Bayburt’a yazdıklarım öyle çok ki, kitap olacaklar bir gün… Şiirlerim de var, kitaplarıma giren, yazmakta olduğum gazetelerdeki köşelerime aldığım, dergilerde yayımlanan… Özlemlerim, övgülerim, dileklerim, anılarımı var onlarda…
21 Şubat, Kurtuluş Günümüz… Bayburt’tan ayrıyım, uzağım yarım yüzyılı aşkın bir zamandır… Kurtuluş coşkusuna şiirlerimle katılmak istiyorum…
Alın kabul edin lütfen!...
BAYBURT ÖZLEMİ
Bu toprak benim
Beşik kertme sevdiğim.
İlk ninniyi duyduğum
İlk gücümle doğrulduğum
Töresiyle yoğrulduğum Bayburd’um.
Anamın ehramında
Babamın dilindesin.
Yavan çorba, haşıl, lor dolmasında
Nenemin çeyizlik kilimindesin.
Türküler söyler “vasf-i hâlini”
Elim kulağımda türkülerdesin.
Dedem Korkut’tan Dede Paşa’ya
Sorup söyleşirim Baba Celâli.
Zihnî’nin “Of”u, gurbet çilesi
Benim de başımda Koca Hicranî
Bayburd’um ata yurdum
Alıştığım gurbette özleminle doluyum.
Gönlüme hele bir düş
İçimden çığlar kopar
Kop’takine eş.
Köküm, kütüğüm Bayburt
Çoruh’la beni bir tut.
Göçse de her an gurbet illere
Çoruh Bayburtludur.
Gürül gürül akıp giden
Yürekleri yakıp giden
Tükenmez bir Bayburtlu.
BAYBURT ÖZGELENMESİ
İncecik yolunda çift sıra dost
Kavaklar telli uzun.
İncecik yolunda kavaklarla birlikte ezgilediğim
Bir türkü vardı “şen ol”unu sevdiğim
Yarım asırlık bir müzmin hüzündür o türkü şimdi
Acılarım açılarım oldu olalı
Artçı artçı sarsılırım
“Sende nem kaldı”sıyla.
İncecik yolunda şimdi yalan
Hayalimde hâlimde bir kızıl elma olduğu
Öyle özgelenmişim ki
Sokakta herkes el
Mezarlık hepten tanış.
Can sıkıntım çift yönlü
İçimden dışıma ılgar
Dışımdan içime dörtnal.
Şehreküstülere çoğul ekleri
Gurbetteki sıladır hemşeri öbekleri
Gurbetteki sıla, üvey sıla sayılır
Peki ya sıladaki gurbet?
O hüsran çarpı hüsran…
Garipliğinizi sılada vursalar yüzünüze kalabalıklar
O zaman görürdünüz.
Vardığımda
Bütün duygularım özlemdi orada
Bütün sözlerim deyiş
Bütün izler umduğuma, bütün ufuklar seziş
Onca bütünü bir büsbütün siliyordu Tanrım, bu nasıl iş?
Olmayan ve arayan biri
Ben’den ayrı gezen ben
Eski sözler ve eski yüzler arıyor
Yarenlik bulursa hemen alıyor.
Söz üstüne kurulan bu diyardan sözde mi göç eyledi?
Evvel zaman içinde
El üstünde tutulurdu nüktedanlıklar
Şimdi bu söz bilmezlikler neyin nesidir?
Bayburt’un o eski ve ince yolunda
Kavaklar boyu devrilesi
İhbar ihbar esmekte Balhar
Türkülerin ağzı da bir bozulmuş ki sormayın gitsin.
BAYBURT KIRLARINDA ÇİÇEKLERİN KÜNYE TAKDİMİ
Bu topraktanım ya
Uzaktım bunca yıl bu bezeklerden
Bayburt kırlarında çiçek oyası
Kara yeri sarmalayan levin bohçası
“Tekmil!” diyorum
Künye takdimi istiyorum bu olağanüstü güzelliklerden
Salına salına ses sese katıyorlar
Ben “Ölmez Çiçek”
Yaz kış sapsarı salkım leçek
Bağla beni sevdiğinin başına
Kokla da bak vuslat kokuyorumdur
Bendeniz “Dam Koruğu”
Albeni satrancı oynuyorum çapkın gözlerle
Ak yıldızlarıma bak
Al basamaklarımın en tepesindeki
“Dağ Lahanası” çiçekleriyiz biz
Renklerimizin göz alıcılığını başka yerde bulamazsınız
Kentlinin üstüne titrediği nazlı laleler
Sönük kalırlardı yan yana gelebilseydik
“Kirpi Dikeni” diye kötü lakap takmışlar
Bize Fışkıran Çiçek demeliydiler
Ak zarafetimiz ve kibarlığımız övüncümüzdür
Ben Bayburt Erguvanı “Plumbago” diyorlar o kitaplarda
Nazımdan geçemezsiniz
Seyrimin sevabımdan yararlanınız
“Selvia” derler bana
Bir uzun sapa tünemiş güzelliklerim
Bu kır yerlerine büyü ve şifa niyetine
Ne gizler fısıldadım Tanrı tanığım
“Kızıl Gelinciğim” her yerde varım ya
Bu kırlarda daha alımlıyım gibime gelir
Baştan çıkmışım göz göre göre
Bir esrimişim ki sormayın gitsin
Tüm çiçeklere sordum özlemle:
“Nasılsınız?”
