Aslında, büyüklüğü ve önemi kodlarında saklı bir ‘resim’, ulu orta karşımızda duruyor. Hem de rahatsız edici vasatlığı ve sığ manzarasıyla. Ancak resmi çözümlemek; onu ve tüm gelişmeleri enikonu irdelemek ve insanlığın kazanımı olanca birikimle süzmekten geçiyor. Ya da aklı ve vicdanı yerinde ve onları ilişkilere, çıkara, ikbale heba etmeyeceklerin, arif ve aklıselim olanların harcı. Veya bu değer ve benzer unsurları, hiçbir şeye hibe etmemiş olanların göreceği türden…

Doğunun bilginleri, ‘görmek, ayrı şeydir’ derler.

Son günlerde, bendenizin bir ‘büyük resim’ metaforu ile ifade ettiğim, ‘Bana Bayburt’umu geri ver’ retoriği ve ona cevaben şaşırtan yataylıkta eleştiri (!) ve görüşlerle bir kısır tartışma dönüyor.

Başka deyişle o başlık altında eksik, yüzeysel, yer yer çelişkili, ama iyi niyetli bir retorikle bildik ve tekrar eleştiriler eşliğinde Bayburt’un ahvali ifade ediliyor. Bu ifade ve beraberinde yürütülen kampanyaya ise, içinde tahammülsüzlük ve yanı sıra envai çeşit zaafın sergilendiği düşüncelerle cevaplar veriliyor.

Henüz, bugün popüler olanların esamesi okunmazken, 30 yıl önce Bayburt’u yazmıştım. Sayfalar dolusu yazı ve fotoğraflarla, hem de Türkiye’nin en büyük dergisi Atlas’ta. Bundan 20 yıl önce, yüzlerce ülkeye ulaşan Skylife Dergisi’nde. Dünyanın en prestijli dergisi Geo’da. Ve daha birçok mecrada...

Lakin bugün Sayın Kenan Yavuz’un kıyısından da olsa değindiği gibi ben de o röportajlarımda bir takım sorunları dillendirmiş, tarihsel ve kültürel değerlere yabancılaşma ve ilgisizliği ‘sadakatsizlik’le ifade etmiş ve bugünde süren benzer tavırlara maruz kalmıştım...

Aslında bu manada empati kurduğum şıpın işi yazımı, Kenan Yavuz’un söylediklerini açmak, retoriğinin neden vasat olduğunu mercek altına almak üzerine kurmuştum. Ancak bu niyetim, adeta bir ‘güç’ gösterisi ile kendisine yöneltilen cevaplar sonrasında, renk değiştirdi. Dahası, hem mağdur edilmiş bir insan, hem tüm Bayburtluları ilgilendiren ‘haksız’ ve ‘kibirli’, hem kip tartışma adabından uzak, hem de tahammülsüzlüğü sergileyen bir gelişme söz konusu(ydu)…

Aslına bakarsanız, hiç bir şey olmuyor. Yeni, farklı, ufuk açıcı bir şey söylenmiyor. Her şey biraz ‘eyleş’,  biraz ‘ego tatmini’, biraz ‘laf olsun torba dolsun’, biraz ‘işgüzarlık’, biraz da ‘polemik’ten ibaret gibi görünüyor, ama dikkate değer nahoş anlayış ve tavırları resmediyor…

Yine de değinmek istediğim yazısında Yavuz, ‘…Çoruh kenarında adeta 500 sene önceden kalma derme çatma kulübeler bugünkü çağda bize yakışıyor mu?’ diye soruyor. Eğer ifadesinde bir yanlışlık yok ise dile kolay, 500 yıllık bir yapının yakışıp yakışmadığını sorgulayan bir insanın kent anlayışı düşündürüyor. Ki Yavuz, hayalindeki kenti şöyle özetliyor: “…Marka kafeteryalar, pastaneler, sinemalar, alışveriş merkezi, butik kaliteli oteller ve güzel bir ışıklandırmayla ile kaleyle bütünleşmiş bir Bayburt.”

Yani o çok eleştirdiğimiz, özgünlüğünün, çetinliğinde yatan zenginliğinin aksine birbirinin aynı, diğerlerinin taklidi bir kent öneriyor. Ki yine çokça eleştirdiğimiz ‘kentsel dönüşüm’ ve TOKİ ile tüm kentlerin birbirine benzemesinde, benzetilmesinde bir beis görmüyor ve gelişmeyi sanki, çokları gibi yalnızca ‘inşaat’ olarak algılıyor. Kimilerinin ‘kentsel yağma’, ‘rant kapısı’, ‘uluslararası inşaat ve emlak şirketlerinin dayatması’, ‘neoliberal politikaların ürünü‘, ‘yoksulların izole edilmesi’, ‘emekçilerin kent dışına sürülmesi’, ‘tarih ve doğa talanı’ gibi ifadelerle andığı kentsel dönüşümün ne menem bir şey olduğunu merak edenlere, ısrarla ‘Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir’ adlı belgeseli izlemelerini öneririm. (https://www.youtube.com/watch?v=maEcPKBXV0M)

