Mehmet Bedri Gültekin… Türkiye solunun, Milli Demokratik Devrim çizgisinin yiğitliği, mertliği dillere destan olan mücadelecisi… Gerçek bir gönül adamı; üreten, yazan, yayan bir düşün insanı…
Ve benim son genel başkanım. Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin kurucu genel başkanıydı. Ben de kurucu olmuştum o partide, MHP’den HEPAR’a akan siyasal ve düşünsel serüvenim, beni en sonunda Bedri Bey’le buluşturmuştu. Kuruculuk teklif ettiğinde “Ben particilik defterini kapadım, bıraktım o işleri Bedri Bey, HEPAR’da genel başkanlık bile yaptım, artık oralara dönmek istemiyorum” demiştim. Bedri Bey, “Biz Bilim ve Sosyalizm adında bir dergi çıkaracağız, o derginin yayın kurulunda olmanızı ve yazmanızı istiyoruz, sizden bu şekilde yararlanırız” deyince, ben de “evet” demek durumunda kalmıştım.
O derginin yayın kurulu toplantıları zaman zaman tartışmalı geçiyordu, zaman zaman beni çileden de çıkarıyordu bu tartışmalar, ama Bedri Bey, doğrularından ödün vermeden müdahale ediyor, uzlaşma sağlıyordu. Ölümünden birkaç gün önceki bir telefon görüşmemiz de böyle bir tartışmadan dolayı idi.
Ansızın aramızdan ayrılması, beni derinden sarsmıştı. Şu dizeler dökülüvermişti kalemimden:
“Gül yüzlü insandı
gül tekin yerde açar.
Direnç, inanç birleşir
sosyalist bir gökada.
Gültekin orada tarih düşürür
Gerçekler yaratır ütopyasından.”
Ve Tuncelili Mehmet Bedri Bey’in “Aleviliği İslam dışı ilan edenlere tepki göstermesi” karşı ona bir e-mektup yazarak konuya açıklık getirmek istemiş, ondan da kısa bir yanıt almıştım. Bu mektuplaşma pek çok konuya ışık tutacak nitelik ve içeriktedir bana göre. Bu yazımda onları sunacağım siz okurların bilgisine ve ilgisine:
“Saygıdeğer Bedri Bey,
Aleviliği İslam dışı ilan edenlere karşı bir duruş sergiliyorsunuz yazınızda. Öyle inanıyorsanız saygı duyulur. Ama Aleviliği İslam dışı ilan eden ya da Aleviliğin Ehl-i Beyt, Kerbela söylem ve töreleri ile kimi ritüellerini sorgulayan herkesi aynı kefeye koymak bence doğru değil. Sözgelimi Aleviliği materyalist bir anlayış olarak değerlendirip savunanlar vardır, gerekçeleri hiç de öyle yabana atılır gibi değildir. Bunlardan birisini örnek olarak vereyim: İsmail Kaygusuz adlı Malatya Arapkirli bir yazar… 1985’te yurt dışına çıkmış, Paris ve Strazburg’ta Alevilik konusunda araştırmalara adamış kendisini. Kaygusuz’un Kervan Dergisinde yayımlanan görüşlerini bir başka eserden bilginize sunayım: ‘Alevilik maddenin dinidir ve maddeye ilişkin bir inanç sistemidir ve felsefi materyalizm temeli üzerinde yükselmiştir. Alevi Bektaşi edebiyatını teşkil eden velayetnamelerle, nefes ve deyişler materyalizme göndermelerle doludur. En dindarca yazılmış bir şiirde bile Alevi ozanlar nesnel gerçekliğe, maddeye göndermeler yaparlar. Ancak bunu bazen ima yoluyla bazen de takiye yaparak yani üstünü örterek gerçekleştirirler.
