"Düşüncelerine katılmıyorum, ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim."Voltaire
Voltaire’in bu sözleri; demokrasi anlayışının en muteber tanımı olarak başköşede tutulur. Söz düşünceden, söz fikir hürriyetinden, söz demokrasiden açılınca, akla, çok renkte dile pelesenk olmuş -ilk- bu sözler gelir...
Bendeniz de bu minvalde düşünmekle birlikte, okuyucumun düşüncelerine katılırım ya da zinhar katılmam, ama onların düşünce, fikir, yorum ve eleştirilerini, her koşul ve mecrada özgürce ifade edebilmeleri için canhıraş çaba harcarım. Dahası bunu şiar edinmiş bir insan olduğumu, her alanda, nakarat etmekten de bir beis görmem…
Bahis konusu düşünce olunca, insanın dilinden dökülecek ne çok söz var. Ama ben öncelikle, düşünce ve düşüncelere karşı, çoğunluk bir tahammülsüzlük gösterilmesinden duyduğum kaygıyı dile getirmeliyim. Oysa insan düşünen bir canlı. Heyhat farklı da düşünebiliyor. Bu gayet doğal. Erdemli insan, görüşlerine katılmadığı bir insanın dâhi, düşüncelerine tahammül gösteren, bu fikir ve düşüncelerin özgürce ifade edilmesi için çaba gösterendir…
Öte yandan böylesi bir zemini oluşturamayan toplumlarda ne saygı ve hoşgörüden söz edilebilir, ne fikir ve düşünce özgürlüğünden, dolayısı ile ne de demokrasiden…
Hal böyle özetlenmişken, okur ve yazar, herkes, birbirinin düşüncelerine saygı ve tahammül göstermelidir. Her türlü eleştiriye, karşılıklı açık olmalıdır. Elbet eleştiri tanımına uymayan, elbet kırıcı, elbet art niyetli, palas pandıras, elbet düşünmeden söylenmiş sözleri dışarda tutuyoruz. Keza bunları anmayı bile zül görüyoruz…
Şimdi bu cümlelerimden sonra sadede gelmek, bir okurumun yorumunu mercek altına almak istiyorum. Çünkü o yorum, eleştirilecek yanlarının yanı sıra, iddialı ve çarpıcı sözler ediyor. Ne ki üzerinde herkesin enikonu düşünmesine, öyle düşünülmesinin altında yatan nedenlerin irdelenmesine ve kanımca ciddi bir sorunla yüz yüze olduğumuza işaret ediyor.
Ki zahmet edip okurlarım, kendilerine çok teşekkür ediyorum ki, zaman zaman yazılarımın altına yorumlar yazıyor. Bunların içinde tarafıma yöneltilmiş sorularda mevcut. Dolayısı ile bu yazım, onlara da bir cevap olacak. Cevap olacak derken, neden yanıtsız bıraktığıma veya yorumlarına neden kulak asmadığıma…
Okurumun, bir anlayış nezdinde yorum, düşünce, eleştiri ve suallere cevap vermediğimi/yazmadığımı bilmesini isterim. Bunun birçok nedeni var, ancak etraflıca açmak gerekir ki, bu hususlara değinip uzatmak istemiyorum. Lakin anlaşılması için tekrarlarsam, bir anlayış, bir karar ve ilkesel olarak okurlarımın yorumlarına cevap yazmıyor, yalnızca okumakla kalıyorum.
İmdi, “Bayburt’a dair vasat bir retorik ve ‘talihsiz’ açıklamalar” başlıklı yazımın altına, düşülen yoruma gelmek istiyorum.
‘Kes yapıştır’ yaptığım Sayın Köksal Gedik’in ilk cümleleri şöyle başlıyor: “ENGİN KABAN BEY, KENAN YAVUZ GİBİ SİZLERDE MEMLEKETİMİZİ VE COĞRAFİ YAPISINI BİLMEDEN YABANCI KELİMELERLE SÜSLENMİŞ DOĞRU-YANLIŞ DEĞERLENDİRİLECEK GÖRÜŞLERİNİZİ AÇIKLAMIŞSINIZ.”
Öncelikle, memleketimizi ve coğrafi yapısını bilmediğim iddiasını mesnetsiz buluyor ve bu sözlerin sehven söylendiğini varsayarak üzerinde durmuyorum. Dahası bunun doğruluk payı, başka deyişle ispatı olması gerekir. Öte yandan gözlerimi o coğrafyada açmış bir insan olarak, handiyse otuz yıldır Bayburt üzerine dokümanter çalışmalar yürütüyorum. Toprağını karış karış gezdiğimi söyleyemem, ancak benzer manaya gelecek biçimde memleketime ayak sürdüğümü söyleyebilirim. Bu güne dek, henüz hiç kimsenin ulaşamadığı ulusal ve uluslararası dergilerde Bayburt’u yazdığımı, Bayburt’u anlattığımı, Bayburt’a dair envai çeşit çalışmalar yürüttüğümü söyleyebilirim. Bunlar benim ispatım telakki edilsin. Mamafih o mahut iddia doğru olsaydı, yazıp söylediklerim ve fotoğraflarım, özneyi yeterince ve hakkıyla anlatmadığı ve gerekli bilgi, birikim ve gözleme sahip olmadığı gerekçesiyle engellenirdi. Şimdi, sanırım onca çaba ve emek de işin içine katılınca tenkit yerine, biraz feraset beklemek haksızlık olmayacaktır.