Yazısında göçe değinen Yavuz, Bayburt’un sürekli göç verdiğini söylüyor. Doğru, ancak göç olgusu ve kan kaybetme meselesi tartışılır. Genelde düşülen bir hata var ki, çok hayıflandığımız göç, esas olarak Türkiye’nin bir sorunu ve ülkemizde uygulanan politikaların bir sonucudur. Oysa Bayburt’un için asıl tehlike, köylerden kente yapılan ve yapımı tam gaz süren site, bina, villa, apartman ve toplu konutlarla özendirilen iç göçtür. Öte yandan, henüz içinde yaşayanların sorunlarını çözememiş Bayburt’a, geri döndüğümüzü düşünün. Evet, durum, hiç de iç açıcı olmayacaktır. Dolayısı ile göç meselesi, belki tek başına ve çok yönlü tartışılması gereken bir konu.

Yazısının bir başka yerinde ülkemizin son 10 yılda kaydettiği büyümeden söz ediyor Yavuz. Ancak bu iddia fazlası ile tartışılmaya açık. Maalesef bugün, kamplaşma ortamında, daha açık ifadeyle siyasetin önemli ölçüde kirlendiği bir zamanda, bu meseleyi tartışmak olası değil. Çünkü iktidarın söylediğini muhalefet, muhalefetin söylediğini ise iktidar yalanlıyor. Hemen her alanda manipülasyon had safhada. Algı, çeşitli proje ve yönlendirmelerle derdest edilip ters yüz ediliyor. Dahası herkes, kalkınmadan farklı şeyler algılıyor. Adaletsiz kalkındığımıza inanan ve bu konuda manzaranın hiç de iç açıcı olmadığını düşünen ben, istatistiklere bakıyorum: TUİK’in yaptığı açıklamalara göre, maaşla geçinen bir insan, 2003'de gelirinin yüzde 40.6'sını, 2013 yılında ise gelirinin ancak yüzde 29'unu gıdaya harcayabiliyor...

Hemen her faaliyette, her alanda, meseleye daha çok ticaret, iş, kâr-zarar cephesinden bakan ‘iş adamları’nın öne çıkması, öne çıkarılması bir başka yazımızın konusu olsun. Bu görüşümüzü destekler mahiyette iş adamı refleksi gösteren Yavuz’un ne söylediklerinden öte, neler söylemediği üzerinden gidersek, sanırım yazımızı gereğinden fazla uzatmamış olacağız. Çünkü söylenecek çok şey var.

Misal Kenan Yavuz, Çoruh’un akışına zincir vuran, yukarı Çoruh Havzası’nın o eşsiz doğasını ve güzelliğini tarumar eden; köylere, yaşama, envai çeşit canlıya zarar veren Hes’leri ağzına almıyor. İç göçe, köylere, tarım ve hayvancılığa dair bir şey söylemiyor. Fauna ve floraya dair bir değerlendirmede bulunmuyor. Balkonsuz TOKİ evlerine, Şehit Osman Tepesi’nin bir kot altına kurulan, Hacı Ali Polat’ın deyimiyle Bayburt’ta standartları yükseltecek ultra lüks villalara değinmiyor.

Değinemediği birçok hususu da geçelim. Çünkü insan, bir tek örnekten yola çıkarak da genel bir eleştiri de bulunabilir. Ya da birkaç örnekle. Ancak tüm sorunların çözümü konusunda Yavuz, kentsel dönüşümü öneriyor ve aslında nasıl bir kent istediğini aleni ortaya koyuyor…

Şimdi, ‘kentsel dönüşüm’ün ve ona paralel ‘imar planları’nın ne manaya geldiğini ortaya koyan birkaç bilgi paylaşıp devam etmek istiyorum.

- ‘Yol yapıp, etrafına da şehirler kurup, kalkınacağız’ ve ‘İstanbul’un trafiğini çözeceğiz’ hayaliyle, İstanbul’un akciğerleri Kuzey Ormanları’nı biçmekte bir beis görmüyoruz…

- Belgrat Ormanı’nı 1950’den beri süregelen ‘muhafaza ormanı’ statüsünden çıkarıp, çok geçmeden bu ormanlara çok yıldızlı rezidans planları yapmayı sakıncalı bulmuyoruz…

- Manyas Kuş Cenneti’ne havaalanı, Datça-Bozburun Yarımadası’na imar planları yapmayı, atak sayıyoruz...