Yazara göre, Seyyid Nesimi de bir ateist ozandır. Onun kadılar tarafından idama mahkûm edilmesinin nedeni budur. Zira o, evrenin ve insanın yaratılışı konusunda kuşkularını dile getirmiştir. İslam’da soyut Tanrı inancına ilk tepkinin Ali’den geldiğini de öne sürüyor yazarımız. İmam Ali muhalefete geçtiği 24 yıl boyunca İslam’ı yeniden düzenlemeye çalışmıştır. Madde gerçeğine ‘Ben görmediğim bir Tanrı’ya asla tapmam’ sözüyle varmıştır. Sıffin Savaşında mızrakların ucuna Kur’an sayfaları takanlara karşı ‘Ben konuşan Kur’an’ım demiştir, böylece her şeyin insanda olduğunu, Kur’an’ın insanın var oluşuna bağlı bulunduğunu belirtmiştir.”(1)
Böyle midir, bu görüşler doğru mudur? Doğrudur ya da yanlıştır diyemem, her görüş tartışılmalı, dediğim budur.
Aleviliği ya da Sünniliği kim nasıl algılamak istiyorsa öyle algılamalı bence. Ve tek bir Sünnilik, tek bir Alevilik de yoktur, bundan sonra da olmayacaktır, olmamalıdır da…
Benim Alevilik konusundaki yaklaşımım üstüne de birazcık söz etmem gerek, izninizle:
“Alevi misin, Sünni mi?” diye soranlar oluyor, Deistim diyorum, bu yanıt pek tatmin etmiyor çoğunu. Israr ediyorlar, ille bir yere bağlayacaklar. O zaman da şunu diyorum: Aleviliğe değil ama Alevilere çok yakınım.
Öncelikle onlarla bir arada yaşadım, komşuluk arkadaşlık ettim, sevgilerini kazandım. Şimdi ilçe olan Bayburt Demirözü ‘Kısanta’ adıyla önce köy sonra nahiye idi. Benim doğduğum yer… Kısanta’nın dörtte biri Tunceli ve Erzincan göçmeni Alevi idi. Ben çocuk yaşta ayrıldım oradan ama bir ömür boyu annem ve babam Alevi komşularını anlattılar bana: Şaggıl İsmayıl, Adışah, Mahbub Hala, Galo Dayı, Allahverdi, Olluk Rıza, Guno Ali vb… Ben bunları daha sonra şiir ve yazılarıma aldım, kitaplarıma da geçtiler. Ve zaman zaman doğduğum topraklara gittiğimde ya da İstanbul’da bir yerlerde karşılaştığımda onların ilgisi ve sevgisiyle karşılaştım.
Sarıkamış’ta kaldım yıllarca, Alevilere orada Türkmen deniyordu. Birçok Türkmen arkadaşım oldu, hâlâ dostluğumuz devam eder.
Yalnız bunlar da değil onlara yakınlığım. Yakınım çünkü Ali Ekber Çiçek Alevi, Arif Sağ Alevi, Aşık Veysel, Davut Sulari, Mahzuni, İsmail Daimi Alevi... Çünkü Aleviler olmasa bugüne ne türkümüz gelirdi, ne sazımız... Çünkü ben onların samahlarına da vurgunumdur… Samahlar, din'in Türkçe dillendirilmesi... Arap'ta, Acem'de yok bunlar... Samahlar dinden öte, din samahın gerisinde... Çünkü samahlar daha derin anlamlar, iletiler yüklü... Samahlar Anadolu, Türkmen... İlahiler ve mevlitteki tekdüzelik, yapaylık samahlarda yok... Samahların sözü bilgelik, erdem yüklü, ezgisi bestelerin en güzeli, en doruklarda... Aleviliğin, Kızılbaşlığın işte bu yanı çok büyük çookk!
Ve çünkü, Aleviler çok ezildi, üzüldüler, onların yanında olmak bir mertlik borcudur.
İşte bunlar, yoksa beni ne Ali ilgilendirir ne Ehl-i beyt ne Hasan ile Hüseyin ne de 12 İmam.
Peki neden bunlar beni ilgilendirmiyor, hatta Aleviliğin bunlardan arınmasını istiyorum?
Çünkü Kerbela bir belâ… Bir yazımda sormuştum: ‘Kerbela, kime belâ bin küsur yıldır? Arap'a mı, Türk'e mi?’
Bin üç yüz küsur senedir ‘Ah Hüseyin, vah Hüseyin’ deyip Muharrem ayında yas tutup gözyaşı dökmek... Yakınlıklarını dostluklarını gördüğüm, ekranına çıktığım Cem Tv'de her hafta "Medet senden yetiş İmam Hüseyin!" demek… İmam Hüseyin öleli 1300 küsur sene olmuş, İmam'ın kemikleri bile çürümüştür, sana ne medeti olacak? İmam Hüseyin, Kerbela'da kendine bile medet edemedi, bu gerçeği neden görmezden gelip medet beklersiniz
Ve Ehl-i Beyt soyuna hayat adamak… Bununla övünen bir kafa...
