“Çocuğun dini terbiyesini tayin ana babaya aittir. Ana babanın bu husustaki hürriyetini tahdit edecek (sınırlayacak) her türlü mukavele (sözleşme) muteber (geçerli) değildir. Reşit (ergin), dinini intihapta (seçmede) hürdür.” 17 Şubat 1926 tarih 743 sayılı Türk kanunun Medenisi’nin 266 maddesi.

Laik ülkede din dersi olur mu? Olmaz diyen pek yok. Hatta ateist Aziz Nesin bile… Bakın neler diyor Nesin: “İlkokuldan başlayarak çocuklara din dersi veriyorsunuz. Acaba doğru mu verilen din dersi? Gerçekten doğru bilgiler mi öğretiliyor? Belki söyleyeceklerim çoğunuza karşı gelebilir, ama ben kimseye yaranmak ihtiyacında değilim. Kendi özgür düşüncelerimi söyleyeceğim. Gerçekte Türkiye’de din dersi verilmiyor. O bir kere yalan. Din dersi çok önemli bir derstir. Ben, ilkokuldan başlayarak din dersi verilmesinden yanayım. Din dersi öğrendiği zaman çocuk, sosyoloji, tarih ve felsefe de öğrenecek. Fakat din dersi değil, Müslümanlık dersi veriyorlar. O zaman niçin namusluca ‘Müslümanlık dersi’ demiyorlar? Bir sahtekârlık var burada. Çünkü din dersi deyince, dinleri vermek lazım. Din nasıl oluştu, nasıl gelişti, nasıl doğdu, uzak doğu dinleri, çok tanrılı dinler, sonra nasıl göksel dinlere geçildi, bunların karşılaştırılmaları, en son Müslümanlık dini... Din dersi budur”(1)

Yani amaç, çocukları herhangi bir din’in mümini yapmak değil, onları dinler konusunda bilgilendirip, seçimi kendilerinin yapmasının yolunu açmak. Evet, Nesin ‘in dedikleri doğru. Tek eksikle doğru ama dileyen Müslümanlık dersi de serbestçe alabilmeli. Bu da laiklik ve özgürlüğün gereğidir. Peyami Safa “Din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, din realitesinin okullarda topyekün inkâr edilmesi için bir sebep değildir” diyor,(2) bu bizce de doğrudur. Fakat bu dersler tarikat ve cemaatler tarafından değil, devletin okullarında devletin öğretmenlerince verilmeli. Daha da açık diyeyim: Eğer siz okullara Kur’an dersi koyduysanız, ülkedeki bütün Kur’an Kurslarını (Diyanetinkiler de dahil) kapatacaksınız.

Laiklik, bireylere dinini öğrenme özgürlüğünü tanımıştır. Tüm insan hakları bildirgelerinde din özgürlüğü, inanç özgürlüğü, dinini öğrenme ve öğretme özgürlüğü açıkça ifade olunur. Dinsel gerekleri yerine getirme özgürlüğü laiklikle çelişmez. Laiklikle çelişen, kaçak, yasa dışı ya da yasal olan Kur’an Kurslarında Cumhuriyetin altının oyulması, rejim karşıtı, IŞİD, Taliban, Suud, Ezher kafalı insanlar yetiştirilmesidir. Öyleyse, doğru olan, devletin denetimi altında, anne ve babaların bilgisi ve izni ile yürütülen dinsel öğretim faaliyetleridir. Olumsuzluklarla mücadele, olumluyu ortaya koyup uygulamakla olur.

Atatürk devrindeki “Din Dersleri” uygulamalarına bir göz atarsak, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacak.

“Özellikle din derslerinin konu başlıkları bu açıdan hem öğretici hem de yönlendirici niteliktedir. Örneğin 1926 yılında ilkokul dördüncü sınıfta okutulan din dersinde konu başlıkları şöyle sıralanmaktadır: ‘1-Kimsenin dinine, iktidarına, işine karışmamak. 2-Hayırlı insan olmak. 3-Çalışmak. 4-İslam dininde tevekkül her türlü önlemler aldıktan sonra caizdir. 5-İslam dininde şükür esastır. 6-İslamlık hüsn-ü muaşeret demektir. 7-İslam taassubu men eder. 8-Din sahtekârlığına riya namı verilir.

Aynı yıl (1926) ilkokul beşinci sınıfta bu program geliştirilmekte ve din derslerinin kapsamı şöyle belirlenmektedir: 1-İslam dininde akıl her şeyin üstündedir. 2-Dünya işlerini millet iradesiyle konan yasalar belirler. 3-İslam dininde Allah ile kul arasında vasıta yoktur. 4-İslam dininde Türklerden ve Araplardan başka uluslar da vardır.

1928 yılında ilkokul dördüncü sınıf din dersinde konu başlıkları biraz değişmektedir. O yıl ilkokul dördüncü sınıflar din dersini aşağıdaki konu başlıkları altında okumuşlardır: 1-Allah ve Allah inancı. 2-Peygamberimizi ve din. 3-İbadet. 4-İslam’ın şartlarına toplu bakış. 5-Namaz. 6-Oruç. 7-Zekât. 8-Hac. 9-Ailemiz, evimiz. 10-Atatürkçü düşüncede özellik taşıyan önemli yaklaşımlar.”(3)

Prof. Dr. Cahit Tanyol’un dedikleri, Atatürk dönemindeki din dersi müfredatına uygundur ve işin gerekçesiyle özünü de yansıtmaktadır: “Bireyle doğrudan doğruya Allah arasındaki ölçü ‘inanç’ ve ‘ibadet’ yoluyla kurulur. Dinin devletten ayrılması, dinin politika dışında vicdan aydınlığı haline gelmesi ancak bu yolla mümkündür. Ama İslamiyet’in dünyayı ilgilendiren ayetleri, bir devlet dini olması bakımından ön planda rol oyanmış ve dine formel bir katılık vermiştir. Bugün varmak istediğimiz hedef, İslamiyet’i, devlet dini olmaktan kurtararak millet dini haline getirmektir.

O halde bugün vatandaşa verilecek din eğitimi deyince bundan ‘inanç’ ve ‘ibadete’ ait ayetleri anlamak gerekir. Türk halkı da zaten din deyince bunu anlamış hatta bunlar arasında bazı değişiklikler yapmıştır. Yahya Kemal’in dikkate değer bir gözlemi vardı. Derdi ki, halkımız ibadete ait ayetlerin bazılarını yumuşatmış, bazılarını katılaştırmıştır. Mesela namaz da oruç da farzdır. Fakat Türk halkı namaz kılmayanlara hoşgörüyle bakmış, ama oruç yiyenlere karşı fanatik davranmıştır.”(4) 
1) Abdullah Gürgün-Aziz Nesin’in İsveç Serüveni
2) Peyami Safa-Din İnkilap İrtica
3) Faruk Erginsoy-İslam, Sol Düşünce ve Laiklik
4) Prof. Dr. Cahit Tanyol-Laiklik ve İrtica