Sahi, kentin geleceğine dair ortak bir görüş, uzun soluklu bir plan var mı? Nasıl bir Bayburt öngörüyor yöneticiler? Öngörülen o Bayburt’a dair nasıl bir plan ve yol izleniyor? Yoksa Bayburt, kaderine mi terkedilmiş, herkes ayrı telden mi çalıyor?
29 Mart 2014’de ‘Youtube’da yayınlanan ‘Bayburt Üniversitesi Tanıtım Filmi’ne göz attıktan sonra, epeydir üzerine kafa yorduğum, Bayburt Üniversitesi, Bayburt’un geleceği ve kimi sorunlarına dair söylemek istediğim birkaç hususu beyan etmenin tam da sırasıdır hissine kapılarak şıpınişi yazmaya koyuldum.
Ancak bu filmle birlikte, kimileri için ‘baş belası internet’ ortamında Bayburt Üniversitesi ile ilgili bir de habere ve haberin altına iliştirilmiş, üniversitenin rektörü Prof. Dr. Selçuk Coşkun’la yapılmış bir video söyleşiye denk geldim.
Haberden çok malumata dönük o salık bir yana; ilginç bir örnek olarak kısmen video söyleşi ve benzerleri; her şeyden öte, tanımına uygun eleştiri yöneltmenin, asıl can alıcı soruları sormanın, sorgulamanın, yalnızca gerçeğin peşinde olmanın, tarafsızlığın, toplumun vicdanı, aklın sözcüsü olmanın ne kadar da zor olduğu; kılı kırk yaran bir titizliğe, inceliğe, bilgi ve birikime ihtiyaç duyulduğu bir kez daha gözler önüne seriliyor. Hal böyle olunca söyleşilerin çoğunluğu maalesef yataylıkla buluşuyor ve dişe dokunur mühim bir şey söylemiyor.
Böylesi kaygılarla, ünü Bayburt’u aşan Baksi Müzesi’nin mimarı, Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ve Bayburt Belediye Başkanı Hacı Ali Polat ile söyleşi gerçekleştirmek istedim. Sayın Koçan’la denk getiremedik, ancak Sayın Polat, ‘ben söyleyeceğim her şeyi söyledim’ demişti. Aslında haksız da sayılmazdı. Çünkü kendisiyle epeyce söyleşi yapılmış ve başkan çokça şey söylemiş, hatta ağzından çıkan her açıklama, katıldığı her faaliyet, kendisiyle birlikte haber(!) olmuştu. Ama tek tük istisna dışında söyleşiler, ne sorulması gereken soruları sormuş ne de üst satırda tanımlamaya çalıştığımız gazetecilik anlayışı ile buluşmuştu…
Bunun nedenleri tartışmaya açık olmakla birlikte, Bayburt’ta gazetecilik yapmanın ne menem bir iş olduğu da malum. Dahası, yaptığı haber ve eleştirel bakıştan dolayı envai çeşit sıkıntıya maruz kaldığı da biliniyor; gazete ve gazetecilerin. Mamafih bu makûs talihi aşmak şimdilik zor görünmekle birlikte hepimizin sorunu. Durum bundan ibaretken, bu gerçeği hesaba katmadan eleştiri yöneltmek de elbet haksızlık olur…
‘Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız, vardığınız yerin önemi yoktur.’
Peter Drucker
Bugün internet kullanıcıları için halen yasaklı ve ulaşılması güç olan ‘Youtube’da görücüye çıkmış ‘Bayburt Üniversitesi Tanıtım Filmi’, içeriksel ve biçimsel yapılanması, metni, kurgusu ve senaryosu ile ben de bıraktığı intiba vasat. Çünkü çarpık ve düzensiz bir kent manzarası çizilmiş ve yatay geçilmiş tarihsel ve kültürel değerleri tek düzleme indirgenmiş. ‘Oryantalist’ bir anlayışla kente dışarıdan bakılmış ve kentin özgünlüğüne yeterince vurgu yapıl(a)mamış. Bunlar bir yana, akademik özerklik, özgürlük, liyakat ve demokratik yönetim, akademik etik, sosyal sorumluluk, ifade ve düşünce özgürlüğü, toplumsal duyarlılık ve bilimsel eğitim gibi kavramlardan yeterince söz edilmemiş…
Üniversiteyi kastederek ‘…Renklerin ve kültürlerin buluştuğu bir dünya’ söylemine, Amerikan bilardosu ile gönderme yaparak, bu imaj, bu envai çeşit projelerle müdahale edilip derdest edilen algı çağında, göstergebilimle bir nebze hemhal olanları irrite edecek bir metafora yer verilmiş. Ayrıca, üniversitenin, yerel motiflerden aldığı zenginliği, ulusal ve uluslararası değerlerle harmanlayan bir vizyona sahip olduğu iddia edilmiş. Ancak bunun ne(ler) olduğu anlatılmamış ve bir örneğe olsun yer verilmemiş…
Video tanıtımın bir başka yerinde ise rektörümüz şu açıklamalarda bulunmuş: ‘…Tam bir huzur şehridir Bayburt ve Bayburt Üniversitesi. Güvenli bir şehirdir. Dolayısı ile aileler çocuklarını Bayburt’a tamamen gözlerini kapayarak ve teslim ederek gönderebilirler.”
