Aşkın gözyaşı bir büyük birliği gerçekleştirmek için, hepimiz aynı kilim üzerinde yekpare desenler olmalıyız. Yetmedi aşkın gözyaşı birlik kilimi üzerinde çizgi çizgi efkârımızı nakış nakış işleyip kesretten vahdet (çokluk içinde birlik) deryasına dalmak gerekir. Hatta birlik ve dirlik uğruna dikenli yollarla karşılaşmış olsak bile Gül’ü seven dikenine katlanır misali kilime işlenen o aşkın gözyaşı sevgi seli deryasında karar kılıp kilimin diline vakıf olmak lazım gelir.
Hele bir insan şu gönül tezgâhında bir kilim dokumaya dursun, desenler arasındaki birlikteliğin ilk işareti sayılan 'Kilimce Hepimiz Kardeşiz’ bilincine erişileceği muhakkak. Öyle ki gönül tezgâhında işlenen her bir nakışın kendi içinde anlam yüklü desenleri sevenleri ötelere kanatlandırmak için vardır. Yine bir insan sevdasını kilime işlemeye dursun, bir bakmışsın birlik tutkusu ve dirlik hasreti her dem gönüllerde çarpar dururda. Nitekim Peygamber övgüsüne mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmed’in Gül koklar halde kendini Nakkaş başı Sinan Bey'e resimletmesi kilimce sevdanın bir gönül çarpıntısıdır. Bu yüzden Gül’ü kilimden, kilimi Gül'den ayrı düşünemeyiz. Hatta tutku gözlerle gece gündüz demeden Gül Muhammed’in ter kokusuna hasret duyarız da. Madem öyle, bir kez daha Gül kilimsiz, kilim Gül’süz olmaz dersek yeridir.
Peki ya kilim desenlerimiz? Malum, kilimin her bir deseni Gül Yüzlü Nebi etrafında pervane olmak için vardır. Nasıl ki bir Gül Yüzlü Nebi kilimin kalbiyse, bin bir çeşit renk cümbüşü desenlerde o kalbin aynasıdır. Madem öyle Gül Yüzlü Nebi kokusuna meftun olmak gerektir. Şayet meftun olduysak şimdiden gazamız mübarek ola.
Evet, ulvi davalar büyük çileler ister, çile olmadan vuslat hâsıl olmaz ki. Hele ezelle ebedin birleştiği noktada bir demet Nübüvvet Gül kokusu üzerimize sinmeye dursun bir bakmışsın Havz-ı Kevserden kana kana bir bade su içmişcesine kilimce ötelere kanat çırpılırda. Bu yüzden kilim demek ilim demektir. Öyle ki, kilimin dili ne sözle, ne kalemle, ne de kitapla izah edilebilir. Kilim ilminden ancak 'Erenler halkasında 'Hu' diyen Hak âşıklar' anlar. İşte Erenler otağından serpilen kilimlere el emeğini, göz nurunu, sevdasını ve yüreğini kim ne katmışsa kilim bu sevgi seli karşısında gök kubbede Nebevi Gül hoş sadâ olarak bâki kalıp gönüllerde yankı bulur da. Derken sevdiğine bir çift sözü olan hemen bir kilim dokuyup gönlün sesini kilimce nakış nakış işlemişte. Sakın ola ki; nakışta neymiş demeyin, zira kilimin her nakışında aşkın gözyaşı seli vardır. Dahası o gözyaşı seli Ferhat’a Şirin uğruna dağı deldirir, Mecnun’a Leyla uğruna çölde ilahi aşkı tattırır, Mehmet Akif’e bülbülce İstiklal Marşını dillendirir, Necip Fazıl’a Sakarya şiiriyle birlikte S. Abdülhakim Arvasi'ye bağlılığın göstergesi 'O ve Ben'i yazdırır. Hiç kuşkusuz dünden bugüne daha nice bilmediğimiz aşkın gözyaşları damla damla kilimlerimize nakış nakış işlendikçe kıyamete dek Gül’e hasret tutkusu son bulmaz da. Nasıl Gül'e hasret tutkusu son bulsun ki, Gül; her şeyden önce aşka ve sevgiye çağrı demektir. Bakın, Şah-ı Nakşibendî (k.s) Gül Yüzlü Nebi’den süzülen bu Gül çağrıya kilimce icabet ettiğinde Sıddıkiyye yolu bağlılarının kalbine nakşetmişte. O nakşeder de sofiler nakş olmaz mı? Hem de nasıl nakş olur. Derken kalpten kalbe nakş olunan Sıddıkiyye yolu Hacegan Silsile-i Şerife halkası kollarında kıyamete kadar halka halka aktarılır da. Sanmayın ki Nakşî yolu sıradan bir yol, bilakis 'Nebevi Gül’ün dalından ilmek ilmek işlenip gönülden gönüle hafice akan bir yoldur Bu yüzden gönülden gönüle nakşedilen bu yola kayıtsız kalamayız. Aksi halde Gül’süz geçen bir ömür dikenli yollarda heba olmaktan kendini alıkoyamaz.