Hayat niye onların soyuna adanıyor ki, peygambere ve emmisi oğlu Ali'ye onca övgü ve itibar yetmiyor mu da bir de soyuna abartılı övgü ve bağlılık...
Ve Kâbe denilen o yapının eşiğine bile şu anlamları yüklemek:
‘Ağaçtır Kâbe eşiği
Cihanı tuttu ışığı
Hasan Hüseyin beşiği
O da yine ağaçtandır.’
Kâbe'nin eşiğinin ışığı cihanı tutmuş. Pir Sultan diyor bunu… Kâbe'nin eşiğine Arab'ın ayağı dışında ne değmiş ki ışık saçacak, hem de o ışık cihanı tutacak... Yahu biz ne biçim milletiz, bizden başka bir dini böyle abartan, ona olmayan anlamlar yükleyen var mı şu yeryüzünde? Arab'ın bile o Kâbe eşiği için demediğini, demeyi asla düşünmediğini bizim ozanımız diyor. Alevi kardeşler bunları sorgulamalı, görmezlikten gelip araziye uymamalı. Bak ben Sünnilerin canına okuyorum her gün..
Ve bağlamaya ‘Telli Kur'an’ demek… Kur'an'a tel taksan, ‘Batınî anlamı vardır, biz ona inanırız’ desen de, bu söylem seni ya sapık olarak ilan ettirir ya da yanılgıya, kısır döngüye sokar.
Evet, Aleviliğin en büyük açmazları bunlardır işte bana göre ve ‘Alevilik İslam dışıdır’, ‘Ali’siz Alevilik’ diyenlere göre. Bunu azıcık daha somutlayayım değerli Dost, Cem’lerde Alevilerin hikmet ve altın değerinde öğütleri olan deyişleri, sözgelimi kendisini Sarıkamış’ta tanıdığım Kurbanî Kılıç’ın derlediği şu deyiş söylenmez de:
‘Sana bir nasihatim var
Gel yanıma hele gardaş
Uzaktan arayıp gezme
Gitme elden ele gardaş
Harama sunma elini
Kötüden sakın kendini
Bazen hıfz eyle dilini
Dilden gelir bela gardaş
Yarar isen dosta yara
Bulasın derdine çara
Her suyun geçidin ara
Gitmeyesen sele gardaş
Dinle okunan fermanı
Bulasın derde dermanı
Terse savurma harmanı
Dane gider yele gardaş
Ziyankâr olma komşuya
Sırrını açma naşiye
Uyma hal bilmez kişiye
Taş getirir yola gardaş
Kâtibam geldim divana
Çok şükür olsun süphana
Halin arz eyle sultana
Minnet etme kula gardaş’
durmadan şu ağıt, şu gereksiz ağıt söylenir durur:
‘Bugün matem günü geldi/Ah Hüseyin vah Hüseyin'im/Senin derdin bağrım deldi/Ah Hüseyin'im can Hüseyin'im’
Anadolu yeni bir inançsal devrim yapmalı, bu devrim köhne inançlar sorgulanarak olur. Özellikle yurtdışında yaşayan ve Aleviliği sorgulayan Alevi kökenlilere böyle yaklaşılmalı bence.
Saygı ve sevgiler…”
Mehmet Bedri Gültekin’den yanıt:
“İlginiz ve değerlendirmeniz için teşekkür ederim Cazim bey. Şahsen Alevilikle ilgili olarak kendimi ‘şöyle olsun’ veya ‘böyle olsun’ deme durumunda görmüyorum. Bu olayın tamamen dışındayım. İtirazım ve yazımın da konusu, bildiğiniz üzere 1000 yıl sonra ortaya çıkıp ‘Alevilik İslam dışıdır’ diyenleredir. Ve bunun da masum bir görüş belirtmenin ötesinde, ülkemize yönelik emperyalist emelleri hayata geçirmenin bir parçası olarak ortaya sürülmesinedir. Tekrar teşekkür ediyorum ilginize... görüşmek üzere..”