Bu yazı, Bayburt basınına haber olan benzer açıklamaların neden yüzeysel olduğunu; neden genel bir tespitten, bir retorikten, popüler ya da siyasi kaygılardan ibaret olduğunu ve asıl olarak gerçeklerin, sorun ve sıkıntıların nasıl es geçildiğini dilimiz döndüğünce ifade etme niyeti taşıyor.

Beni yazmaya iten ve üst satırda dile getirdiğim eleştirileri tetikleyen bahis konusu haber, başlığımızla aynı adı taşıyordu. Haber demişken, nicedir beklettiğim ve ‘Bayburt’ta Gazeteci Olmak’ başlığı ile kaleme aldığım, ancak tamamlayamadığım o yazımda, haberin ne olup olmadığına, başka deyişle habercilik veya gazetecilik hususuna ve sorunlarımıza değineceğimi hatırlatmak isterim.

Bu hatırlatmanın ardından söz konusu habere gelirsek, öncelikle bir retorik olarak kurulan cümle, dikkat çekici. Neden retorik diyorum, çünkü etkileyici ve ikna edici bir söz. Retorik diyorum çünkü, haberin muhtevasını, hangi saiklerle bu cümlenin kurulduğu irdelendiğinde, anlamlı bir içerikle, neden ve nasıl olması gerekir sorusuna cevap veren bir açıklama veya açıklamalarla buluşmuyor.

Naci Ağbal o haberde “Bayburt, gençler için gelecek vaat etmiyor. Kalanlar için yeni bir enerji yeni bir ümit olarak da bir gelişme yok” diyordu. Ayrıca, “Bayburt, aslında bu kadar güzel insanlarla, bu kadar güzel coğrafyası ile tarihi bir şehir, kültürel bir şehir, ama hak ettiği noktada değil ve göç veriyor” diye ekliyordu. Özetle bunları söylemekle birlikte, Bayburt’un, neredeyse tarım ve hayvancılığa mahkûm bir görünüm içinde olduğunu, gençler için gelecek vaat etmediğini, kalanlar için ümit olacak bir gelişmenin olmadığını ve bütün meselenin kaynak meselesi olduğunu, bir kaynak tedarik edilirse Bayburt’un ciddi anlamda kendi kabuğundan sıyrılacağını belirtiyordu.

Şimdi, söylemek istediklerimiz ve eleştirilerimizin daha anlaşılır olması için konuyu açalım: Öncelikle hem Ağbal’ın, hem diğer iş adamlarının söyledikleri ve hem de benzer mahiyette yapılmış birçok açıklama, aslında aynı kapıya çıkıyor. İfadeler farklı biçimde telaffuz edilse de, özetle hepsi; Bayburt, çok açıdan hak ettiği yerde değil, kadim geçmişine, kültürüne ve dokusuna yakışır bir gelişme gösteremiyor, göç veriyor, istihdam sorunu var, Bayburt gençlere gelecek vaat etmiyor gibi bildik, hemen her Bayburtlunun dillendirdiği genel geçer tespitleri içeriyor. Bugün Bayburt’ta, herhangi bir insanla sohbete koyulsanız, vatandaş size envai çeşit genel tespitte bulunur. İşsizlikten başlar, göçten çıkar. İlgisizlikten dem vurup tarım ve hayvancılığa, oradan tarihsel değerlere, kötü kentleşmeye kadar gider. Ki bendeniz 30 yıldır, Bayburtlulardan dinlediğim böylesi genel sorunları yazmaya devam ediyorum.

Tam da yeri gelmişken, Ağbal’ın söyledikleri ile aynı anlama gelen ve hayli önem arz eden bir konuya değinmek istiyorum: Hatırlarsanız, Kenan Yavuz ‘Bana Bayburt’umu geri ver’ başlığı ile bir imza kampanyası başlatmıştı. Yavuz, “Yağmaya, çirkin yapılaşmaya, tarih katliamına ve kültür mirasına karşı ihanete dur diyelim" çağrısında bulunuyor, gelinen noktada "suçlu kim?" sorusuna ise; "hepimiz suçluyuz!" cevabını veriyordu.

Bunun üzerine ise, kendilerini eleştirilerin muhatabı gören AK Parti İl Başkanı Hakan Kobal, Bayburt Belediye Başkanı Mete Memiş, Bayburt milletvekili Bünyamin Özbek ve partililer bir araya gelmiş, deyim yerindeyse topun taca atılması gibi vasat açıklamalarda bulunmuştu. Açıklamalar, hem içeriden yapılan eleştiriye tahammülsüzlük gösteriyor, hem konuyu bağlamından koparıyor, hem “Birileri Erdoğan’ın Bayburt’a bir şey yapmadığını sorguluyor!“ cümlesi ile kendi sorumluluk ve zaaflarını Erdoğan ile ilişkilendiriyor, hem de aynı zamanda dönemin Başbakanı üzerinde bir istismar sergileyerek eleştirileri bertaraf ediyordu.