Şu bir gerçek; kilimce işlenen her bir renk desen ayrılık değil, bilakis renk cümbüşü zenginliktir. Zira her bir renk desene ruh katan iksir kilimin Gül kalbinde gizlidir. Bu öyle bir gizdir ki; gül kokusu kilimlerimiz kanat çırpıp Çin’e kadar uzanmışta. Derken tüm insanlık gül kokusu kilimlerimize bakaraktan nasıl medeniyet olduğumuzun ipuçlarına vakıf olmuşlardır. Hatta batı dünyası, aşkın gözyaşı kilimlerimiz sayesinde ortaçağ karanlığından aydınlığa çıkıp Rönesans'ını gerçekleştirmiş bile. Anlaşılan bizim gül kokusu kilimlerimizin her bir nakış deseni ortaçağ karanlığından bunalmış insanlığa rehber olmuş gözüküyor. Zaten Osmanlı’nın 600 sene ayakta kalmasındaki sır işte bu gül kokulu kilimin dilinde gizlidir. Bu yüzden Fatih Kısaparmak ruh kökü kilimlerimize bakaraktan 'Töremizde kilim demek, ilim demektir' nağmeleriyle sazın bam teline dokunmaktan kendini alamaz da.
Evet, Fatih Kısaparmak 'Kilim demek ilim demektir' der demesine de ne var ki üzerinde yaşadığımız bu zengin kilim coğrafyasına sonradan bir haller olduğu da bir vaka. Düşünsenize bir zamanlar biz ayrılık ve gayrilik nedir bilmezdik, doğrusu sonradan kutuplaşma ve zıtlaşmayı biranda nasıl keşfettik şaşmamak elde değil. Oysa biz gönül yıkmak için değil, kalpleri fethetmek için üç kıtada var olmuştuk Yunusça. Belki de Yunusça var olmasaydık bugün süper güç konumunda ABD’nin kendine Osmanlıyı örnek alıp bağrında taşıdığı farklı din, farklı mezhep, farklı soydan gelen insanları bir arada tutma becerisini kilimce sergileyemeyecekti. Bu yüzden kilimi 'çokluk içinde birlik' olarak biliriz biz. Madem kilimce kesrette vahdet olmak var, o halde çağlar üzerinde sıçramak için “Hepimiz aynı kilimin desenleriyiz” sözünü şiar edinmek gerektir.
Hani derler ya dervişin fikri neyse zikride odur. Aynen öyle de farklı renkte desenler bir arada yekpare olduğunda Gül’ün Şavkı; kilimin tam orta kalbinde atar da. Dün nasıl ki, renk cümbüşü kilimlerimizle Nizam-ı âlem olduysak, bugün de aynı Gül tutku ve heyecanla Nizam-ı âlemce yeniden insanlığa soluk olabiliriz pekâlâ. Hem madem töremiz de kilim demek, ilim demek, o halde daha ne duruyoruz, gün bu gündür deyip deruni Gül kokusu ilme talip olmak gerektir.
Talip olalım ki; dünden bugüne aşkın gözyaşı seli gönül tezgâhında işlendikçe her bir renk cümbüşü kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefsi natıka letaif desenler kurtuluşumuza vesile olsun.
Talip olalım ki; dirlik ve birlik kilimini modern çağın en üst seviyesine eriştirip bizi sıçratmış olsun.
Talip olalım ki; o özlenen Gül medeniyet doğsun.
Talip olalım ki; Birlik Kilimi 'Gül'e Hasret' Asım'ın nesline umut ışığı olsun.
Şayet talip olmakta samimiysek, şayet Gül’ün şavkına içten içe hasretsek tez elden birlik kilimine aşkın gözyaşı selini yeniden nakış nakış işlemek zamanıdır.
