşağı beş yukarı anlaşıldığını düşünerek ve hakkıyla gazetecilik yapmaya çalıştığımı, ne yapıyorsam Bayburt’a yararlı olacağına olan inanç ve samimiyetimle yaptığımı, yapmaya çalıştığımı ve bu minvalde bir refleks gösterdiğimi bir kez daha hatırlatmak isterim…
Yazımı noktalarken, hoşgörü ile tahammülün, sabır ile açıklığın; farklı fikir ve düşünceden ötürü duyulan rahatsızlığın ilacı olduğunu da vurgulamak isterim…
Ve ‘Yeni Türkiye’yi; fikir, düşünce ve eleştiri karşısında duyulan rahatsızlığı, tepkiyi, gereksiz kaygı ve kuşkuları, sözünü ettiğimiz o değerlerle geçiştirerek, aksine, farklı olanın, azınlığın önünü açarak, ön yargılardan sıyrılarak, daha çok özgürlüğe ve daha çok demokrasiye yer vererek inşa edebiliriz…
İşte böylesi husus ve takıntılar(ım), yazma sebebim oluyor. Fikirlerime katılsın ya da katılmasın okurlarıma ve mesleğime duyduğum saygıyla, bu yönde yazmaya devam edeceğim, Allah’ın izniyle.)
Yine de haksız ve yersiz davranmak, gerçek dışı bir iddiada bulunmak, bir durumu saptırmak ve kişilik haklarına saldırıda bulunmak gibi gerekçelerle rahatsızlık verdiğimi, kırdığımı iddia edenler, buyursun beyan etsin(ler) lütfen! Ki ben kendimi tekzip etmeye de özür dilemeye de hazırım.
Dahası bu mecrada, çoğunluk bir köşe yazarı olarak yer alıyorum. Köşe yazarı; hayata ve insana dair tüm gelişmeleri yorumlar. Her şeyi irdeler. Halkın, darda olanın, ötekinin, mağdurun sesi olur. Farklı bakış açıları getirir. Soru sorar. Sorgular. Ayrıntılara takılır. Çünkü şeytanın ayrıntılarda gizli olduğunu bilir. Ama aynı zamanda şeytanın avukatlığını yapar. Elbet fikrini de söyler. Neden öyle düşündüğünü bilimsel parametrelerle ortaya koyar…
Oysa istesem zorun yerine, kolay olanı seçip hem de ikbal peşinde koşabilir, takiye yapabilir, hamasi duygularla, Bayburt üzerine retorik cümleler kurarak, epik yazılar yazarak pekâlâ çoğunluğun ve yöneticilerin ilgi ve takdirini toplayabilirim. Ne ki ulusal ve uluslararası dergilerde, ana akım medyada yazmış, çizmiş, fotoğraf ve foto-röportajları yayınlanmış ve yayınlanmakta olan bir insan olarak bunu kolaylıkla yapabilirim. Lakin referanslarım, tedrisatım, ilkelerim ve inandığım değerler bunu mümkün kılmıyor…
Neden yazdığımı biraz daha açarsam; vasatlığa, zerre kadar tahammül gösteremiyorum. Çünkü vasatlığın, tüm topluma içten içe sirayet eden sinsi bir hastalık ve kayda değer bir zaaf olduğunu düşünüyorum. Keza bir haksızlığa, hukuksuzluğa, bir yanlışa, bir mantık hatasına, akıl ve vicdan dışı duruma, art niyete ve benzer durumlara tepkisiz kalamadığım için yazıyorum…
Dahası fazlasıyla duyarlı ve takıntılıyım. Ancak bu ‘duyarlılık’ ve ‘takıntı’ içinde; kenarda ve köşede kalmış bir tek insanın söyleyeceklerine tercüman olmak var.
Ahalinin sıkıntı ve sorunlarını kamuoyuna duyurmak; sorulmamış soruları sormak; düşünsel ve fikri gelişime katkı sunmak var. Belki de en mühimi, bir gazeteci olarak tarafsızlık ilkesi ve yalnızca gerçeğin peşinde olmak şiarı ve tezliğimden ötürü şu an aklıma gelmeyen daha birçok şey var…
Neden yazdığımın ve meramımın üç aşağı beş yukarı anlaşıldığını düşünerek ve hakkıyla gazetecilik yapmaya çalıştığımı, ne yapıyorsam Bayburt’a yararlı olacağına olan inanç ve samimiyetimle yaptığımı, yapmaya çalıştığımı ve bu minvalde bir refleks gösterdiğimi bir kez daha hatırlatmak isterim…
Yazımı noktalarken, hoşgörü ile tahammülün, sabır ile açıklığın; farklı fikir ve düşünceden ötürü duyulan rahatsızlığın ilacı olduğunu da vurgulamak isterim…
Ve ‘Yeni Türkiye’yi; fikir, düşünce ve eleştiri karşısında duyulan rahatsızlığı, tepkiyi, gereksiz kaygı ve kuşkuları, sözünü ettiğimiz o değerlerle geçiştirerek, aksine, farklı olanın, azınlığın önünü açarak, ön yargılardan sıyrılarak, daha çok özgürlüğe ve daha çok demokrasiye yer vererek inşa edebiliriz…