- ‘Hassas’ bir muhafaza statüsüne sahip iken, sırf ikinci sınıf bir nükleer santral yapılabilsin diye İğneada’daki longoz ormanlarını ‘milli park’ statüsüne sokmayı marifet sayıyoruz…

- Ege’de binlerce yıllık zeytinliklere, genetik anavatanı olduğumuz o topraklara, konut, AVM ve maden ocağı yapmak üzere imara açacak yasalar çıkarıyoruz…


- Doğal alanlarda kurulacak HES’leri engelleyen ‘milli park kalkanını’ kaldırıyoruz. Milli parkları, ormanları, sulak alanları, kıyı şeritlerini imara açıyor, buna ise ‘üstün kamu yararı’ adını veriyoruz…

- ‘Koruma’ altında olduğu için tek bir çivi bile çakamadığımız Tarlabaşı’ndaki yüzlerce tarihi bina için yıkım emri çıkarıyor, orada yaşayanları kentin dışına sürüyor, ortaya çıkan manzaraya, ‘kentsel dönüşüm’ diyoruz…

- Antalya’nın antik kentleriyle çevrili cennet yaylası civarındaki ardıç ormanlarını ve orijinal dokusuyla SİT alanı ilan edilmeye uygun tarihi Sinan Değirmeni yollarını mermer ocaklarıyla delik deşik etmekte bir sakınca görmüyoruz…

“Birileri Erdoğan’ın Bayburt’a bir şey yapmadığını söylüyor.”

Anlaşıldığı üzere sözü, Kenan Yavuz’a cevap veren Sayın Bünyamin Özbek’e getirdik. Lakin ağzından düşen o cümle maalesef yataylığı, Başbakan’ın arkasına sığınmayı ve bir edilgenliği içeriyor. Dahası Yavuz, aksine Başbakan’ı referans aldığını dillendiriyor ve ‘siz Başbakan’ın söylediklerini uygulamadınız’ diyor.

Yani Yavuz açıkça ve anlaşıldığı üzere yöneticileri eleştiriyor.

Ama Özbek, nedense, çoğunluk yapılan bir kolaylığa kaçıyor ve Başbakan üzerinden eleştirileri yermeye çalışıyor. Oysa demokrasi de, aksine, düşüncelerin ifade edilmesinin yolları açılması gerekirken, Millet Vekili, Belediye Başkanı, İl Başkanı ve partililer toplanmış, bir güç gösterisi eşliğinde Kenan Yavuz’un, ne bir yanlış, ne bir hakaret, ne de bir haksızlık içeren düşüncelerine cevaplar yetiştiriyor…

Bünyamin Özbek nezdinde, yapılanların başımıza kakılması ve bunların bir lütuf gibi sunulması, derinlerde saklı zaafları aralıyor. Ki Özbek’in, Başbakan’ın icraatları diye saydıkları, tartışmaya açık olmakla birlikte ‘yetmez ama evet’ repliğini ve ‘yapmıyorsanız suçlusunuz’ cümlesinin hatırlatmasını elzem kılıyor.

Bünyamin Özbek’in sadece, övgüyle söz ettiği ‘Yeşil Yol Projesi’ne bir nebze değinelim:

Özbek, Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu’nun, Yeşil Yol’un kime hizmet edeceğinin belirsiz olduğunu ve turizmcilerin, ekologların, yerel halkın böyle bir proje istemediklerini, bölgeye ve doğaya zarar vereceğini söylemesine ne diyor acaba?

AK Parti İl Başkanlığı ise, nedense Yavuz’un açıklamalarını ‘talihsiz’ bulmuş ve düşüncelerinin Başbakan’a karşı 'haksızlık' içerdiğini savunmuş. Tesadüfe bakar mısınız, İl Başkanlığı da aynı ifadeyi kullanmış: "Başbakan’a haksızlık..."

Oysa Yavuz, o tarihlerde çok farklı bir profil çizen Başbakan’ın 2004 yılında Bayburt için kurduğu, “Kentinize, kültürel dokunuza, konaklarınıza, taşınıza, toprağınıza sahip çıkın ve kenti dönüştürün” cümlelerini hatırlatıyor ve somut eleştirilerde bulunuyor. Buna rağmen beceri, ufuk, vizyon ve birikimden uzak anlayışların, kendi hata ve zaaflarını, Başbakan üzerinden savuşturmaya çalışması, asıl talihsiz olandır.

Yazımı, çok uzadığı için burada noktalıyorum. Devamında ise iddia ettiklerime değinip, maalesef söylenmiş olmasından esef duyduğum AK Parti Bayburt İl Başkanlığı’nın açıklamalarını irdeleyeceğim…