Şayet maziden atiye uzanıp asım'ın nesli olmak diye bir derdimiz varsa buram buram aşk kokan bu topraklarda kilimin diliyle seferber olmak zamanıdır. Zaten Asım'ın nesli olduğumuzda fazla söze hacet kalmaz da.
Her şeyden öte bir yandan kilimin dilini idrak etmeye çalışırken, diğer yandan da bunca çeşitliliğin ayrılık ve gayrilik olmadığını, bilakis birlik kaynağı bir iksir olduğunu fark etmek gerektir. Nasıl fark etmeyelim ki, kilimin dili ‘çokluk içinde vahdet olmanın’ gerçeğini yediden yetmişe herkese sergiler de. Besbelli ki kilimin dilinde ayrılığa ve gayrılığa yer yoktur. Sonuçta hepimiz 'Ben-i Âdem’iz, topraktan geldik dönüş yine toprağadır. İşte kilim toprak olmayı hatırlatmak için vardır. Dahası zengini fakir, amir memur fark etmez her sınıftan insan toprağa karıştığında eşitlenirde. Böylece kilimin dili bize daha toprağa karışmadan çokluk içinde bir olmamızı öğütler de. İşte bu kilimce dil sayesinde asırlar boyu böylesi aşkın gözyaşı dirlik ve birlik kilimlerimizle cümle âleme ışık olmuşuz bile.
Evet, tek tip modeller çatışma ve yok etmeyi ön görürken, aşkın gözyaşı kilimlerimizde kardeşliğe, sevgiye ve kaynaşmaya kucak açmakta. Ne var ki; sonradan birlik tutkusu kilimlerimiz 27 Mayıs ve 12 Eylül askeri darbelerle, 28 Şubat postmodern darbe ve 17-25 Aralık ihanet çetesi darbe girişimlerle gölgelenip şu zengin coğrafya vatanımızda artık kilimlerimiz zihinlerde ayrılık, parçalanma, yok olma ve bölünme olarak algılanır oldu. Maalesef darbe dönemlerinde bir takım karanlık zinde güçler tek tipleştirmeye yönelik operasyonlarla Türkiye’yi tek bir desenlik kilime mahkûm etmeyi hedeflemişlerdir. Neyse ki artık o eski Türkiye anlayışından hızla uzaklaşır haldeyiz. Tek tip desenlilikten çıkmamız gerekirdi, çıkıldı da. Ancak yine de her şey bitmiş sayılmaz, daha çok kat edilecek mesafe var gibi. Her şeyden önce 2023 Yeni Türkiye hedefine giden yolda bizi yolumuzdan alıkoyacak haramilerin mevziiye yatıp fırsatını bulduğunda boş durmayacaklarını unutmamak gerekir. Hani şu meşhur “Su uyur düşman uyumaz” atasözümüz var ya, işte bu atasözümüzden hareketle her an her salise uyanık olmamız icab eder. Uyanık olalım ki, doğulusuyla batılısıyla, güneylisiyle kuzeylisiyle bölünmez bütünlüğümüz iri olsun diri olsun, bir olsun. Bu da yetmez yediden yetmişe herkese kucak açaraktan gönül dolusu bir demet Gül sunup 'Hep Birlikte Türkiye’ olunsun. Zaten aşkın gözyaşı kilimlerimiz yeniden ilmek ilmek tam olarak işlendiğinde biliniz ki bir daha alt kimlik, üst kimlik tartışmalara gerek kalmaksızın Türk’üyle, Kürt’üyle, Arab'ıyla, Arnavut'uyla, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Gürcü’süyle, Roman'ıyla, Boşnak’ıyla, Sünni’siyle, Alevi'siyle 'Bir' olduğumuzu yeniden keşfetmiş olacağız demektir. Unutmayalım ki bir elin nesi var, iki elin sesi vardır. Madem öyle, birlikten güç doğar gerçeği doğrultusunda aynı Nebevi Gül iksirinden ilham alarak Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Bayrağımız bir, Gecemiz bir, Gündüzümüz bir, Halaylarımız bir, Horonlarımız bir deyip Nizam-ı âleme yol almak zamanıdır.
Hâsılı kelam, fazla söze ne hacet kardeşçe yaşamayı bize çok gören zinde güçlerin oyununu ancak kilimin diliyle bozabiliriz, bu böyle biline.
Vesselam.