Elinizi vicdanınıza koyup söyler misiniz, Ağbal’ın yaptığı “Bayburt, gençler için gelecek vaat etmiyor. Kalanlar için yeni bir enerji yeni bir ümit olarak da bir gelişme yok” cümlesindeki açıklamalar ile Kenan Yavuz’un yaptığı o açıklamalar arasında, anlam olarak bir fark var mı?

Oysa Yavuz’a karşı yapılan o açıklamada, Kop Tuneli’nden barajlara, SGK’da yapılan mobil uygulamasından ‘Yeşil Yol Projesi’ne, göletlerden asfalt yollara uzanan bir dizi gelişmeden söz edilmişti. Şimdi ise Ağbal, ‘Kalanlar için yeni bir enerji yeni bir ümit olarak da bir gelişme yok’ diyor.

Buraya kadar açıklamaların retorik, genel ve bildik tespitlerden ibaret olduğunu, popüler ve siyasi beklentilerle çoğunluk benzer cümleler kurulduğunu söylemeye çalıştık. Ki maliye müfettişliği ve Maliye Bakanlığı’nda müsteşar olarak görev almış milletvekili adayı Naci Ağbal, söz konusu yazısında doğru projeler ve onların hayata geçirilmesi hususuna değinip aslında bütün meselenin veya çözümün ise, kaynak meselesine bağlı olduğunu vurguluyor. Oysa tabi ki yapılacak her şey ve onların planlanması, aynı zamanda zaten birer proje. Zaten kaynağın, Türkçesi paranın, her türlü sorununun çözümünde yegâne unsur olduğu biliniyor.

Şimdi gelelim, Bayburt’un hak ettiği ve hak etmediği yere...

Ama önce Bayburt’u anlatmalıyız:
Bağlılığı farklı, kattığı ayrı, duygusu ve ışığı başka nice uygarlığın bıraktığı mirası ile görkemli bir geçmişin topraklarıdır Bayburt. Bir zamanlar Ceneviz ve Venedik kervanlarının, ta Çin’den gelip Basra’ya yolu düşen katarların konakladığı, adından gıptayla söz edilen şaşaalı bir bilim ve kültür merkezidir Bayburt. Delişmen Çoruh’un, yüzlerce yıldır kenti bekleyen haşmetli kalenin, insan emeği ve göz nurunun simgesi yapıların, her biri mühendislik ustalığı köprülerin, mabedlerin, eşsiz mimari dokunun, gümüş, taş ve dokuma ustalarının, alın teriyle taşı toprağı işleyen yaşamların, köylerin, ayrılıkların ve masalların şehridir Bayburt.

Şimdi o debdebeli geçmişin, eşsiz tarihsel dokunun yerini, maalesef kötü işçiliğin ürünü beton yapılar almış. Güzeli yaratma ve yarına ulaşma çabası taşıyan birçok eser, maalesef estetik ve gelenekten yoksun bina ve apartmanların, TOKİ evlerinin gölgesinde kalmış. Sularına baraj ve santrallerle zincir vurulmuş. Dağları, tepeleri, bayırları, vadileri, toprak yolları… ‘teneke uygarlığı’na yenik düşmüş. Atalarına ait anıt mezarların kıyısına ultra lüks villalar kurulmuş. Tarım alanları, bereketli toprakları, meraları imara açılmış. Hazdan ve neşeden, kültür ve sanattan, ilim ve bilimden uzak kalmış. Yerel değerleri, özgünlüğü, taş ve ahşapla işlenmiş eski evleri, konakları, zanaatkârları ve üretimi korunamamış. İçip yundukları; bağa, bahçeye, ekine ve tarlaya hayat veren suya, ona sahip olan her medeniyet, her kavim, her topluluk içten bir bağlılık ve sadakat göstermiş. Heyhat bugün ulu Çoruh, bir kanala dönüşmüş. Kök taşları sökülüp çağıltı versin diye üzerine beton setler çekilmiş. Flora ve faunası, yaban hayatı, bilinçsiz avcıların ve başka yörelerden gelen arıcıların keyfine terk edilmiş. Kurdun kuşun, tüm canlıların rızkı yaban meyveleri, sebzeleri, bitkileri birilerinin alıp satabildiği ticari ‘meta’ya dönüşmüş. Nadide ve tek şelalesi Sırakayalar’ın dibine, mesken kondurulmuş...


İvedilikle sıraladık, bir yanda Bayburt, bir yanda hak etmedikleri. Biliyoruz ki, sizlerin de sıralayacağı, daha çok husus vardır…