Ama söyleşi de ise; ‘öğrenci hedefiniz nedir’ sorusuna, ‘…Öğrenci konusunda biraz hafif frene bastım. Sebebi şu, sanki şehir kaldıramamaya başladı. Konaklama problemi çekmeye başladık. Şöyle bir imaj Bayburt için hoş olmayacak. Yani geldik yer bulamadık, geri döndük.’ demiş.
Yine bu çelişkili açıklamaların yanı sıra sayın Coşkun, söyleşinin bir başka yerinde şu bilgileri vermiş: Okulun öğrenci sayısı 6 bin küsur. Öğretim görevlisi 55. Önümüzdeki dönem gelecek 6 kişiyle bu rakam 61’e ulaşacak. Bu bilgilerden sonra rektör, ‘ilk defa, Bayburt Üniversitesi’nin tarihinde, öğretim üyesini başına düşen öğrenci sayısı 100’ün altına düşecek.’ demiş.
Burada parantez açıp Bayburt Üniversitesi’ni diğer üniversitelerin gerisinde bırakan iki önemli hususu hatırlatalım. Söyleşiden edindiğimiz bilgilere göre birisi, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının ortalamadan fazla olması (100’ün üzerinde), diğeri ise doktora (yüksek lisans) eğitimi veremiyor olması. Ancak tanıtım filminde, Atatürk Üniversitesi ile imzalanan bir protokol ile yüksek lisans eğitimi verildiği iddia edilirken, söyleşi de ise, önümüzdeki öğretim yılında doktora eğitimi verileceği bildiriliyor.
Öğrenci meselesine dönersek, oysa, öğrenci sayısını yeni dönemle birlikte 6500 sayıp onu 61’e böldüğümüzde çıkan rakam, küsuratını atarsak 106. Üstelik tanıtım filminde de öğrenci sayısı 6500 olarak belirtilmiş. Bu durumda da bir çelişki söz konusu ki, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, yine 100’ün üstünde görünüyor ve iddia edilen o tarihsel başarı(!) düşündürüyor…
Son olarak değineceğimiz filmin bir başka yerinde ise, ‘…Tarım ve hayvancılıkla gelişen bir şehir kimliğinden uzaklaşmak...’dan dem vurulmuş. Lakin bu can alıcı cümle, aslında, gelecekte ülkemizi bekleyen büyük bir tehlikeye işaret ediyor. Bir tarım ülkesiyken, dışarıdan tarım ürünleri ithal eden Türkiye, böyle giderse, bu yöndeki tüm ihtiyaç ve ürünlerini dışarıdan almak zorunda kalacak. Öyle ya, aslında ‘tarım ve hayvancılıkla gelişen bir kent olmaktan uzaklaşmak’ demek, artık tarım ve hayvancılığa yatırım yapılmayacak ya da bu husus, tali görülecek demektir…
Öte yandan; mühim sorunlarından göçü devam eden bir kentin merkezinde yoğunlaşan ve kentin tarihsel ve kültürel dokusundan uzak, yine önemli bir sorunu olan yoğun yapılaşma ve betonlaşma; onca konut, villalar ve siteler, köylüyü kent merkezine çekmek gibi bir handikapla karşı karşıya. Önlem alınmaz ise köyler kente göçecek, sonucunda hem tarım bitecek, hem de hayvancılık. Elbet kısa vadede bu durum, gelenlerin a’dan z’ye tüketime zorlanacak olması piyasaya bir hareketlilik getirir, ancak uzun vadede hem Bayburt, hem de tüm Türkiye için, vahim sonuçlar doğurabilir. Kıyısından değindiğimiz bu husus, Bayburt’un bir başka sorunu olarak enikonu düşünmeyi ve tartışmayı elzem kılıyor…
Ve şimdi, geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olan, ancak çeşitli nedenlerle gözden düşen bir sorun olarak Bayburt’ta, Bayburt Üniversitesi’nde neden ziraat fakültesi kurulmadığı kafaları iyice kurcalıyor.
Ve çelişkiye bakın ki, Bayburt’un tek milletvekili Bünyamin Özbek, ziraat mühendisi. ‘Şirin’ görünmek için sergilediği ‘tuhaf’ tavırlarla, bir istihza eşliğinde izleyen herkesi, başbakanı bile güldüren Özbek’in aklına, bu konu hiç gelmemiş midir? Ama biz Sayın Özbek nezdinde ilgililere soralım: Bayburt Üniversitesi’ne neden ziraat fakültesi kurulmadı, kurulmuyor?..
Sahi, kentin geleceğine dair ortak bir görüş, uzun soluklu bir plan var mı? Nasıl bir Bayburt öngörüyor yöneticiler? Öngörülen o Bayburt’a dair, nasıl bir plan ve yol izleniyor? Yoksa Bayburt, topyekün bakıldığında kaderine mi terkedilmiş? Her yönetici, ayrı telden mi çalıyor yoksa? (Bırakın kentin geleceğine dair ortak görüş ve planları, önceki belediye başkanının düzenlediği meydanı, aynı partiden göreve gelen bir başka belediye başkanı söküp yeniden düzenliyor.)
Şimdi, bir kez daha yazar, öğretim üyesi ve yönetim bilimci Peter Drucker’ın sözüne yer vermenin zamanı: ‘Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız, vardığınız yerin önemi yoktur.’