“Bayburt ol!” dediler “Sağ ol” yerine.
“Siz de hep Bayburt kokunuz” dedim
Sözleştik bir yaz yine burada buluşup koklaşmaya
BAYBURT ÖVGÜLEMESİ
Ufkundan uzağım ama ufkumsun
Güldür güldür, çağıl çağıl nutkumsun
Ak alnım, dik başım, övünç tutkumsun
Beyrek'li, Korkut'lu, Zihni'li şehir
Vadinin içideninnili şehir
Şu makat başında oya ve nakış
Şu pınar başında ehramlı bakış
Şu tandır başında bilmece yarış
Masallı, meselli, nükteli şehir
Haritada ufak noktalı şehir
Tel helvası çektik şendir hanemiz
Gendime pilavı tesbihtanemiz
Yatsılık yemesi özgün töremiz
Darğun'lu, Kokoç'lu, Kurut'lu şehir
Kavurma, basdurma, tiritli şehir
Davul zurna iki gönül çağırır
Türküler var yüzyılları çığırır
Ağlar Baba gözyaşıyla yoğurur
Dergahlı, kümbetli, türbeli şehir
Kervan yollarında heybeli şehir
İmarette ocak, Kale'de kapu
Kopuz'da Türk mührü, Manas'ta tapu
Kop'ta bir anıt var, bir kutlu yapı
Sebilli, kubbeli, kuleli şehir
Seferberlik görmüş çileli şehir
Sünür'de medrese bilim otağı
Loru'da kolbaşı yakmış çerağı
Şehit Osman, Genç Osman'ın sorağı
Alperen, Akıncı, Akkoyun şehir
Tanrı dostlarıyla kol-boyun şehir
Soğanlı'da gürler, yağar eserim
Hasret doruğunda vuslat beslerim
"Kuru kuru kurban" deme küserim
Bağlınım gönlümde gözesin şehir
Şairin dilinde dizesin şehir
BAYBURT KALESİNİN MOSKOF’TAKİ ANAHTARLARI
Duduzar’dan mehtabın inemediği bir Bayburt gecesinde
Hulusi Bey’in kızı Mehtap çıkıyordu evlerinin kaleye bakan penceresine.
Yanındaki ben, altı yaşındayım, köyden gelmişim
“Bak” diyor Mehtap, “Bu kale Çini Maçin
Çinileri varmış eskiden, parlar apaydın edermiş geceleri
Boynundan Çoruh geçer mavi gerdanlık
Önü Şingâh, Galer, arkası Kaleardı bağlık bahçelik
‘Bengiboz at’ içine uçuvermiş Koruk Düzü’nden
Ve Koruk Düzü’ndenteeyDuduzar’a
Kocaman ayak izleri var, kimseler silememiş.
Altın beşikte yatmakta bir kral kızı nice yüzyıldır.”
Sapsarı kocaman bir ayyıldız
Cumhuriyet aydınlığı parlıyordu orta burcunda.
Büyük utkunun açtığı bir hacet kapısı gibi görünüyordu.
Yarım yüzyılı aşkın bir süre sonunda öğreniyorum ki
Bayburt Kalesi’nin St.Petersburg Savaş Müzesinde bulunan
İki anahtarla bir kilidi
Moskof’un övünç ve zafer tesellisi olarak saklanıp sergilenmektedir.
Bu züğürt tesellisiyle avunaduranlara bildiririz ki
Cumhuriyetle birlikte kalemize biz
Ayyıldızlı formayı giydirmişiz
Burçlarındaki yüzlerce Türk damgasından en silinmezi.
Anılarımız ve söylencelerimiz var yüzyılların yüzyıllara devri
Bütün bunlara bir anahtarı çevirerek sahip olamazsınız
Kendi içinize kendinizi kilitlersiniz.
Gönderin o anahtarları yerli yerine
Ya da getirin konuğumuz olun ağırlayalım
Gelip alabiliriz de, ona da varız
Bir hakkın tesliminden mutlu
Büyülenerek bakarız
Dostoyevski’nin beyaz gecelerine
VAUK DAĞI VAV ÇEKEREN
Kar’aboran’a karşı vav çekiyor Vauk Dağı
Vuuuuv!
Soldan sağa kar yılkısı çarçabuk
Gözlerim buyuktu dışarı diremekten
Kaygının sesi ta içerimden
Buuuv!
Şimdi Vauk saatiyle iftar vaktiymiş
Otobüsten hızlı gelip yetişmiş
Bir poşet su verdi muavinimiz
Yanında el kadar tedbir pidesi
Torul’dan almışlar üç saat önce
Bu yol can yoldaşı Vauk Dağı’nın
Bir özlem halinde Bayburt’a uzar
Sınırsız sorumsuz sabır içimde
Tozar da tozar
Eskilerden uyaklı bir atasözüyle buluşuyoruz
“Kurban olam tipiye/Esti getirdi kapıya”
Esip getirdiği ne bunu düşünüyorum
Sıraya giriyor kaç enstantane
Far ışığında çekiliyor son sahne