Yabancı kelimelere gelince; meselenin çok göreceli olması, bir zaafın eleştiriye evrilmesi bir yana, kastın esas olarak ne olduğunu anlayamadım. Diğer yandan Türkçe’nin 100 binin üzerinde kelimeyle hayli zengin bir dil olduğunu, ama yazık ki bu kelimelerden yalnızca 200’nün kullanıldığını hatırlatmalıyım. Bu makûs duruma bir eleştiri, bir gönderme içeren bu tavrımı, aksine, anlaşılmamak ikircikliğim olmasa, daha yoğun biçimde sergileyebilirim…
“YILLARDIR YAZILANLAR VE REKLAMSAL ANLATIMLARLA BAYBURT HALKI MAĞDUR EDİLDİ. YÖNETENLERİN, İŞGAL ETTİKLERİ MAKAMLARI HAK ETMEDİKLERİ GİBİ O BRANŞLA İLGİLİ BİLGİSİZ OLUŞLARI BİZLERİ BİTİRDİ.”
Sonrasındaki bu cümlelerin ilkine katılmam mümkün değil. Çünkü yazılan her şey, Bayburt halkını mağdur etmez. Adı üstünde yazı. Dahası yazı, çoğunluk muhalif bir eylemdir. Öte yandan genel bir ifade içeren bu cümlenin kısmen doğruluk payı olduğuna kanaat getirelim. Ki içten geçenlerin de bir düşünce olduğunu varsayarak.
Ancak tüm yazılanları aynı kefeye koymak, aynı sonucu çıkarmak, sanırım her aklıselimin takdir edeceği gibi, makul bir değerlendirme olmaz. Çünkü aksi tek bir örnek bile, o görüşü bertaraf etmeye yeter de artar…
‘Reklamsal anlatım’ ise popüler kaygıya, ikbale; bir grup, bir çevre veya kişilerin öne çıkarılmasına, tek seçenek gibi sunulmasına ve benzer mahiyette reklam ve tanıtımlarının yapılmasına işaret ediyorsa, âlâ. Çünkü bunun çokça somut örneği var.
‘Yönetenlerin işgal ettikleri makamları hak etmedikleri’ eleştirisi ise belki olanak olsa altı doldurabilirdi. Ama bu haliyle ve ilk bakışta hem basmakalıp, hem de tüm yöneticileri töhmet altında bırakacak biçimde görünüyor. Ama görünen ile bakılan arasındaki farkı, tartılmadan, alelacele ifade edilmiş olmasını hesaba katar ve o cümlelerin bir kaygıyı dile getirmek amacıyla kurulduğuna inanırsak, sorun yok. Fikir ve ifade özgürlüğü nezdinde demokratik bir hak olarak da görülebilir. Yalnızca, ciddiye alınıp alınmama hususunda ortada bir sorun olduğunu anımsatabiliriz.
Son cümlede ise; her hangi bir mecra veya mevkiye talip olan, atanan veya seçilen yöneticilerin ne kadar bilgi ve birikim sahip olduğu, o kolda (branşta) ne kadar işinin ehli olup olmadığı sorgulanıyorsa, itiraz yükseltmek, haksızlık olur elbet.
“HER KİM GELİRSE, GELSİN HANGİ İKTİDAR OLURSA OLSUN BİR ŞEY YAPILMAYACAĞINI BİLEN BİRİYİM. BAYBURT TOPLUMU ŞAHSİ İŞİNİN HARİCİNDE BİR ŞEY İSTEMEDİĞİNİ VE MEMLEKETİNİ DÜŞÜNMEDİĞİNİ İYİ BİLİYORUM.”
Bu yazıyı yazmama önemli ölçüde sebep bu karamsar cümleler karşısında ise insan, doğrusu ne diyeceğini bilemiyor. Tekrar tekrar okunması gereken bu sarsıcı ifade, sadece iddialı ve karamsar olmakla açıklanamaz. Çünkü bir insanı böyle düşünmeye iten sebepler, tam da tez konusu olacak bir nitelikte. Dahası ‘iyi biliyorum’ sözleri eşliğinde, ahaliye yöneltilen bu cümleler, sorgulanmasını bir kez daha elzem kılıyor.
Bu sözler gelişigüzel, kızgınlıkla veya herhangi bir nedenle yazılmış gibi değerlendirmelerle geçiştirilemez. Ne ki bu söylenenlerin birinci derecede muhatabı, ileri gelenler. Hemen her açıklaması, her faaliyeti haber olan, manşetlere taşınan yöneticilerin tavrını, duyarlılığını bekleyip göreceğiz.
Son olaraksa Gedik şunları söylüyor: “DÜN DE DÖRT İNSAN, BUGÜNDE O İNSANLARIN ÇOCUKLARI HER DÖNEMİM ADAMLARI OLARAK ŞEHRİN KADERİ İLE OYNUYORLAR. KATLEDİLEN YEŞİL ALANLAR, KATLEDİLEN ÇORUH HAVZASI VE KATLEDİLEN YÖRESEL MİMARİ TARZDAKİ VE TARİHİ BİNALARIMIZ VE ABİDELERİMİZ YOK OLDU VE TAMAMEN YOK OLACAK. ONARILDI DENİLEN BEDESTEN, KIRK ÇEŞMELER VB. ÖRNEKTİR. SELAMLAR.”
Doğanın, tarihsel ve kültürel değerlerin bir aktivisti olarak, bu alanda yürütülen her faaliyetin, her çabanın, her niyetin yanında olduğumu ve doğa, çevre ve tarihe gösterilen her türlü ilgiyi önemli ve değerli bulduğumu hatırlatmalıyım. Ancak meselenin bundan ibaret olmadığı aşikâr. Bunu bir başka yazıya havale edip değinmediğim ilk cümleleri ise üzerine alınan zatlara paslıyor, okurlarıma tekrar teşekkür ederek düşüncelerimi noktalıyorum…